Metin Karabaşoğlu
Hayat bir ‘arayış’ ve ‘yolculuk’la tarif edilir zaman zaman. Bu arayışın başlama noktası sorular, varacağı yer ise cevaplar olarak düşünülür. Hayat sorulara cevap bulma arayışı, sorulardan cevaplara bir yolculuktur bu tarif ve düşünüşe göre.
Şahsen, hayata dair bu yorumun yanlış olmasa bile eksik olduğunu düşünürüm. Çünkü insanın hayat yolculuğu sorularla başlamaz. Bilakis gözümüzü açtığımız dünya, doğru veya yanlış, ‘cevaplar’ın dünyasıdır, biz daha soru sormadan bize sunulan hazır cevaplar mevcuttur ve her insan ya kendisine sunulan bu hazır cevapları sorgusuzca almak veya sorgulamak arasında bir tercihe mecbur kalır. ‘Taklid’ ve ‘tahkik’ diye de ifade edilen bir tercih mecburiyeti. Sunulan cevapları sorgusuzca aldığımızda ‘taklid’i, doğru olup olmadığını sorgulayarak yanlış ise reddedip doğru ise kabul ettiğimizde ise ‘tahkik’i seçmiş oluruz. Bu açıdan bakıldığında, hayatı aslında ‘taklidden tahkike’ bir yolculuk olarak tarif edilebilir. Bazıları hep taklidde kalır, bazıları tahkik eder (maamafih bazıları da vardır ki, hep aramaktan bulmaya asla vakit bulamaz, bulsa bile bulduğunu farkedemez). Her hâlükârda, her bir insanın sorularına cevap bulmadan önce, önünde bulduğu hazır cevaplar için sorular üretmesi gerekir. Taklidin zinciri böyle kırılır, tahkikin adımları böyle atılır. Gençliğe adım attığında her insanın bir ‘itiraz çağı’na adım atmasının, o güne dek kendisine sunulan cevaplar yanlış da olsa doğru da olsa muhakkak bir sorgulama yöneliminin içinde uyanmasının hikmeti de, her halde insana yakışanın ve Yaratıcının insandan muradının ‘tahkik’ olmasıdır.
Lâkin hazır cevaplar aileden, okuldan, sokaktan, medyadan sürekli zihnimize işliyorsa; isabetsiz de olsa bir söz, bir söylem farklı mecralardan ve milyonlarca ağızdan tekrar tekrar kulağımıza geliyorsa, insan onu sorgusuzca kabule yatkın hale gelir. Bu kadar insan yanlış düşünüyor olamaz diye düşünülür. O sebeple, bir cevabın dile getireni çok ise, o hazır cevaba dair ezberi bozup soru sormak da, sorgulamaya kalkışmak da kolay değildir.
Özellikle bir ‘ideoloji’yi merkeze koyan, devleti ve kurumlarını bu ideolojinin hizmetine veren, bu meyanda bilhassa eğitimi ve okulları ‘düşünmenin’ değil belli bir ‘düşünce’nin öğretildiği alanlar olarak tasarlayan ülkelerde, bu bilhassa böyledir. Bu diyarlarda, kişilerin ilkokulda söylediği ile elli yaşına geldiğinde söylediği neredeyse birebir aynı kalır. Dahası, böyle diyarlarda, spesifik bir alanla ilgili en üst düzey eğitimi almış olan, dolayısıyla ‘tahkik ehli’ olması kendisinden bilhassa beklenen kişileri dahi, iş ‘ulusal’ meselelere geldiğinde ilkokul ezberini tekrar eder halde görürüz.
Anayasasının daha dibâcesinde bir isme atıfla yazılanlar, bu ülkenin de öyle bir ülke olduğunu bize söylüyor. Ve bu ülkede, kendisini sözkonusu ideoloji ile mesafeli görenlerin dahi onun ekseninde üretilen söylemleri kabulde sorgusuzca buluşmasına şahit oluyoruz. Sağ-sol, seküler-dindar vs. gibi farklı yelpazeleri içermekle birlikte bu toplumda milliyetçiliğin ve devletçiliğin her hâlükârda hâkim zihniyet olması; birbiriyle çatışan birçok eğilimin devletçilik ve milliyetçilikte ortaklaşması bununla ilgili olsa gerek.
İşte bu durum, ‘politik olarak doğru’ olarak kabul gören, öğretilmiş ve sorgulanmamış ‘hazır cevap’larla gerçekleşiyor. Bir dizi söylem, özellikle kritik anlarda satıh altından başını çıkarıyor ve en mâkul görünen insanları dahi sorgusuzca ortak bir refleksin temsilcileri olarak görebiliyoruz. Gerilim anlarında kolayca çatışmadan, hatta savaştan yana tutum alışların; alınan kararın veya tercih edilen davranışın sorgulamasını yapmadan, doğruluğu tartışmasız kabul görmüş şekilde “Ülkemizin yanındayız” diye konuşmanın; karar alma mekanizmalarında çok farklı gerekçeler veya hesaplarla ve kamuoyunu yok sayarak, atlatarak yahut manipüle ederek alınmış kararları dahi ‘Millet olarak…’ diye başlayan cümlelerle baş tâcı kılmanın böyle bir tarafı var işte… Sorgulanmamış hazır cevaplar. Bizzat üretilmemiş bilakis öğretilmiş ezber söylemler…
Halbuki ‘cevaplara sorular’ mümkün olduğunda, bu peşinen kabul görmüş nice söylemin aslında muazzam boşluklar ve tutarsızlıklar içerdiği; dışı süslü gözükse bile içinin boş olduğu görülecektir.
Sözgelimi, sağ-sol, dindar-seküler, şu-bu diye ayırmaksızın neredeyse herkes tarafından kabul gören, iktidarı ve muhalefeti ile siyaseti aynı çizgide hizalandıran “Ülkemin yanındayım” veya “Ülkemizin yanındayız” söylemini alalım. Bu söylem gerçekte ne kadar isabetli? Ve üretilmiş her gerilimde bu söylemin peşine düşmek gerçekten ‘ülkenin lehine’ mi?
Soruları çoğaltalım:
Her hal ve şartta ülkesinin yanında olmak mı bir erdemdir; bir meselede ülkenin durduğu yere ilkesel açıdan bakıp ona göre ülkedeki genel eğilimin yanında veya karşısında olmak mı? Ülkesinin her hal ve şartta doğru yerde ve haklı konumda olduğunu bir insan nasıl varsayabilir ve nasıl böyle bir iddiada bulunabilir? ‘Ülke’nin haksız konumda olduğu bir durum asla sözkonusu olamaz mı yani? Faraza başka bir ülkenin haklı durumda olduğu, ülkemizin ise adil hükmetmediği veya davranmadığı bir durum vuku bulduğunu düşünelim; doğru tutum, haksız olduğu halde ‘ülkesi adına’ karar verdiğini söyleyenlerin yanında saf tutmak mıdır? Veya şöyle soralım: Ülke bir olayda özgürlükten değil baskıdan yana bir tercihte bulunursa; yahut ‘ülkenin çıkarları’ ile ‘insanî değerler’ arasında bir çelişki ve çatışma durumu ortaya çıkarsa; veya ülkenin karar vericileri veya çoğunluğu azınlık bir gruba veya hatta bir kişiye yönelik bir haksızlığı elbirliğiyle savunursa, insana yakışan yine de ‘ülkemin yanındayım’ diyerek bu çizgide mi hizalanmaktır? Meselâ ‘ülkemiz’e destek olan ama kendi halkına zulmeden bir diktatör sözkonusu olduğunda durmamız gereken yer ülkemize yardımı dolayısıyla onu alkışlamak ve zulmünü aklamak mıdır, yoksa halkına zulmetmesi dolayısıyla ona mesafeli durmak mıdır?
Öyle öğretildiği, her zaman duyduğumuz ve hemen herkesten duyduğumuz için bize tartışmasız doğru gibi gelen bir söylemin aslında ayağını yere sağlam basmadığını sadece böylesi sorular ile dahi görmek mümkün.
Ama sorgulanmamış hazır cevapların, öğretilmiş ezbere söylemlerin etkisi altında, değil bu soruların sorulmasını gerektiren ‘gerçek’ durumlar, olaylar ve olgular görmek, böylesi soruları ‘faraza’ diyerek sormak dahi mümkün yahut kolay değildir.
Oysa bu soruların peşine düşüldüğünde, bizi insan kılan ve dolayısıyla asıl yurdumuz olan şeyin temel insanî ilkeler olduğu, ‘ülke’nin de ancak ‘ilke’lere uygunlukla değerlendiği görülecektir. Meselâ adalet vazgeçilmez ilkedir, özgürlük vazgeçilmez ilkedir, merhamet vazgeçilmez ilkedir, aleyhine bile gözükse doğruyu söylemek ve haktan yana tutum almak temel ilkedir. Biz bu gibi temel ilkeler ile gerçekten ‘insan’ oluruz. Bir ülke de ancak ‘dârü’l-adl’ olabildiğinde ‘yurt’ kelimesinin hakkını verir hale gelir. O halde, ‘ülke’nin yanında olmak, ülkenin, daha doğrusu ülkeyi yönetenlerin, karar alıcıların ve onları destekleyenlerin ‘ilke’lere uygun tutum ve duruş geliştirmeleri şartına bağlı olma durumundadır. Temel insanî ilkelerin izi sürüldüğünde, ‘ülke’ ile ‘ilke’nin çeliştiği veya çatıştığı durumlarda tercih edeceğimiz veya sığınacağımız adresin ‘ilke’ olduğu aşikâre çıkar karşımıza. ‘Ülke’yi sorgulanmamış bir önkabulle ‘ilke’yle memzuç halde görmek bir yanılgıdır ve sıklıkla—güya ‘ülke adına’—ilkelerin çiğnenmesi sonucunu üretir ve son tahlilde ülkenin hayrına bir sonuç da getirmez. “Ülkemin yanındayım” söyleminin isabet düzeyini belirlemek için, en azından ‘farazî’ olarak, ülke ile ilkenin ayrıştığı durumlara dair sorular oluşturup, bu sorulara verilmesi gereken ‘ilkesel’ cevapların izini sürmek gerekir. Hem ilke hem ülkenin aynı çizgide olduğu durumlarda karar vermek kolaydır; ama ‘ya ilke ya ülke’ denkleminin kendisini dayattığı yerlerde sözkonusu söylemin kofluğu, asılsızlığı veya ben/biz-merkezciliği kendisini açıkça ele verir.
Aslolan ilkelerdir. Aslolan adalettir, özgürlüktür, merhamettir; menfaatin değil erdemin izini sürmektir, asabiyet değil insaftır ve hakkâniyettir. Aslolan, ‘profesyonel’ veya ‘konjonktürel’ vicdanlılık değil, her hal ve şartta olup biteni vicdanın terazisi ile tartmaktır. Bütün bu ilkeler mucebince bakarsak, başkası yaptığında yanlış olanı, biz yaptığımızda da yanlış olarak tesbit etmek, savunmamak, bilakis yanlışın terkedilmesi için çaba sarfetmek gerekir.Yahut yanlışı bize karşı gözüken bir ülke yapınca ses çıkarıp, bize taraf gözüken bir ülke yapınca savunmaya kalkışmamak gerekir. Aynı ülkeyle aramız limoni iken konuştuğumuz bir zulüm için, aramız iyi olunca susmamak gerekir, hele ki ‘ulusal çıkar’lar, ‘konjonktür’ vs. gibi kelimeleri de devreye sokup suskunluğuna asla kılıf üretmemek gerekir. Aynı zulüm yönetenlerin ‘kavgalı’ olduğu bir ülke tarafından yapıldığında ortalığı feryada verirken, yönetenlerin ‘anlaşmalı’ olduğu bir ülke tarafından yapıldığında üç maymunları oynamak, ‘ilkesizlik’ olduğu gibi, ‘ülkenin yanında olmak’ da değildir.
Vicdanı hükûmet kapısında nöbet tutan bir kamuoyundan ve buna mazeret üreten bir söylemden kimseye hayır gelmez; yönetilenlere de, yönetenlere de…
“Ülkemin yanındayım” demenin yolu, ilkenin karşısında olmaktan geçmiyor velhasıl. Bilakis ülkesini seven, ilkeyi korur, ilkesel konuşur, ‘ülke’sinden ‘ilke’sine uygunluk ister ve bekler.
Ne yaparsa yapsın, haklı da haksız da olsun, her meselede ülkenin yanında olmak doğru bir ilke olmadığı gibi, ülkenin de lehine değildir. Ama her hal ve şartta ilkenin yanında olmak, dar ufuklulara ‘ülkenin lehine’ gözükmese bile, er ya da geç ülkeye de kazandıracaktır…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.03.2025
26.12.2024
24.12.2024
12.12.2024
23.10.2024
26.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
29.06.2024
11.06.2024