Markar ESAYAN

Gazze, Deyr El Zor, Srebrenitsa ve Auschwitz...
13.07.2014
1931

 Rahmetli aile büyüğüm Ohannes Amca, Anadolu'nun bağrından çıkmış özdeyişler ve meseller anlatır, beni hayata hazırlamaya çalışırdı. Bunu programlı mı yaptı, bendeki merak mı onun dilinin çözülmesini sağlıyordu bilmiyorum. Kendisi bir ozan, aşıktı. Yanlış bir kanser teşhisi yüzünden konuşma yetisini yitirmişti. Hani şu telefon gibi bir aleti gırtlağına dayar elektronik bir sesle konuşurdu. Babamın dükkanına geldiğinde, eğer oradaysam çok mutlu olur, beni karşısına alıp anlatmaya başlardı. Sivas'ta fayton imalatı yaptığı zamanları, dedem Markar Ağa'nın yiğitliklerini vs.

Yaşlı kuşağın ailenin genç kuşağı ile birarada olmasının ne kadar önemli olduğunu erken zamanda fark ettim. Koskoca bir hafıza, geçmişin tüm mirası, bu şekilde yeni nesle aktarılıyordu. Kafamdaki Anadolu imajı Ohannes ve Nışan amcaların anlattığı hikayelerle biçimlenmişti. Böylelikle geçmiş ve kökler konusunda, ama özellikle de bir travma eşliğinde koparıldığımız Anadolu hakkında olumlu bir resme onlar sayesinde sahip oldum.

Bana insan ve komşu sevgisini, insanın toprakla ilişkisini, aidiyet duygusunu ve kimseyi dininden, ırkından ötürü kategorize etmemek gerektiğini mesellerle, sıradan insan hikayeleri ile anlattılar, hafızama yerleştirdiler. Ne ilginçtir ki, bu iki uzak akrabam, daha yakınlarımız bizi tecrit ederken, Çerkes olan annemi başlarının üstünde tutmuşlar, onu ırkı ve kimliği ile değil, insanlığı ile değerlendirmişlerdi. Rahmetli Hüseyin Dayım (annemin dayısı) ile de aynı deneyimi yaşamıştım. Bir 'gavura' varan yeğenini defterden silmemiş, babamı insanlığı ile takdir etmiş ve hep yanımızda olmuştu.

Ohannes Amca bana 'Oğlum' derdi, 'Allah neden insana bir ağız iki kulak vermiş? İki kez dinleyip bir kez konuşalım diye' demişti. 'Omzunda görünmez bir heybe olsun. Bir cebi göğsünde, bir cebi sırtında. Faydalı, güzel, dostça nasihatleri öndeki cebe koyacaksın ve onlardan hep faydalanacaksın. Kem sözleri, aşağılamaları, tehdit ve küfürleri ise arka cebe koyacaksın. Ve hep, ne olursa olsun iki kez düşünüp, bir kez konuşacaksın. Kalbini temiz tutarsan, insanları kırmazsın, çünkü ağız yürekten taşanı söyler. Kabın içi kirliyse, dışının temiz olması bir şey ifade etmez.'

İnsanlar gerçekten çok acımasız olabiliyorlar. Hayat gerçekliği aşacak denli vahşileşebiliyor sık sık. Sanki insanın içinde bir melek ile bir şeytan aynı anda mesken tutmuş ve uyanmayı bekliyor. Peki neden bazı insanlar kötü olmayı, bazıları da iyi olmayı seçiyor? Bir insanı katil yapan ile kahraman yapan şey nedir? Ya da, neden konuşurken aslında kendimizi ve çevremizi de bina ettiğimizi unutur bu kadar sorumsuz davranırız bazen? Yediğimiz her gıdanın aynı zamanda bir ilaç veya zehir olması gibi, sarf ettiğimiz veya duyduğumuz her kelime de şifa veya mahv getirebilir. Hiçbir şey boşa gitmiyor bu varoluşta.

Gazze'de çoğu kadın ve çocuk 100 insanın öldürülmesi karşısında, 'Savaş böyle bir şey, çocuklar da ölür' diyebilen insanlar var. Ya da, bir sanatçı çıkıp, güya katliama tepki adına yeni bir şey bulmuş gibi, 'Hitler haklıymış, az bile yapmış' diyebiliyor. Gazze, Deyr El Zor, Sreberenitsa veya Auschwitz'in birbirinden ne farkı var? Hepsinde de çocuklar, kadınlar ve masum insanlar kötücül bir zihniyet tarafından katledildi. Bir çocuğun ölümünü, Müslüman, Hıristiyan veya Yahudi olmasına bakarak değerlendirebilir miyiz? Yahudi kentlerinde Kassam füzeleri yüzünden ürken Yahudileri, can veren 100 Filistinliden daha çok gören Batı medyasına boşuna mı tepki duyuyoruz? Veya ABD ve Avrupa'da İsrail devletinin acımasız saldırılarına karşı gösteri yapanların arasında Yahudilerin, Hıristiyan dinadamlarının da olduğunu gördüğümüzde, insanlığa inancımız artmıyor mu?

Hala insanlar ile devletleri birbirinden ayırma konusunda yeteri kadar kafalar net değil sanki. Filistinli çocuklar biz ırkçı söylemler ile popülizm yapalım diye ölmüyorlar. Antisemitizm başka, antisiyonizm başka bir şey. Ve bu tür çürük söylemler sadece İsrail devletinin cinayetlerini meşrulaştırıyor.

Birkaç yazı öncesinde Hinduların ve Müslümanların tekrar birbirini öldürmeye başlamasından sonra ölüm orucuna yatan Gandi ile çocuğu öldürülmüş bir Hindu'nun arasında geçen diyaloğu aktarmıştım. Hindu baba çocuğunun öcünü almak istiyordu ve Gandi'ye ne yapması gerektiğini sordu. Gandi ona şöyle dedi: 'Şimdi git ve babası Hindular tarafından öldürülmüş bir Müslüman yetim bul. Onu evlat edin, onu sev ve iyi bir Müslüman olarak yetiştir.'

Eminim bu sanatçımız da boşboğazlığının nereye vardığının farkında değil ve o korkunç fotoğrafları gördüğünde öfkesine gem vuramamış, iki kez düşünmeyi akıl edememiş.

Halbuki nefreti arttırmaktan çok daha faydalı şeyler var yapabileceğimiz.

 
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar