Mehmet Ata UÇUM
Ulus veya millet gibi soyutlamalar üzerinden konuşulunca, bazı çevreler Türkiye Toplumunun yeknesak bir bütün olduğu vurgusunu yapmaktan çok hoşlanıyor. Ama konu toplumun yaşadığı sorunlara gelince, birdenbire bu bütünlük vurgusundan vazgeçiliyor.
Gerçekten de, din eksenli sorunlar, kimliklere ilişkin sorunlar, sosyal sorunlar, siyasal yapıya ilişkin sorunlar, özetle karşılaştığımız tüm sorunlar, sanki toplumunun tümüne ait değilmiş gibi, sadece ilgili parçaya ait sorunlar olarak görülmek isteniyor ve hattâ, sorunların mağduru olanlar sorunların kaynağı olarak görülüyor. Bu da yetmiyor; eski sistem savunucuları tarafından ilgili parçaların sisteme sorun ürettiği düşünülerek düşmanlıklar geliştiriliyor. Sorunu doğrudan yaşayan bazı parçalar ise, bu statükocu ideolojik çabaları deşifre etmek yerine, yine aynı yaklaşımı benimseyerek, toplumun kendileri dışındaki kesimlerini göz ardı eden tutumlar alıyor . Biraz da bu yaklaşımların etkisiyle, ama asıl olarak önyargılı kabuller nedeniyle, sosyal ve siyasal süreçlerde fikri tıkanıklıklar yaşanıyor ve tam bu noktada, sistemin kırmızı çizgilerinden söz ediliyor .Sistemin kırmızı çizgileri , halen daha “Cumhuriyet ulusu” ideolojisiyle çiziliyor.
Oysa Türkiye’de artık bütün kabullerin, kavramların, ilkelerin gözden geçirilmesi gereken, hattâ geçirildiği bir dönem yaşıyoruz. Sırf darbe anayasalarıyla tahkim edilmiş bir sistemin meşruiyet dayanağı oldukları gerekçesiyle, hâlâ dokunulmazlığı olan kutsal kavramlardan, ilkelerden söz etmeye devam edilmesi mümkün değildir.
Tüm yaşam alanlarında sahip olduğu çeşitlilik ve çoğulculukla Türkiye toplumunun bugünkü ihtiyaçları, iktisadi gelişimiyle, sosyolojik, kültürel ve siyasal özellikleriyle belirginlik kazanıp -- artık kabına asla sığamayacak şekilde -- görünür hale geldi.
Şimdiden sonra hâlâ “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” anlayışını yahut “Cumhuriyetin 1923 yılındaki zinde gücü” fetişleştirmesini ideolojik olarak yeniden ihya etmek ve egemen kılmak mümkün gözükmüyor.
Bugün yaşananları daha iyi anlayabilmek için kuş bakışı da olsa tarihsel sürece bir göz atmak gerekiyor.
Cumhuriyetin kuruluşuna yapılan atıf ve “kuruluştaki zinde güç,” tasarlanmış ve tanımlanmış Cumhuriyet ulusu projesini göstermekte. Cumhuriyet ulusu projesi, Türkiye toplumunun her alandaki çok parçalılığını dışlayıp bastırarak ve yok sayarak bir bütünlük yaratma pratiği olarak hayata geçti. Bu bütünlüğün kitle tabanı olarak, kendisine Türk demekle mutlu olacak etkin bir çoğunluğun yaratılması hedeflendi. Dikkat edilirse mutluluk sadece Türk olanlarla sınırlı olarak ifade edilmiyordu; Türk hissetmekle ilişkilendiriliyordu. Resmi asimilasyon politikasının özünü de bu yaklaşım oluşturuyordu. Bu nedenle daha sonraları “kendini Türk hisseden büyük çoğunluğun” egemen olduğundan ve bu egemenliğin korunması gerektiğinden söz edilmeye başlandı.
Bunun için Cumhuriyet aydını, Cumhuriyet kadını, Cumhuriyet genci gibi model tipler üretildi. Eğitim sistemi Cumhuriyet tipi yetiştirecek şekilde yapılandırılmıştı; halen daha bu yapısı sürüyor. Davranış kültüründe ve dilde çok-kültürlülükten arındırılmış biçimler ve ifadeler öne çıkarıldı. Örneğin “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” dizesini içeren Onuncu Yıl Marşının, aradan seksen yılı aşkın bir süre geçtikten sonra bile bazı çevrelerce kutsal bir metin gibi huşu içinde söylenmesi, Cumhuriyet ulusu projesinin dil egemenliğini gösteriyor. Geçmişte yaşadığımız Cumhuriyet mitinglerindeki görüntüler, bu arındırılmış davranış biçimlerinin tipik örnekleri olarak beliriyor.
Ancak tam burada “vatandaş” ve “halk” ayrımı Cumhuriyet tipinin bilinç yarılmasının en etkili kanıtı olarak çıkıyor. Cumhuriyet ulusu projesi, Cumhuriyet tipini yansıtan vatandaşlar yarattı ama bu süreç halkı ortadan kaldıracak seviyede başarılı olmadı. Yani halkın tümünü “vatandaş”laştıramadı.
Zaten başlangıçta da bu konuda kuşkular olduğu için, Cumhuriyetin siyasi yapısı kurulurken halkın çoğunluk iradesinin yaratacağı sorunlara karşı önlemler alınması ihmal edilmemişti. Bunun için halkın siyasal yaşama etkisini minimum seviyede tutacak bir sistem tercihi yapıldı. Önce arkasında ordu olan Tek Parti enstrümanı ile sistemin işleyişi belli ölçülerde garanti altına alındı. Ama bir yandan çağdaş uygarlık seviyesini hedef gösterip öte yandan bu seviyenin en asgarî ölçütü olan çok-partili bir rejimi tercih etmemek büyük çelişki olacağından, bu yöndeki girişimlere açıktan set çekilmedi. Buna karşın Terrakiperver Cumhuriyet Fırkası daha fazla demokrasi talep eden, dinsel inançlara saygıyı esas alan ve özerk yönetimler öngören programı nedeniyle yedi ayda kapatıldı. Sistemi görüntüde çok-partili yapmak adına siparişle kurulan Serbest Fırka, halkın büyük ilgisi görülünce raydan çıkar endişesiyle neredeyse başlamadan bitirildi. Demokrat Parti pratiği ise sistem için büyük tehlikeleri ortaya çıkardı.
Dolayısıyla çok-partililik, ancak sistemin kırmızı çizgilerinin içinde kalan alanlarda kabul edilebilir hale getirildi. Bu nedenle gerek Serbest Fırka deneyimi, gerekse sonraki çok-partili pratik, aslında demokratikleşme yolunda atılmış adımlar değil, sisteme çok-partili görüntü verme çabaları olarak görülebilir.
Nitekim 1961 Anayasası’yla, çok-partililiğin sistemin görüntüsü olmasını ve bunun için seçilmişlerin sistem üzerindeki etkilerinin minimum seviyede tutulmasını güvence altına alacak yapılar kuruldu. Sistemin asıl iktidarları olan ordu, yargı ve idari bürokrasi üçlüsü, formel kurallarla ve oluşturulan kurumlarla her yönden sağlamlaştırıldı. Anayasa Mahkemesi, Yüksek Hâkimler Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu, Askeri Yargı 1961’de anayasal yapılar haline geldi.
Altmışlı yıllardaki TİP deneyiminın ardından, sosyal ve siyasal pratikteki diğer gelişmeler de nedeniyle, sisteme 1971 ayarı verildi. Bu dönemdeki anayasa değişikliklerine bakıldığında, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Hâkimler Kurulu ve Siyasi Partilere ilişkin hükümler ağırlığı oluşturdu. Görüldüğü üzere sistemin iç iktidarlarına yönelik tehditler, siyasi partileri siyasette tümüyle etkisiz hale getirerek gideriliyordu.
Türkiye’de bu kadar çok siyasi partinin kapatılmış olmasının nedeni kendiliğinden anlaşılıyor. Ordu ve yargı gibi iç iktidarların süreçte ortaya çıkan zaafları da ilgili kurumlara müdahale edilerek ortadan kaldırılıyordu.
Nihayet, son derece zalimce planlanmış 12 Eylül darbesinden sonra sisteme en büyük müdahale, 1982 Anayasası ve 1983 Meclisinin başkanlık divanı oluşturuluncaya kadar, hattâ ondan da sonra,Milli Güvenlik Konseyi tarafından çıkarılan yasalarla ve/ya gerçekleştirilen değişilkiklerle yapıldı.
1924 ve 1961 anayasalarında değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez madde sadece “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” yönündeki ilk madde iken, 1982 Anayasası bunu ilk üç madde olarak genişletti. Bunların arasında devletin dilinin Türkçe olduğuna ilişkin hüküm de var. Oysa buna muadil hüküm 1924 ve 1961 Anayasasında “Devletin resmi dili Türkçedir” şeklindeydi. Ayrıca, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir hüküm değildi.
Yüksek yargı iktidarının tamamen birbirini belirleme yöntemiyle dışa kapalı hale getirilmesi, ordunun sistem içindeki yerinin güçlendirilmesi, hükümetleri yönlendirme gücüne sahip idari bürokrasinin geliştirilmesi yoluyla, sistemin iç iktidarları sağlamlaştırıldı. Başka deyişle vesayet rejimi, tüm garantörlerinin (vasilerinin) iyice güçlendirilmesi suretiyle, muhkem hale getirildi.
Ancak sistemin devamlılığı için bürokratik-kurumsal baskı aygıtları yeterli olmadığından, ideolojik aygıtlar da etkili olarak kullanıldı.
Bunlar arasında öne çıkanlar, endoktrinasyon içeren milli eğitim sistemi, meslek gruplarını ideolojik olarak belirleyen kamu kuruluşu niteliğindeki meslek örgütleri ve tabii ki önce basın sonra medya gücü olan iletişim yapıları oldu.
Gerçekten de, kuruluşundan beri sistemin iç iktidarlarına temel lojistik desteği sağlayan egemen basın, 1980’li yıllarla birlikte medya gücüne dönüşerek sistemin iç iktidarlarının baş asistanlığı rolünü üstlendi. 1960 yılından beri, beşi açık olmak üzere ordunun yaptığı tüm müdahalelerde, egemen basının çok önemli rol oynadığı biliniyor.
Türkiye’de büyük medya güçleri, “basının dördüncü kuvvet olması” tezini Batıda anlaşıldığı şekilde toplumu doğru bilgilendirme temelinde halkın iktidarları takibine, desteğine veya eleştirisine imkân sağlayan bir güç olarak değil, tam tersine, Türkiye’nin iç iktidarlarıyla birlikte hükmetme anlamında egemen bir güç olarak kabul ettiler.
Bu nedenle, hükümetleri kurma ve düşürme gücüne sahibiz demek cesaretinde oldular.
Özetle, “Cumhuriyet ulusu ideolojisi” bir ulus yaratma projesi olarak başarılı olamadı.Tarihsel ve sosyolojik gerçeklik karşısında başarılı olması da mümkün değildi.
Ama bu ideolojiyi egemen kılan ve sürdüren bir devlet anlayışı ve bu anlayışa uygun bir sistem yaratıldı. Bu devlet anlayışı ve bu sistem, ordu, yüksek yargı ve idare bürokrasisinden oluşan elit iktidarların belirleyici olduğu; halkın “hatalı” tercihlerine karşı siyaset alanına yönelik her türlü tedbirin alındığı; ordunun müdahalelerinin milletin meşru direnme hakkı olarak tanımlandığı (ordu-millet özdeşliğinin esas alındığı) bir devlet pratiğini ortaya çıkardı.
Bu devlet pratiği, ordunun müdahaleleriyle yahut yargı kararlarıyla parlamentoyu etkisiz kıldı. İç iktidarların hukuk dışı eylemlerini soruşturma ve yargılamayı olanaksızlaştırdı. Devletle yurttaşın çekiştiği her alanda devletin kuruluş ideolojisinden yana tavır alan taraflı ve bağımlı bir yargı ortaya çıkardı. Hakların ve özgürlüklerin, sistemin değişimine yönelik sonuçlar doğuracak şekilde talep edilmesi ve kullanılmasının önüne geçen idari ve yargısal uygulamalar oluşturdu. Sistemi demokratikleştirme yönünde yasama faaliyeti yürütmeyi imkânsızlaştıran Anayasa Yargısı uygulamasını geliştirdi. Türkiye’yi iptal edilmiş yasalar ve kapatılan siyasi partiler mezarlığına çevirdi. Aynı yaklaşım, hükümet işlemlerine vesayet uygulayan ve çoğunlukla yürütmeyi durdurma ya da iptal kararlarıyla engelleyici bir misyonu ifa eden Danıştay’ın idari yargı pratiğinde de ortaya çıktı.
İşte şimdi, bu eski devlet pratiğinin güvenceleri olan kuralların ve kurumların reform yoluyla değiştirilmesinin zorunlu hale geldiği bir dönemi yaşıyoruz.
Şimdiye kadarki süreçte, Erdoğan önderliğinde AK Parti hükümetleri tarafından yapılan revizyonlar, eski sistemi tamamen tasfiye edemedi; sadece kısmen milli iradeye açık hale getirdi. Ama en önemlisi, son on dört yıl içinde reformcu değişimin koşulları oluşturuldu. Reform esaslı değişim, ancak çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasi yönünde olabilir. Ve ancak böyle olursa Türkiye Toplumunun ihtiyaçlarına yanıt verebilir. Yaşadığımız tüm sorunlar bir bütün olarak Türkiye Toplumunun sorunlarıdır. Bu sorunların her birinin çözümü için atılacak adımlar, yahut çözüm olanağı sağlayacak adımlar, Türkiye Toplumunun ihtiyacı olan değişimi mümkün kılacak adımlar olacak.
Türkiye Toplumu, çok parçalı, çok kültürlü, çok kimlikli yapısını hesaba katan yeni bir bütünlük olarak Türkiye Milleti oluşturmanın sancılarını yaşıyor. Bu oluşum süreci, hukuk yoluyla kuruculuğun kapsamını ve demokrasiyi geliştirme süreci olarak içerik kazanıyor. Yeni anayasa ve başkanlık sistemi de, bu süreçte kapsamlı reformlar başlatmanın ilk ve fakat en belirleyici adımı olarak öne çıkıyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.09.2025
26.01.2025
23.12.2024
14.02.2016
3.02.2016
28.01.2016
20.01.2016
13.01.2016
8.02.2016
30.12.2015