Markar ESAYAN

Demokratikleşme ve mimari...
1.06.2014
1975

 Bir Doğu Karadeniz turundayız. Yıllardır aklımda olan ama çalışmaktan bir türlü ziyaret edemediğim bir coğrafya buraları. Haliyle fotoğraflardan ve Karadenizli arkadaşlarımın bana anlattıklarından aklımda oluşan bir fotoğraf var. Harika bir doğa ve kötü bir mimariyle karşılaşacağımı düşünüyorum. Nitekim öyle de oluyor. Anadolu insanına karşı kafamda olumlu önyargılar var çünkü ne- reye gitsem pırıl pırıl bir misafirperverlik ve büyük kentlere göre insanın daha bozulmamış doğasıyla karşılaşıyorum. Evet, aslında fark etmeyiz ama, bir yörenin dağları, denizi, ormanları kadar, insanları da oraların doğal güzelliklerini oluştururlar. Bir yerin atmos- ferini orada yaşayan insanlar da meydana getirir. Bir yerde eğer iyi insanlar çoğunluktaysa, şerden ziyade hayır düşünen insanlar yaşıyorsa, bu durum adeta oranın atmos- ferine dönüşür ve bunu hissedersiniz.

Karadeniz de öyle bir yer.

Sümela'ya çıkarken o dar patika yolda rehber iki keşişin birbirlerinden bağımsız olarak gördükleri rüya üzerine bu bölgeye Meryem Ana'nın suretini bulmak için geldiklerini anlatıyor. İki keşiş karşılaşıp aynı rüyayı gördüklerini farkedince daha bir azimle bu engin kayalıklara, kara dağa doğru tırmanıyorlar. Tepeye ulaştıklarında dağın dibindeki oyukta aradıklarını buluyor ve buraya bir şapel inşa ediyorlar. Büyük bir iman doğrusu...

Daha sonraki bin yıl boyunca bu küçük kilise büyük bir manastıra dönüşüyor. Müthiş bir doğal güzelliğin içinde herhalde insanların şükretmek ve Allah'ı düşünmek için fazla zorlandığı düşünülemez. Muhtemelen, böyle bir güzelliği yaratan Allah'ın nasıl bir cennet tasarlamış olduğunu hayal etmişler ve işin içinden çıkamamışlardır. Latife ediyorum tabii...

Bu yazıyı ise daha sonra geçtiğimiz Uzungöl'de yazıyorum. Burada cenneti hayal etmek daha zor. En azından benim için öyle. Müthiş bir güzellik, idrakı zorlayacak türden. Karların erimesiyle oluşan ve dağlardan buluşa buluşa büyüyerek aşağı akan sular, beraberinde getirdikleri kayalarla gideri darlaştırarak bir göl oluşturmaya karar vermişler. Ortaya Uzungöl çıkmış. Hani tepeden çekilmiş fotoğrafı, beyaz camisiyle ünlü o yerden bahsediyorum.

Bilenler, yeni halinin bozulduğunu söylüyor. Yine de çok güzel ve korumak için çok geç değil. Ahşap yapı zorunlu tutulmuş ama, genellikle beton karkas inşa edilen yapıları ahşap veya ahşap görünümlü plastik malzeme ile kaplıyorlar. Ben çok da kötü bulmadım. Kent merkezlerinin halinden çok daha iyi. Ama Karadeniz genel olarak bir mimari özene ve dönüşüme muhtaç.

Bu Türkiye'nin problemi ve benim canımı acıtıyor. Geçmişi bir bıçak gibi kesmek ve tüm izleri silmek için düşmanca bir yıkım işine girişmiş eski cumhuriyet. Tabii bir zamanlar burada yaşayanların kötü olduğunu anlatırken, onların inşa ettiği güzelim yapıları bırakmak tezat oluşturacaktı. Yerine daha iyi bir şeyler koymaya da niyet edilmeyince, tüm Anadolu fakirliğe ve sahipsizliğe terk edilmiş. İnsanlar başlarını sokacak derme çatma yapılara yönelmiş. Şehirleşme ise daha da fena olmuş. O güzelim Karadeniz kıyılarının hemen karşısında gelişigüzel serpiştirilmiş sıvasız, grotesk beton yığınlarını gördüğünüzde içiniz burkuluyor.

Hep söylüyorum; İstanbul ve tüm kentler için de kentsel dönüşüm tarihi bir fırsat. İnsanların deprem ve sel gibi faleketlere karşı hayatlarını korumak tabii ki ilk öncelik. Ama neden bu tarihi fırsat her yörenin doğasına, tarihine ve geleneklerine uygun estetik bir mimariye geçiş için de kullanılmasın? TOKİ'ye Marmaray'a yönelen türden sınıfsal bir tepki olduğunu biliyorum. TOKİ bence bu amaç için çok fonksiyonel bir kurum. Ama ikinci unsuru maalesef yerine getirememiş. Trabzon'da da TOKİ evlerini görüyoruz. Şüphesiz eskilerinin yanında çok daha tercih edilir. Ama hem tekdüze, hem dikey, hem karaktersiz, hem de çirkinler. Bu yapılar ile en az bir elli-yüzyılımızı daha sabitlediğimize göre, bu fırsatı kaçırmış olmanın rahatsız ediciliğini bize sürekli hatırlatacaklar.

Acaba, bu işlerin doğasında mı bu var? Bir seferde doğruyu bulamamak bir kader mi?

Sonuçta tıpkı kemalisterden kalan yıkıntı ve zevksizlikler gibi, mimari de yaşanan dönemin içeriği hakkında bizlere bir fikir verir. Tıpkı Sümela Manastırı ve o güzelim külliyeler gibi... Peki bizim torunlarımız, bir elli yüz yıl sonra bu dönem için ne diyecekler?

Muhtemelen yaşanan yavaş devrimin çok zor şartlarda, darbe tehlikeleriyle çelişkili geçtiğini, dönüşümün bir uzlaşma ile değil kavgayla yaşandığını söyleyecekler. Bu kavga ortamının acilcilik yarattığını ve bunun mimariye de yansıdığını ifade edecekler. Bu değişimin gerekli ve iyi olduğunu düşünenler böyle diyecek, memnun olmayanlar da dindarların ontolojisi üzerinden tahmin edeceğimiz türden yorumlarda bulunacaklar.

Bir yandan da, kültür o dönemin tüm veçhelerinin bir tezahürüdür. Bu böyle değilmiş gibi, daha iyisini bir seferde yapmayı özleyen bizler acaba bir imkansızı mı düşlüyoruz? O safhalar için henüz yaşanmamış tecrübelere mi ihtiyaç var?

Yine de, daha iyisini yapabiliriz gibi geliyor bana. Daha özgün, daha insani, daha yeşil kentlerde, beldelerde yaşayabiliriz. Hükümetin buna önem vermesi gerekiyor artık. Acilci ruh durumuna bir es vermek ve askeri vesayete, sivil unsurlarına karşı demokrasi mücadelesi verilirken, çevrenin, mimarinin de bunun ayrılmaz bir parçası olduğunu, torunlarımızın demokratikleşmeyi daha çok onlara bıraktığımız altyapı ve doğa ile ölçeceklerini anlamak iyi bir başlangıç olabilir.

Eski rejimin yıkma, dönüştürme mantığını ters yüz etmek için daha özenli olmak gerekiyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (3)
  • Ad Soyad Giriniz...

    Ad Soyad Giriniz...

    12.04.2012 17:08

    getirir getirir

  • Azar Muradov

    Azar Muradov

    31.03.2012 01:02

    Arap Turistler genelde ülkemize alışveriş yapmak için gelirler,mesken tutukları alanlar İstanbul ve İstanbula yakın bölgelerdir.Milletvekili Sayın İbrahim Korkmazın söylemi iyi niyet içerikli bir söylem olsa bile Akçakoca halkı burdaki muhalif güçlerin etkisiyle bu söylemi yanlış yorumlayabilir.Ama şu kesindir ki Akçakocanın dışarıdan veya içeriden gelen turistler sayesinde sıçak paraya ihtiyacı oldukça fazla gözükmektedir.

  • gulay sözcu

    gulay sözcu

    29.03.2012 23:03

    ewet ali bey sıze katılıyorum. güzelım akcakocamızı neden bız yeterlı derecede tanıtamıyoruz nerde eksgımız var sanırım öncelıklerımız arasına hala girememıs uzucu bır durum ...

Yazarlar