Neşe Düzel
|
|
||
“Van’da çöken binalardan saha mühendisi veya fenni mesul sorumlu. Bu iki mühendis, betonun kötü olduğunu fark etmeyerek, gerekli önlemi almayarak sorumlular. Betonu test etmeleri gerekirdi.”
“En riskli grup, dört-beş katlı sıradan binalar. Usta, kalfa, müteahhit, bu binaları yapmaktan korkmaz. ‘Ben bundan yaptım zaten’ deyip malzemeyi azaltır. Yüksek binalarda ise projeden sapmaya biraz çekinir.”
“İnsanlar, daire satın alırken, önce binanın projesini istesinler. Orada kat sayısını görürler. Mesela projede bina altı kat, uygulamada ise yedi katsa, bu binadan kesinlikle uzak dursunlar.”
*** NEDEN ALPER İLKİ Nasıl 1999 Marmara Depremi, enkaz altında kalan vatandaşının hizmetine gidemeyen kutsal devletin sonu olduysa ve dönemin koalisyon hükümetini sarstıysa, 2011 Van Depremi de AKP hükümetini şöyle bir dipten titretti. On beş yıldır Türkiye’de belediyeleri yöneten AKP çizgisi, bir dahaki depremde enkazın altında kendisi de kalmamak için kaçak yapıları yıkmaya karar verdi. Eğer Başbakan, dediği gibi kaçakları yıkmaya başlarsa, Türkiye büyük bir sistem değişikliğinin kapısını aralar. Çünkü bugüne dek arazileri devletin elinde tutup, halka oy karşılığında ulufe dağıtır gibi dağıtan, onun bu tapusuz araziler üzerinde kaçak bina yapmasına göz yuman, bunlara belediye hizmeti götürerek kaçakları ve haksız kazancı kışkırtan ve bu çarpık müteahhitlik sistemiyle de siyasetçileri ve siyasi partileri finanse eden devasa çark, kaçak yapıların yıkılmasıyla önemli bir darbe alacak. Peki, Türkiye genelinde bugün binaların durumu ne? Sadece kaçaklar mı riskli? Kaçak olmayanlar depremde güvenli mi? Türkiye’deki binaların durumunu ve alınması gereken önlemleri İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Dekan Yardımcısı Alper İlki’yle konuştuk. Prof. Alper İlki, “Çeşitli düzeylerde kaçak yapılar var. Bir, tapusu olmayanlar. İstanbul’daki binaların yüzde 70’i bu anlamda kaçak ve kullanım izinleri yok. İki, imar izni, inşaat izni ve projesi olmayanlar. Bunlar külliyen kaçak ve deprem riskleri çok büyük. Bence Başbakan ikinci grubu kastediyor. Aksi takdirde iş neredeyse bütün binaları kapsar” diyor. *** NEŞE DÜZEL: Yeryüzünde, özellikle de gelişmiş ülkelerde 7.2’lik bir depremin bu kadar çok can alması normal midir? ALPER İLKİ: Bırakın gelişmiş ülkeleri gelişmekte olan bir ülkede de normal değil bu. Her depremde bunu yaşıyoruz ve maalesef daha da yaşayacağız. Çünkü Van’daki yapı stokunun zayıflığıyla ilgili bir durum değil bu. İstanbul dâhil, Türkiye’nin her yerinde Van’daki gibi bir yapı stokumuz var. Hiç şüphe yok! Nerede böyle bir deprem olursa, orada böyle bir sonuçla karşılaşacağız.
Bizim 1940’tan beri bir deprem yönetmeliğimiz var. Üstelik 1975’te yapılan deprem yönetmeliği kendi içinde gayet tutarlı. 1998’de bu yönetmelik revize edildi. Eğer deprem yönetmeliklerinde verilen kurallar uygulansa, bu ülkede hiçbir bina çökmezdi. Bina bir daha kullanılamayacak derecede hasar görebilir ama can kaybına sebep olmazdı. Türkiye’de asıl mesele, eline keser alanın kalıpçı, eline pense alanın demirci ve biraz parası olanın müteahhit olmasıdır. Öyle ki, şu anda inşaatlarda çalışan ustaların, işçilerin bir eğitimden geçmesi gerekmiyor. En bilgisiz kişi de inşaat yapabiliyor.
Şüphesiz var. Mühendislerin hesaplarında hata olabilir. Ama bizim sahada, uygulamada gördüğümüz şu ki, binalarda can kaybına neden olan hatalar, bir mühendisin yapabileceğinin çok ötesinde hatalar. Hasarın asıl gerekçesi mühendisin hesap hatası değil. Zaten bir mühendis, beton kalitesini olması gerekenin yarısı olarak yazamaz ki projede. Üstelik Türkiye müteahhitlik konusunda dünyada sayılı ülkelerden biri. Dünyanın her yerinde inşaat yapıyor. Depremde yaşananlar bilgi yetersizliğinden ötürü değil.
Bakın... Bir binanın yapım sürecinde üç tip mühendislik vardır. Bir, binanın hesaplarını yapan mühendis. İki, binanın projesini sahada uygulayan mühendis. Üç, bu uygulamayı denetleyen mühendis. Eskiden buna fenni mesul deniyordu. Şimdi fenni mesulün yerini denetim firmaları aldı. Ama 2011 yılında bile gidin görün pek çok şantiyede ne sahada uygulamayı yapan, ne de denetimi gerçekleştiren mühendis var. Binanın yapımı, betonun dökülmesi, demir işçiliği, kimse kontrol etmeden usta, kalfa marifetiyle yapılıyor. Şantiye mühendisi işin başında olsa...
Şantiye mühendisi, uygulamayı ciddi olarak yerinde kontrol etse ve bir de şantiye mühendisinden bağımsız binanın yapımı denetleyen bir mühendis olsa... Şantiye mühendisinin hatasını bu mühendis yakalasa... Biz bu deprem sonuçlarıyla karşılaşmayız. Van’da yıkılmayan bir sürü bina var.
Teknik bir sürü nedeni var. Beton çok kalitesiz. Kolon donatıları (demir) az. Demir işçiliği özensiz. Kolonun içindeki donatı nervürlü (burgulu) olması gerekirken aksine düz yüzeyli. Nervürlü donatının depreme mukavemeti düz yüzeyli donatının iki katıdır ve betonla beraber çalışma özelliği çok daha iyidir. Buradaki düz yüzeyli olduğu için donatı görevini yapmadan kolonun içinden sıyrılıyor. Anlayacağınız bütün hatalar birarada yapılmış! Van’da gördüğümüz hasarların büyük bölümü böyle.
Yeni getirilen denetim mekanizması Van’da uygulanmadığı için, çöken binadan saha mühendisi veya fenni mesul sorumlu oluyor. Bu iki mühendis, betonun kötü olduğunu fark etmeyerek ya da gerekli önlemi almayarak bu durumdan sorumlular. Çünkü mühendisin dökülen betonu test etmesi, betondan numune alıp o betonun dayanımına bakması ve yeterliyse betonu kabul etmesi gerekiyor. Size bir örnek anlatayım. 99 depreminden sonra birtakım kalfa ve ustabaşına bir eğitim verdik biz. Bir gün beton karışımını anlattım ve “Siz böyle yapmıyorsunuzdur” dedim. Aralarında çok bilgili bir usta vardı. “Hocam” dedi, “biz de hemen hemen aynısını yapıyoruz. Çimentoyu, kumu aynı miktarda koyuyoruz. Sadece suyu sizin söylediğinizin iki katı katıyoruz.”
Çünkü bol su koyarsanız beton hem el arabasıyla kolay taşınır, hem de kalıbın içine kolay dökülür. Diğer karışımı kalıba dökmek zahmetlidir, kürekle atmak gerekir. O yüzden suyu bol bol koyuyorlar. Oysa önemli olan sadece çimento miktarı değildir. Önemli olan “su bölü çimento miktarı”dır. Dolayısıyla suyu iki kat arttırmak demek çimentonun miktarını yarıya indirmek demektir. Bu da beton dayanıklılığını yarıya düşürür.
1999 Depremi’nden bu yana bütün inşaatlar hazır beton kullanıyor. Çünkü diğeri daha pahalı. Daha önceki tarihte yapılmış olan binalar için beton riski var. Zira bunlarda beton kalitesi olması gerekenin hemen hemen yarı seviyesi. Binlerce numuneden sonra artık bunu söyleyebiliriz biz. Ama şu da var. Herkes hazır beton iyi beton sanıyor.
Hazır beton eşittir iyi beton değil. Çünkü betonun iyi olması için iyi bir karışım olmasının ötesinde, fabrikadan şantiyeye iyi şekilde transfer edilmesi, iki, üç saat yolda gitmemesi ve iyi dökülmesi lazım. Çok güzel bir hazır beton satın aldınız. Ama onu beklettiniz, sonra da altı metre yüksekliğinde bir kalıp kurup onu döktünüz, betonu vibrasyonla sıkıştırmadınız. O beton, beton olmaz işte! Ayrışır. Her şeyin bir kuralı var. Biz ne hazır betonlarla karşılaşıyoruz!
1999 Yalova Depremi’nde 20 bin kişi öldü. Binlerce bina yıkıldı. Hangi mühendis, müteahhit, belediye başkanı veya imar müdürü bundan bir ceza aldı? Bir kişi ceza aldı.
Tek başına müteahhit sorumlu değil ki. Ayrıca belediyeleri de işin içine katmak lazım. Eğer dört katlı proje altı katlı yapılmışsa, bunu belediyelerin bilmemesi mümkün değildir. Aslında hükümetlere kadar gider bu sorumluluk. Bu ülkede peş peşe imar afları çıktı. O bina mevcut durumuyla zor başa çıkacakken, başka nedenler yüzünden dört katlıyken bile dayanıklı değilken, “ben imar affı çıkardım, iki kat daha çıkabilirsin” demek, bir sorumluluktur.
Kamu binalarının kontrolünü, eski ismi Bayındırlık olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yerel mühendisleri, yani Bakanlığın İl Müdürlükleri yapıyor. Bakın... Okul binaları özellikli binalardır. Bunlar, hem uzun süreli, yoğun olarak kullanılan binalardır hem de depremlerden sonra barınak olarak kullanılması gereken yapılardır. Okul binaları depremde yıkılmaz. Çünkü okul binası çok büyük depreme göre tasarlanır. Buna rağmen okul yere yapışmışsa, buradaki hata, sıradan bir binaya göre çok daha fazla demektir.
Yere ve deprem niteliğine göre değişir bu... Bana soruyu Anadolu’daki binaların kaçta kaçı deprem yönetmeliğine uygun yapılmıştır diye sorarsanız, tahminim şu ki yüzde 90’ı 1975 Deprem Yönetmeliği’ne bile uygun olarak yapılmamıştır. Kaldı ki, bizim için depreme dayanıklı olan yapı, deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılmış yapıdır. Bırakın 1999 Deprem Yönetmeliği’ni, kırk yıl önceki 1975 Yönetmeliği’ne bile uygun yapılsa, bu binalar depreme dayanıklı olur ve kimse ölmez. Heyecandan kalp krizi geçirirdi, kafasına tuğla düşer ölürdü beli ama binada “pancake” dediğimiz toptan göçme olmazdı.
Van’dakinden çok farklı bir tablo olmazdı. Benzer bir resim ortaya çıkardı. Köy yapılarını ayırarak söylüyorum bunu.
İstanbul’da böyle bir 7.2’lik depreme dayanamayacak çok bina var. Zaten bazı senaryo çalışmaları, binaların yüzde üçü-beşi mertebesinde bir toptan göçme gösteriyor. Van’daki binayla Adapazarı ve Yalova’daki bina arasında önemli fark yok. İstanbul’daki depremle de arada büyük fark olmaz. Çünkü aynı felsefe, aynı müteahhit, aynı usta, aynı kalfa, aynı denetim mekanizması bu binaları yapıyor. İstanbul’da da muhakkak un ufak olan binalar olacak, hasar ve can kaybı yaşanacak. Şunu söyleyeyim. Bu konu, teknik bir mesele olmaktan çok etik bir mesele. Kafanın değişmesi lazım. Biz, 1999 Depremi’ni 2011’de gene yaşadık. Bir binanın depreme dayanıklı yapılması konusunda teknik olarak uyulması gereken kurallar belli. O kurallar, 1975’ten beri orada duruyor. O kurallara uyulsa zaten mesele kalmayacak. Bakın... Bitişik nizam yapılar var ya...
O bitişik nizam binaların arasında bırakılması gereken boşluk 1940’ta yayımlanan ilk deprem şartnamesinde var. Siz bu ülkede bitişik nizam binaların arasında boşluk bırakıldığını hiç gördünüz mü? Göremezsiniz. Yıl 2011 ve binaların hepsi birbirine yapışık. Hâlbuki bunlar depremde sallanırken, birbirlerine çarpıp zarar vermesinler diye aralarında belli miktarda boşluk bırakılması şartı ta 1940 Yönetmeliği’nde var. Hasar nedenlerinden biri bitişik nizam da olabilir mesela...
Yüzde beş değildir.
Hayır. Bir kere binayı denetlemeyi zorunlu kılan yasa yok. Bina depreme dayanıklı değilse, önlemini al diye bir yasal yaptırım yok. Bunu dese, bütün binaların zayıf çıkacağı da biliniyor zaten. Yüzde doksanı zayıf binaların. Buna okul binaları, resmî binalar da dâhil... Dolayısıyla vatandaş da bu sonuçtan korkuyor zaten. Hem evinin değerinin düşmesinden korkuyor hem de zayıf çıktığı takdirde yapması gereken güçlendirmeden korkuyor.
Esas maliyet o. Bina, yeni deprem yönetmeliğine göre inceleniyor ve performansı ortaya konuyor. Bir bina zayıf çıktıysa, o binada can güvenliği yok demektir. Bir binanın can güvenliği performansı sağlaması çok nadir oluyor. Normal şartlarda can güvenliği şartı sağlanmıyor.
Teknik ve etik olarak çıkın demek lazım ama demiyoruz. Çünkü Türkiye’nin gerçekleri var. Çıkın dersek, bizim bütün Türkiye’yi boşaltmamız lazım. Kendi üniversite binamız ve hastaneler dâhil buna. “Bu binada can güvenliği performansı yoktur. Bu binanın en kısa zamanda güçlendirilmesi lazım” diyoruz. Ya da bina çok çok kötüyse ve güçlendirmek ekonomik değilse, “Bu binanın yıkılıp yeniden yapılması uygun olacaktır” diyoruz.
Yapmıyorlar tabii. Güçlendirmenin metrekare maliyeti yaklaşık yüz lira. Beş katlı on daireli toplam iki bin metrekarelik bir binanın güçlendirilmesi yaklaşık 200 bin lira tutuyor.
Doğru yapılırsa, bina güçlendirildikten sonra depremde kullanılamayacak derecede hasar görebilir ama can kaybını önler. Ama güçlendirme doğru yapılmazsa, –ki Kaynaşlı’da böyle oldu. 1999 Depremi’nden sonra bazı binalar güçlendirildi. Ama bu sözde güçlendirme yüzünden 12 Kasım Düzce Depremi’nde bu binalar can kaybına neden olacak şekilde çöktü.
Bir kere İstanbul’da depremin ne zaman olacağıyla uğraşmak çok fuzuli bir iş. 1999 Depremi’nden bu yana 12 yıl biz bunu tartıştık. Deprem olacak mı olmayacak mı, ne zaman olacak, şu zaman olacak, fay oradan geçecek buradan geçecek, şunu şu kadar etkileyecek, bunu konuştuk. İstanbul’un birinci ve ikinci derece deprem bölgesi olduğu belli. Bu şu demek. İstanbul’da deprem olacak!
İnsanlar, en basitinden projesi olmayan kaçak binalardan daire almasınlar. Kaçak binalarda risk daha yüksek. Çünkü binayla ilgili hiçbir şey belli değil. Binayla ilgili ne tasarlandı bile belli değil. Pek çok bina böyle tamamen kaçak Türkiye’de. Başkasının arazisi üzerine yapılmış imar izni olmayan projesiz binalar bunlar. Bu yüzden insanlar daire satın alırken önce binanın projesini istesinler. Orada kat sayısını görürler. Mesela projede bina altı kat, uygulamada ise yedi katsa, bu binadan uzak dursunlar.
Bir de binanın taşıyıcı sistemi düzenli mi ona baksınlar. Mesela kolonlar bir çizgi üzerinde mi? Böyle binalar, betonu, demiri kötü de olsa, düzensiz binalara göre genelde çok daha iyi performans gösterir. Bir bina yukarıdan bakıldığında ne kadar dikdörtgen ve kareyse o kadar iyidir. Ne kadar üçgene yakın, L, H ve T şeklindeyse, bunlar depreme dayanıksızdır demiyorum ama risk unsuru daha yüksek olabilir. Gene bakarak anlaşılacak bir başka şey de betonarme duvarlardır. Beş kata kadar olan binalarda perde duvar yoktur ama daha yüksek binalarda betonarme perdesi olan binalar, olmayana göre depremde çok daha iyi davranır
Depremdeki gözlemlerimize göre, iki katlı bina daha az risklidir. Nedeni de şu. İki katlı da olsa beş katlı da olsa kolonların ve kirişlerin minimum boyutları vardır. İçine konulması gereken minimum demir vardır. Bu iki katlı binada ilave bir güvenlik demektir. Depremde en riskli grup, az özen gösterilen dört-beş katlı sıradan binalar. Müteahhit, kalfa, usta, bu binaları yapmaktan pek korkmazlar. “Ben bundan yaptım zaten” derler ve malzemeyi azaltırlar. Yüksek binaları yaparken ise projeden sapmaya biraz çekinirler.
Eğer siz en alt katı iyi yapar, büyük kolonları ve demiri ona göre koyarsanız, üst kat daha kritik olabilir ama şu bir gerçek ki, en büyük deprem kuvvetine maruz kalan kat en alt kattır. Rutubete en fazla maruz kalan kat da en alt kattır. Bir de korozyon etkisi eklendiği zaman en alt kat son derece riskli hale gelebilir. Çünkü donatı zamanla korozyona uğruyor.
Yani betonun içindeki demir paslanıyor. Kuru iklimlerde bunu görmezsiniz ama İstanbul, İzmir ve Karadeniz’de korozyon çok yaygın. Rutubetli bodrum katlarında demir paslanıyor, kabarıyor ve kabuklanıyor. Kabuklandığında üzerindeki beton tabakayı çatlatıyor. Daha ileri aşamalarda da beton tabaka düşüyor. İşte korozyonun o aşamasında kolondaki demirin çapı yarıya iniyor artık. Korozyon kanser gibidir. Bir kez başladığı zaman geometrik hızla artar. En hafif evresinde kolonlarda düşey çatlaklar, kirişlerde yatay çatlaklar olur.
Anadolu’da Konya, Ankara civarında küçük bir bölgede tehlike yok. Onun dışında her yer deprem bölgesi. Eğer siz oranın deprem bölgesi olduğunu bilerek inşaatınızı yaparsanız tehlike yoktur. Deremde ölmemek için kuralına göre inşaat yapacaksınız, o kadar. Şu anda Türkiye’de mühendislik konusunda bilinmeyen hiçbir şey yok. Betonarme ve demir şartnamemiz, her şey yerli yerinde. Bizim sorunumuz yönetmeliklerde ve şartnamelerde değil uygulamada. Kuralları uygularsak depremde ölmekten kurtuluruz.
Binanın kat sayısını ve plandaki boyutunu rahatlıkla kontrol ediyor olmaları lazım. Problemin ciddi bölümü buradan geliyor. Belediyeler açısından yapılan en büyük hata şu oldu. Kaçak binalara baştan hizmet götürülmemiş olsaydı, bu kaçak binalar türemez ve çoğalmazdı.
Eğer yıkılır da mal ve can kaybına sebep olursa, bunun cezası var. Bir kere binada ölüm olunca kamu davası açılıyor. Ve sonra tazminat davaları başlıyor.
Çok sınırlı... 99 Depremi’nin davaları hâlâ sürüyor. Mesela Bingöl’de 37 kişinin öldüğü bir binanın biz bilirkişisiydik. İmar durumuna göre fazla kat yapılmış. Belediyeye ve müteahhide suç verdik. Müteahhit nüfuzlu kişiydi. Bunları üniversiteden atın diye bizi her yere şikâyet etti. Bir gün Mühendisler Odası’nın genel merkezinden bize meslekten uzaklaştırmayla ilgili bir yazı geldi. 37 kişi ölmüş kimse ceza almıyor ama bilirkişi olarak siz ceza alıyorsunuz. Neyse mesele çözüldü ama, biz az daha suçlu duruma düşüyorduk.
Bizim depremden sonra yaptığımız konuşmalardan vardığımız sonuç şu. Küçük bir depremde masanın altına girersiniz, yataktan kalkarsınız ama binayı yıkacak bir depremde insanlar hiçbir şey yapamaz. Hem vakitleri yok hem de o şokla hiçbir yere gidemezler. Tek yapabilecekleri...
Şudur. Vücutlarını olabilecek en küçük hale getirsinler. Merdivene ve asansöre koşmasınlar. Çünkü merdivenler özensiz yapılan yerler. Bir de istatistik olarak şunu çok gördük. Sadece giriş katı yıkılıp, üst katları yıkılmayan çok bina var. Eğer ara kattaysanız veya üst katlardaysanız yerinden oynamamak daha sağlıklı ama, eğer zemin kat gibi kritik kattaysanız, kendinizi dışarı atabiliyorsanız atın. Atamıyorsanız üst kata doğru gidin.
|
||
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları










































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.12.2013
15.09.2013
23.04.2013
22.04.2013
15.04.2013
25.03.2013
18.03.2013
11.03.2013
10.12.2012
4.12.2012