Mümtazer TÜRKÖNE

Mümtazer TÜRKÖNE
Mümtazer TÜRKÖNE
Tüm Yazıları
Otokraside tutuklu kalanlar…
5.05.2025
44
Bir tek merkez, saray ve dar bir yargı ekibi dışında gündemdeki yargılamalar, Türkiye’de muhalefeti ezmeyi, parçalamayı ve etkisiz hale getirmeyi amaçlayan siyasî operasyonlar olarak görülüyor, eleştiriliyor ve maşerî vicdanda mahkûm ediliyor. “Rakibinizi çok güzel ortadan kaldırdınız, aferin” diye millet, gelip size destek mi verecek? Huruşanı andıran milletin öfkesini ne yapacaksınız?

Otokratik operasyonlara karşı kesif bir hukuk devleti hassasiyeti yükseliyor.

Yargıtay Birinci Başkan Vekili Ahmet Ömeroğlu’nun “adil yargılama” uyarısı ve “tutuklama istisna olarak uygulanmalı” sözü, muhatap ve gündem itibarıyla 19 Mart depremine karşı sarfedilmiş olmalı. AYM Başkanının, Ahiret müeyyidelerine dayanarak öne sürdüğü benzer uyarıların, karşısında oturan dindar ve muhafazakâr ve ayrıca güç sahibi muktedirleri hedef aldığı kanaati egemen oldu. “Haktan uzak yaşayanın, haksızlıktan yakayı kurtaramayacağını unutmamalıdır.” cümlesinin, aktüel soruşturmalarda hukuka aykırı karar veren hakim ve savcılara yönelik tehdit içerdiği bile söylenebilir.  Bahçeli, çok tartışılan benzer bir uyarı yaptı; MHP’nin önde gelen hukukçu ismi Feti Yıldız, “tutuksuz yargılama esastır” diyerek açıkça siyasî yargılamaları eleştirdi. İyi Parti lideri Dervişoğlu’nun aynı kıvamda, çorbada tuzu oldu.

Bir tek merkez, saray ve dar bir yargı ekibi dışında gündemdeki yargılamalar, Türkiye’de muhalefeti ezmeyi, parçalamayı ve etkisiz hale getirmeyi amaçlayan siyasî operasyonlar olarak görülüyor, eleştiriliyor ve maşerî vicdanda mahkûm ediliyor.

Çıkartılan sonuç şu: İmamoğlu ve Ümit Özdağ başta olmak üzere siyasetin namlı isimleri, gerçekte yargının değil, otokrasinin kararı ve tasarrufu sonucu demir parmaklıklar arkasında tutuluyor.

Doğru mu?

Kamuoyu araştırmaları, AK Partililer de dahil olmak üzere algının bu şekilde halka yerleştiğini gösteriyor.

Sonra ortaya trajikomik bir tablo çıkıyor. İnsanların özgürlüklerinden mahrum bırakılması trajedi, bu kadar gözümüze sokularak ve tam tersi sonuçlara yol açarak, yani akılsızca yapılması ise komedi.

Ama sonrasında, “Ben sende tutuklu kaldım” veya “Saçların parmaklık, gözlerin gardiyan olsun!” tarzı, arabesk kıvamda bir şarkı gelmiyor.

Yani durum son derece ciddi.

Otokrasi ne demek?

“Otoriter”, “diktatör”, “tiran”, “despot” gibi nüansla birbirinden ayrılan kavramların hemen yanıbaşında duran “otokrasi” kavramı bugünkü sıkıntımızı ifade etmek için çok yaygın kullanılıyor.

Kavramların inceliklerini ayırdetmekte zorlananlar için basit ve sentetik bir tanımlama yapalım:

Otomobilin “oto”sunu, demokrasinin de “krasi”sini alıp birleştirin. “Kendi kendine hareket eden”den “kendi kendine”yi, “halkın iktidarı”ndan da “iktidar”ı almış oluyorsunuz. Ortaya “kendi kendine iktidar” kavramı çıkıyor, öyle değil mi?

Otokrasi, uyacağı kuralları kendisi belirleyen, kendi koydukları dışında hiçbir şarta ve sınıra aldırış etmeyen, yani “keyfi yönetim” anlamına geliyor.

İstisnasız bütün yönetimler otokratik eğilim taşır. İktidara gelene, kendisine verilen alan hep dar gelir. Dışardan veya aşağıdan bir zorlama ile karşılaşmadığı takdirde güç sahibi iktidarını götürebileceği en uç sınırlara kadar yaymak ve her deliğe nüfuz etmek ister. Bu yüzden otokrasi bazı kişilere has, özel ve kişisel bir sorun olarak, istisnai bir durum şeklinde karşınıza çıkmaz. Otokrasi eğilimi bütün iktidarlar için geçerlidir; bazısı yolunu bulur keyfe ma yeşa bir iktidar inşa eder, bazısı kurallara mecburen boyun eğer. Otokratik yönetimlerin doğasını anlamak için, ona fren koyamayan veya dengeleyemeyen harici faktörlere bakmak gerekir. Sır, kişilerde değil, onun dışındaki dengelerde ve sınırlardadır.

Size “dur” diyen yok. Hayalleriniz kadar güçlüsünüz? Kendi kendinize durur musunuz?

Karşımızda duran konturları çok kalın olan siyah beyaz tabloya bakarak şu sorunun cevabını da ondan çıkacak hükmü de verebilirsiniz:

Türkiye otokrasi ile mi yönetiliyor?

Mantıklı bir sonuca ulaşalım: 23 yıl iktidarda kalan birini nasıl sınırlayıp dengeleyeceksiniz?

Siyaset, doğasının gereği kendi hükmünü icra ediyor.

Otokrasinin hesabı, ülkenin çıkarı:

Problem, otokrasinin doymak bilmez güç iştahı ile ülkenin âlî çıkarları arasında giderek derinleşen uçurumu aşmaya çalışırken karşımıza çıkıyor.

Türkiye, bir ülke ve halk olarak uçuşa geçecek tarihî fırsatlar yakalıyor; ama yükü taşımakla görevli devlet adı verilen talih kuşu gelip otokrasinin ördüğü duvara tosluyor. Açık bir şekilde ifade edelim: Sorun Erdoğan değil, otokratik yapı. Erdoğan hukukun ve anayasa kurallarının, denge denetim mekanizmalarının işlediği parlamenter sistemin başbakanı olarak ülkeyi yönetiyor olsaydı, bugün önümüze çıkan fırsatlar anında büyük kazançlara dönüşebilirdi. Ama otokraside bu fırsatları kazanca dönüştürecek mekanizmalar işlemiyor.

Halley kuyruklu yıldızı gibi, karanlık gökyüzünde uzun kuyruğu ile yol alan bir kuyruklu yıldız tahayyül edin. Arkadaki kuyruk koskoca devlet cihazı ve bürokrasiyi ifade ediyor, yıldızın ani manevralarına uyum sağlamak zorundalar. Veya durumu koskoca bir ordunun muharebe alanında sevk ve idaresi olarak tasavvur edin. Yolu tesviye etmek, köprüler inşa ederek yönetimin de milletin de yürüyüşünü kolaylaştırmakla görevli istihkâm grubu, ordunun en arkasında seyahat ediyor. Yani atlar arabanın arkasına bağlanıyor.

Çözüm Süreci için de, ekonomik krizden çıkış için de aynı zaaf söz konusu.

İki meseleyi de sırtlanmış, etkili, çevik ve akıllı bir bürokrasi-teknokrasi ekipleri meydanda yoklar. Yıldızın kuyruğunda yer alan bir iki meteor parçası, yani Saraydakiler her şeye maydanoz oluyorlar.

5 bin yıllık denilen, hiç olmazsa bin yıldır bu topraklarda duruma vaziyet eden bir devletin aklı, birikimi ve kurumları değil, yıldızın kuyruğuna yapışan, vücut dili ve ses tonu ile arz-ı ubudiyet eden muhterislerin yönettiği komplolar, entrikalar ve hukuk tanımazlıklar ülkenin kaderini belirliyor.

Saraydan bir şekilde dışarıya yansıyan fikir makulelerine göz atmanız, otokrasinin şemsiyesi altında ne kadar ağır bir karanlığa gömüldüğümüzü göstermeye yeterli olmalı. Ama başka türlüsü olmuyor, politika yapay zekâ çağında maalesef testere ve törpü ile bu el tezgahlarında, plansız-projesiz uygulanıp yürütülüyor.

19 Mart operasyonu gibi.

19 Mart’tan sonra hangi tarih gelecek:

19 Mart, daha başlamadan bitmiş, başarısızlığa uğramış bir “muhalefeti tasfiye operasyonu” idi. Yarattığı derin ve kapatılması mümkün olmayan meşruiyet boşluğu ile muhalefeti mağdur ve mazlum kılarak, muhalefete güç verdi.

Güç zekâyı ve stratejik aklı devre dışı bırakıyor, bataklıkta çırpındıkça daha fazla batıyorlar. Belden aşağı vuruşlarla, özrü kabahatinden büyük jestlerle bu bataklık iktidarın enerjisini daha fazla soğuruyor.

Gündem olarak bu haftaya yayılacağı anlaşılan, İBB’de ikinci dalga operasyon yanlışta inadın eseri olarak sürecek.

Toplumun psikolojisine, iktidar değişimini zorlayan sosyolojiye kimse dönüp bakmıyor, anlamaya çalışmıyor. Rakiplerin ayağını kaydırmaya odaklı operasyonların bu derin sosyolojiyi ortadan kaldıramayacağını ve en önemlisi yoksullaşan kitlelerin açlığını gideremeyeceğini göremiyorlar.

Tamam, öyle olsun diyelim:

İmamoğlu imha edilecek.

Peki ya sonra?

“Rakibinizi çok güzel ortadan kaldırdınız, aferin” diye millet, gelip size destek mi verecek? Huruşanı andıran milletin öfkesini ne yapacaksınız?

Otokrasi, tek bir yıldızın peşinde yol aldığı için karşısındakini de bir kişi olarak görüyor. Halbuki tam tersine, rakibini yaratan sosyolojinin dinamiklerine ellerindeki yangın kovaları ile benzin taşıyorlar.

Otokrasi, sahipleri ve nemalananları için de bir tuzağa dönüşüyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar