Markar ESAYAN

Siyahların şifacısı olarak Ertuğrul Özkök
23.07.2012
3760

 Hürriyet’in 13 Nisan 2012 tarihli sayısında Ertuğrul Özkök’ü okurken böyle bir yazı yazmayı aklıma not etmiş, sonra unutmuştum. Özkök’ü, sosyoloji ile ilgilendiğim için genelde semptomatik olarak, veri toplamak için okurum. Ona denk gelen toplumsal kesimin travmalarını, değişen eğilimlerini onun üzerinden okumak gibi bir tembelliğimiz var, doğru, ama veri değeri olmadığını da kimse iddia edemez.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, [Özkök, yazıyı buna ayırdığı hâlde Başkan Mehmet Görmez’in adını anmıyor hiç, ne de olsa mesafe bırakmak gerekir] Özkök’ü arıyor ve şöyle bir ricada bulunuyor: “Sizden özel bir ricam var. Bu yıl Kutlu Doğum Haftası’nı kardeşlik konusuna ayırdık. Hafta boyunca Türkiye’de kardeşlik temasını işleyeceğiz. Sizden ricam, bir yazınızı bu konuya ayırabilir misiniz?” diyor...

Özkök o sırada Beyaz Türklerin ulu mekânlarından biri olan [benim de çok sevdiğim] Kanyon’da, Açlık Oyunları’nı izlemek üzere bulunmaktadır. Aynı dönemlerde Özkök’ü anlamsız yere mağdurlaştıran, hâliyle kahramanlaştıracak da olan “28 Şubat soruşturmasında içeri alınacak yazarlar” listesi dâhilinde adı bazı köşelerde boy göstermektedir. Çok endişeli olduğu yazılarına aksetmekte, bu beni de çok rahatsız etmektedir. Kim olursa olsun insanlara böyle davranmak, sürek avı başlatmak büyük bir ayıptır, adaletsizliktir.

Ama 28 Şubat’taki duruşu, her daim anti-halk, anti-sivillik konusunda artık “gönüllerde” açık ara şampiyon olmuş birini, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerini duyurmak için Diyanet İşleri Başkanı’nın arayarak, kem kümlü bir tonda yazı rica etmesi, gerçekten sosyolojik olarak incelenmesi gereken bir vakadır. En azından bana göre öyledir.

Tabii ki sembol olmuş bir Beyaz Türk’ün artık Siyahların eline geçmiş Diyanet’in Kürt asıllı başkanı tarafından aranması, “kardeşlik” temasına uygun görünebilir. Hürriyet’in tirajı ve seslendiği kesim düşünüldüğünde, Görmez bunda bir fonksiyon da bulmuş olabilir. Hem dinadamı insanları yargılamaz, ayrım yapmaz, yapmamalıdır, doğrudur.

Ama bu yaşanmış yüzleşmeler ve tecelli etmiş adaletten sonra Beyaz ile Siyah’ın eşitlenmesiyle gelen bir uzlaşı veya barış değil, Siyahların Beyazlaşma çabası ve Beyaz’ın sembolüne karşı konamaz bir çekim hissi gibi görünmektedir. Konuyu Özkök ve Görmez’in arasında geçen spesifik bir olay üzerinden inceliyorsam da, bunu AK Parti’nin devlete yerleştiğini düşündüğü zamanlardan beri sınıf atlamaya çalışan, paraya ve mevkie kavuşan muhafazakârlarda gözlemliyorum ben. Beyazlaşma çabası, “efendiye” imrenme, onun gibi olma isteği.


Peki, nasıl Beyaz olunuyor?
 Nasıl olunmadığını bir örnekle anlatayım: Kayserili bir sucuk üreticisi büyüyerek çok zengin olabilir ve Boğaz’da bir yalıda oturabilir, ama o hâlâ bir “Siyah”tır. “Beyaz” dediğimiz olgu, ABD’deki WASP gibi tahakkümcü bir kurucudur; sınıfsal ve sosyal bir gerçekliğe tekabül eder. Irkla ilgili değildir.


Türkiye’nin “Beyaz”ları da, evet iyi eğitimli, GSMH’nin büyük bir kısmını hâlâ elinde tutan yüzde beşlik bir azınlıktır.
 Devlet ellerindedir. Kendilerini ev sahibi ve kurucu öğe olarak görürler. Son on yılda vesayetle verilen kavganın asıl muhatabıdırlar. TSK bu yüzden “Siyahları” bünyesine almaz mesela. Namaz kılmak, oruç tutmak, sosyolojik olarak “Siyah” iseniz sorundur ve tasfiye edilirsiniz, yoksa folklorik zararsız bir öğedir. Tepe’nin Siyahlardan mutlaka korunması gerekir. Asıl olan devlet ve mülkün paylaşımıdır. “Beyaz” tepenin bir de tabanı vardır tabii, onlardaki semptomlar daha çok çarşaflıları, başörtülüleri, hacı amcaları küçümsemek ve darbeci partiye oy vermekle sınırlıdır. Kapıcıları olduklarında onlara büyük sempati duyar, lameli eski çantalarını, ayakkabılarını onlara verirken huzur hissederler. Ama yan komşusu hâline gelmişse o “Siyah”, artık darbe zamanı da gelmiştir. Bayrak mitingleri, toplu Anıtkabir ziyaretleri, Siyahların Cuma’sına, yağmur duasına denk gelir. Toplu ibadettir. Mustafa Kemal de peygamberleridir.

Türkiye’de beyazlık tarihi, hem etik, hem de hukuki olarak bir suç bagajına tekabül eder.

AK Parti ve belli orandaki bir taban kesiminde, Siyahlıkları ile ilgili linç ve tehlikeden kurtuldukları, devletle de zımni bir barış imzaladıktan beridir Beyazlarla bir yakınlaşma, melezleşme kendini gösteriyor. Başbakan’ın, beyazların adını vermeden, “Biz onların iktidarı değiliz, onların istediklerini değil, halkımızın taleplerini yerine getiriyoruz” dediği pek çok konuşmasını hatırlarım. Ama ne Başbakan, ne de tabanının bir kısmı öyledir artık. Bu da kaçınılmaz sosyolojik gelişimlerden biridir aslında. AK Parti Siyah ve siyasete tekabül eden hâliyle, reformcu kalamadığı için, devleti yönetirken de Uludere gibi olaylarda Beyazları fersah fersah aştı.

Siyahlar da artık zenginleşiyor, iktidarı kullanıyor ve iyi yaşamak, kazandıkları para ve gücü keyif almak için kullanmak istiyorlar. Ama bunun için rol modelleri yok. Darbe tehlikesi de geçtiğine, Beyazlar “pes” dediğine göre, neden onların kadim Beyazlıklarını alıp üstlerine başlarına sürmesinler ki?

Hep Siyah, hep Siyah, nereye kadar!


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar