Namık ÇINAR

Namık ÇINAR
Namık ÇINAR
Haberdar Tüm Yazıları
Silivri’den mektup var
15.10.2012
4282

 Genelkurmay’ın “İrtica ile Mücadele Eylem Plânı” adıyla bilinen “Harekât Emri” taslağını hazırladığı iddiası ile yargılanması hâlen süren, ama bu ara “Balyoz davası”nda da suçlu görülüp on altı yıl hapsine karar verilen Silivri tutuklusu Dz. P. Kur. Alb. Dursun Çiçek’ten uzunca bir mektup aldım. İlâve olarak, elinde ne belge varsa bir CD’ye yüklemiş, onları da göndermiş.

Masumiyetini haykırarak uçan kuştan bile medet umar bir noktaya gelmiş olduğunu duyumsayıp da etkilenmemek ve tabii ki üzülmemek elde değil doğrusu.

“Harbiye’den mezun olmuş aydın ve eski bir subay olarak, çok farklı ve özgürlükçü görüşleri savunan bir köşe yazarı” olduğumu söyleyerek beni övmekle beraber, “en büyük haksızlığı ve yargısız infazı yapan bir gazetede yazdığımı” eklemeyi de ihmal etmemiş.

Taraf’la ilgili kanaatleri elbet de doğru olamaz. Benim gazetem, çıktığı günden beri korkusuzca gerçeğin peşinde. Yazmaya başladığımın ilk günlerinde, sadece sövgü mesajları aldığımı söylemiştim de,“demek iyi yoldasın, çünkü doğruları söylemenin belirtilerinden biri de budur”, demişti Ahmet Altan. Ama şimdi konumuz bu değil.

Dursun Çiçek’in yazdıkları ve belge diye gönderdiklerinin hukuki tahlillerine kalkışmak benim işim ve harcım olamaz. Ne savcı ya da yargıç, ne de polisim çünkü ben. Türkiye’nin doksan senedir, hemen her hususta olduğu gibi, yargısal alanda da ilkel bir ülke olduğu bilgisi yeni bir şey değil ki. Kimbilir ne düzenbazlıklar ve haksızlıklar yapılmıştır, yakınılan o yargısal süreçlerde.

O yüzden, bu davalara endekslenmiş gibi duran şu mahut “militarizm sorunu”muzun çözülüp de, demokratik bir düzlüğe çıkamayacağımızın kaygısını taşıdım durdum hep, tâ başından beri.

Saçından tırnağına kadar kaçınılmazlığına inandığım ordu reformunun, yargıda süren hırsız-polis oyunlarına kurban gitmesine daima karşı çıktım. Faşizan tasarruflarıyla halka kök söktürenlere hak ettikleri cezaları ödetmekten öteye gidemeyen şimdiye kadarki yöntem, sistemi değiştirmekten daha önde gelen bir şey değil, benim için.

Ko varsın bunun yerine, reformlar yapılmış olsa ve olumlu sonuçları da tüm topluma ve Silahlı Kuvvetler’e yansısaydı da; darbecilik çizgisini hâlâ bir matahmış gibi sürdürenler, utançtan insan içine çıkamayacak hâle gelselerdi, daha iyiydi.

Ne ki, bunların hiç biri yapılmadı. Tv’lerde ve gazete köşelerinde sadece çan-çan-çan diye çene patlatıldı, o kadar.

Kimi aklı evveller de, havaya yapılan bu konuşmalara suya yazılan bu yazılara bakıp, her işin olup bittiğini sandılar. Oysa bunların çoğu, yüz sene önceki “Hürriyetin ilânı”ndan beri, ortamını bulunca telâffuz edilebilen şeylerdi.

Darbelerin halka karşı işlenmiş ihanetler olduğu duygusunu veren bir iklim, yalnızca politik retoriklerle değil yasalarla da yaratılabilseydi, bu işlerin asıl tezgâhçıları olan generallere sadakat, belki de hakikaten masum olmalarına rağmen Dursun Çiçek ve daha nicelerinin mektup ya da savunma metinlerine sinmez, cezalandırılmayı göze alacakları bir dayanışmaya da itilmezlerdi.

Ah! o Genelkurmay’ın, Kuvvet ve Ordu Komutanlıkları’nın karargâhlarındaki duvarların dili olsa da konuşsa diye iç geçirmek yerine, keşke boşu boşuna ceza almalarını önleyecek bir atmosfer oluşturulabilseydi de, oralarda görev yapmış subaylar anlatsalardı her bir şeyi.

Nasıl ki AKP iktidar olunca irticanın hortlayacağı endişesi kof çıktı ise, yapılacak reformlar sayesinde darbeci generallerin uygarlık ve askerlik anlayışlarının da kof oldukları ortaya çıkacaktı.

Lâkin bunun için hiçbir yapısal gayret gösterilmedi. O yüzden bütün ordu kendi içine daha da kapanarak, izole bir beklentiye sürüklenmiş oldu.

Bu ordu netice olarak elli senedir darbe yapmakla marufken, sütten çıkmış ak kaşık havalarındaki generallerin oyununa gelerek “biz” diye kenetlenip savunmalar kurgulamak, milletin zekâsıyla alay etmeye girer.

Hâlbuki benim açımdan Dursun Çiçek gibiler, darbe düzenleyicilikleri bakımından zurnanın son deliği sayılmalıdırlar.

Ama onların henüz tesirini yeterince görmedikleri şey, verilen cezalar kesinleştikçe ve bu işlerdeki sorumluluklarını iyi bildikleri generallerin dışarılarda ellerini kollarını sallayarak dolaştıklarını duydukça, ağızlarındaki baklaları çıkarmamanın giderek daha da koyacak olduğudur.

Ayrıca belirtmeliyim ki, bana gelen mektuptaki CD’de görünen “İrtica ile Mücadele Eylem Plânı”mahiyetindeki “Harekât Emri” eğer suçlanan belgeyi ifade ediyorsa, savcı ve yargıçlara derim ki, ıslak mıydı kurumuydu diye altındaki imza ile boşuna vakit öldürmeyiniz. Çünkü böyle bir harekât emri olmaz, olamaz.

Askerler, talimname kavramı olan “koordineli” sözcüğü varken, “senkronize” diyerek su balesi diliyle konuşmazlar. “İrticai unsurlar” dururken asla ve kat’a “irticacılar” lâfını etmezler.

“Ast birliklere görevler”ini tevdi etmeyen bir “İcra” maddesi olmaz. Aksi hâlde icrai bir faaliyet yürütülemeyecek demektir. Harekât emrini müteharrik kılan işte bu icra maddesi ve ast birliklere verilen görevlerdir. Başka türlüsü, işin tabiatına aykırıdır.

Ana başlıklarından olan “İdari ve lojistik hususlar” ile “komuta ve muhabere”si bulunmayan bir harekât emri, beş duyusu eksik bir insana ya da gazetecilik mesleğinde “5” yerine “3N1K”denmesine benzer.

Böyle bir metinle Harp Okulu yahut Harp Akademisi’nden değil subay veya kurmay, adamı onbaşı olarak bile mezun etmezler.

Bu kafayla giden yargı, korkarım ki asıl suçluları göremeyecek ve askerî vesayetin de aklanmasına yol açacaktır.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar