Markar ESAYAN

İstanbul ve kasvet..
16.10.2011
3179

 İstanbul ve kasvet, en sevdiklerim...

Bazı sabahlar farklı başlar.

Geçen cuma bu bana oldu.

İstanbul beni farklı karşıladı.

Ne kadar zarif, tüm gece uğraşıp çok güzel bir elbise giyinmişti üzerine.

Dekoltesi, masumiyeti ve irkilticiliği yerinde, içinden şimşeklerin sızdığı solgun renkleri, müthiş.

“‘Bugün kendinle ilgilenmeler günü’ olsun, teklif bu” dedi bana.

“Bak günün ışığını kıstım. Yağmur homurtularımı engelliyor, kokumu alıyor musun, ne güzel değil mi?”

Boynunu uzattı, içime çektim.

“Islağım, ama sana değmeyecek. Biliyorum, o lanet günden beri ıslanmayı hiç sevmiyorsun.”

“Evet, haddinden fazla sertti ve haddinden fazla erken” dedim.

Şefkatle baktı bana. Şefkatten hazzettiğimin yüzüme çarpılmasından hazzetmediğimi bildiği halde.

“Peki, hiç geçmeyecek mi bu” dedim.

“Bazı şeyler de bırak geçmesin” dedi. “Hem geçse ne olacak! Birilerinin de bu dünyada ıslanmaktan hoşlanmaması gerekir. O zaman ıslanmaktan hoşlananlara kim yer açacak sokaklarımda?”

“Ama ben ıslanmaktan hoşlanmak istiyorum, artık” dedim.

“Zaten insan aynı anda her şeydir!” dedi.

Anlamadım, terslemesin diye de soramadım.

“Zamanı gelmemiştir. Kabuk bağlamamış bir arzudur” dedi.

“Şımarık” olmakla suçladı sonra beni. Çok sabırsızmışım. Bunun bedeli ânı ıskalamakmış.

“An kelimesinden hiç hazzetmiyorum. Ânın canı cehenneme!” dedim.

Omzunu silkti.

“Çok şımarıksın” dedi. “Ölümsüz gibi davranma, saçma!”

“Uçamadığımı biliyorum, ama bunu bilmek uçmaktır” dedim.

Bu sefer o anlamadı anladım.

Hayalkırıklığına uğramış bir kadın... Işığını biraz daha kıstı. Güzelliğinden mahrum etmek istiyordu. Çok çiğ bir davranıştı, ama aşk, çiğ kalmazsa çürür, biliyordu.

Her şeyini erkeğine vermek isteyen, ama iltifat göremeyen bir dişiden daha tehlikeli ne olabilir?

“Her şeyi istiyorsun. Evde kal işte! Yeraltından Notlar’ı oku, Şato tam bu havalık, fırıldak gibi nasıl da döndürür insanı kendi içinde.. ne zamandır istiyorsun biliyorum, The Catcher in the Rye’ı oku, New York sokaklarında Holden gibi dolaş yine. Sonra iki film seyret, üst üste, Before Sunrise ve Before Sunset olabilir, birinin yıktığını diğeri tamir ediyor çünkü, ama sana hoş duygular kalır. Bana dair hâlâ iyi bir film yapamadılar, ne kadar kızıyorum biliyorsun.”

“Haklısın” dedim. “Biliyorum.”

Bana baktı, bana onu bildiğim için tutkundu zaten.

“Sonra bir gündüz uykusuna yat” dedi.

“Sevmezsin biliyorum ama, bu sefer kontrol bende olacak, söz. Kıyıcı kâbuslara teslim etmeyeceğim seni. Tüm bedenin ve ruhunu kuşatacağım, algıların benim emanetimde olacak. Şeytanlar uzak duracak senden. Uykunda, kabuklarını loş duvarlarıma sürtüp sürekli kanattığın yerlere üfleyeceğim. Uyandığında...”

Yüzümde oluşan ifadeden hoşnut değildim, saklayamadım, o da gördü, hamle yaptım.

“Evet, ne olacakmış uyandığımda?”

“Küstahlaşıyorsun ama!” dedi.

“Sen de çok sertsin. Bu sabaha çok özendiğini biliyorum, ama bırak da...” dedim.

Hani barışmaya gönüllü, ama hemen de yumuşamak istemeyen çok güzel bir kadın gibi, gülerken dudaklarını buruşturarak bana baktı.

“Paris bile, Napolyon’u kurşundan bir manto gibi bunaltmıştı ve bu 10 milyon insanın hayatına mal oldu, unutma” dedi.

“Evet, bir dehanın can sıkıntısı çok pahalıdır. Ama bu Paris’in suçu değildi ki! Kendine pay çıkarma. Senin de ne canavarlar yarattığını bilirim. Sevişmek istediğinde oluk oluk kan akıtırsın. Yaralarıma üfleyecekmiş!”

Adımı bağırdı. “Beni çok zorluyorsun!” dedi.

Adımı bağırmaz genelde, bu tehlike demektir.

Ama beklediği sadece telafiydi. Benimle işi henüz bitmedi çünkü, yok etmeyecek daha. Ama aramızdaki ilişkinin dinamiğini hâlâ çözmemiş olamaz.

O kadar çok ihtiyaç hissediyoruz ki, birbirimiz için ölümcül bir tehdit haline geldik çoktan. Zaaflarımızı gördüğümüz bir ayna gibi olduk. Yok etmek istiyoruz aynı anda birbirimizi. Burada şefkat olamaz. Kıymıklı molalar olur sadece, o sabah gibi. Tek istediği, onu terk etmemem ve mezarımın bağrına girmesi. Beni öyle elde edeceğini düşünüyor, ki haklı.

Neden bana ihtiyaç hissediyor biliyorum.

İzliyorum onu çünkü. Ve zarif bir sadakatsizlikle yapıyorum bunu. Ne kadar acı çektiğimi biliyor ondan uzak kalmalarımda. Ama acılara ne kadar dayanıklı olduğumu da ve temayülümü gitmelere...

Ona kavuştuğumda, o ilk çocukluk günlerinde, günler ve gecelerce koynunda yattığımı, eve hiç girmek istemediğimi biliyor.

Ben onun için sokak çocuğu oldum. Başımı hiç yok yere belalara soktum. Bıçaklandım, dayak yedim, dayak attım. Umurumda değildi oysa tüm bunlar. Sadece onun rahminde olmak için yaptım.

Orada yaşayanların şehvetidir, yeri şehir yapan.

Ve biliyor ki, ben İstanbul’da ölmeyeceğim.

Tüm hırçınlığı bundan.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar