Ümit KIVANÇ
Birbirinden farklı, birbirine iyi gözle bakmayan, hattâ hasmâne görüş, duygu ve tavırlara sahip siyasî parti ve hareketlerde vücut bulan farklı toplumsal gruplar birarada yaşayabilsin, çoğunlukta olan ya da eline güç geçiren başkasına tahakküm etmesin diye bulunabilmiş yollar fazla değil. Parlamentolu seçimli çoğulcu demokrasi bunlardan en mâkûl görüneni ve yaygını. Ancak bu hedef, gerçekte hemen bütün toplumsal sorunların temelindeki eşitsizlik zeminini âdetâ yok sayan liberal siyasî anlayış tarafından şekillendirildiği için yapısal zaaf taşıyor. Çoğulcu demokrasinin bizzat kendi ilkelerinden kaynaklanan yapısal zaaflarına ilaveten. Bu yüzden, yaşadığı sürece tehdit altında olan bir rejim ortaya çıkıyor.
Liberal siyaset anlayışı, “serbest piyasa” gibi mitosların ardında saklı zora dayalı sınıfsal egemenliği görmezden geliyor. Bu yüzden hemen her zaman çoğulcu demokrasinin aslî unsurlarınca ilişilemeyen, denetlenemeyen o saklı güçlerin ortadaki açık demokratik yapıyı manipüle etmesine imkân veriyor. Bunu sorun etmeyişi karşı karşıya olduğu tehdidin sürekliliğini pekiştiriyor. Gerisindeki zor mekanizmasının sınıfsal niteliğini sorun etmeyişi ve saklayışıyla, bildiğimiz parlamenter demokratik rejim, demokrasinin asla bir sınırdan öteye derinleşmesine imkân vermiyor. O sınır, sınıf hiyerarşisinin tehlikeye düşmeye başladığı yerden çiziliyor.
Buna karşılık, insanlığın halen seçimli parlamentolu çoğulcu demokratik rejimden daha iyisini beceremediği iddiasında da gerçek payı büyük. Her şeyden önce çoğulcu demokratik ortam, nihaî sonuç, varılınca arayışın biteceği hedef, tartışmayı sona erdiren makam değil. Sınıfsallık ve egemenlik temellerini ihmal etmeden, insanların özgürce toplanabildiği, örgütlenebildiği, düşüncelerini ifade edebildiği, devletin kendi yasalarına uymak zorunda sayıldığı bir ortamın yine de en iyisi olduğunu sanırım söyleyebiliriz. (Bunu bu kadar temkinli ifade edişim, bizzat bu yargıya güvenmeyişimden değil, insanlığın eşitlik ve adalet içerisinde yaşadığı bir ortama geçiş için egemenlerin ayrıcalıklarından kendi istekleriyle vazgeçmeyecekleri gerçeğine ilişkin tartışmaya şu anda bu yazıda girmek istemeyişimden.)
Çoğulcu demokrasi üzerine şu anda iki nedenle konuşuyoruz:
İlki, dünyanın her tarafında popülist-faşizan hareketlerin güçlenmesi, destek bulması, iktidara gelmesi, demokratik siyasî fikirlerin zayıflaması, böylece çoğulcu demokratik yapıların, kurumların altından zeminin çekilmesi, yeni otokratik rejimlerin yayılması. İnsanlar neden daha fazla özgürlük ve bireysel hak vaat eden demokrasiden yüz çeviriyorlar? Mültecilerin gelip huzurlarını kaçıracağı, azgelişmiş dünyanın bıktırıcı dertlerinden ırak, memnun-mesut sürdürdükleri hayatlarını işgal edeceği korkusu, daha derin korkuları da barındıran bir meşum kılıf mı? Yeni faşizan laf ebeliği, insanlara liberal demokrasinin sunamadığı birşeyler mi vaat ediyor?
İkincisi, Türkiye’de son seçimlerden sonra muhtemelen alevlenecek, alevlenmiyorsa da herkesin körüğü kapıp koşması ve alevlendirmesi gereken tartışma: çoğulcu demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyene demokraside yer var mıdır? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle Soğuk Savaş döneminde komünist partiler, genel olarak faşist hareketler üzerinden yapılan tartışmanın siyasî teori-pratik olarak İslâmcılık üzerine yapılması gerekiyor. Bu tartışma, demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyenin demokratik alandan nasıl dışlanacağı sorusunu içermek zorunda.
Bu yazıda ilk başlığa dair birkaç söz edeceğim. İkinci konuyu da yakın zamanda ele alırız.
“Birey olma”nın ürkütücü yanı
Özellikle Batı’daki tartışmalarda, faşizan popülizmin “câzibesine” dair pek çok farklı tesbit ve görüş ortaya atılıyor. Bunlardan, bana özellikle ilginç ve özgün gelen birinde, liberal siyasî düşüncenin gerçekte nevzuhur bir rakibe değil, “eski düşman”a karşı mevzi kaybettiği ileri sürülüyordu. Bu görüşü benimseyenler, “klasik otoriter zihniyet”in hiçbir zaman ölmediğini, sahneyi liberal demokrasilere bıraktığında dahi arkada biryerlerde faaliyetini sürdürdüğünü ve fırsat kolladığını, deyim yerindeyse “gönüllerde yaşadığını” söylüyorlar.
Bu görüşün dayanağı, insanların yalnız özgürlük değil emniyet de isteyen varlıklar oluşu. Buna göre, liberal zihniyet, aile, kabile vs. topluluk bağlarının -“yurttaşlık” kimliği ve bağı lehine- yok sayılmasını talep ederek, gerçekte insanların çoğunun emniyeti doğal olarak aradıkları ve buldukları varoluş zeminine saldırmıştı. Ve bu zemini yok ettiğini varsayıp yoluna devam ederken, yerine ayrıcalıksız, kudretsiz insan çoğunluğuna aynı emniyet hissini verecek, aynı sağlamlıkta başka zemin koyup koymadığı sorusuyla ilgilenmemişti. Liberal siyasetin önerdiği, benimsenmesini istediği bilumum değerlerin çoğu zaman sıradan yurttaşlara “dışarıdan dayatılıyor” görünmesinin ardında uzun bir geçmişe dayanan, inkâr edilemeyecek somutlukta bir aslî sebep vardı. Ayrıcalıksız, yani bir bakıma korumasız halk çoğunluklarının yerleşik tutuculuğu bu emniyet ihtiyacından kaynaklanıyordu. İhtiyaç ancak içine doğulan, içinde yetişilen, bildik grup dairesinde giderilebiliyordu. Oysa liberal zihniyet, bir yandan bireyin, gözüne tekinsiz ve yabancı görünen herkesle -bütün “yabancılar”la- doğuştan eşit haklara sahip olduğunu ilan ederken öbür yandan onu aidiyetinden güç aldığı gruptan ayırıyor, birey olarak tek başına bırakıyordu. Bireyin özgür-bağımsız varlığı gibi bir kavram, birey özgür-bağımsız olacak donanıma ve imkânlara sahipse anlamlıydı, aksi halde ürkütücü de olabilirdi. Nitekim oluyor.
Bu tesbit üzerinden yürüyen tartışmada, meselenin toplumsal yaşamın hâlihazırdaki şekillendiricisiyle, temeliyle, kapitalizmle ilişkisinin gözardı edilmesi yaygın tavır. Topluluk mensubunu birey olmaya çağırdığın ortama her gün biraz daha zenginleşen ve yeni yeni zor-egemenlik araçları geliştiren birileri egemense ve toplumların alt sınıfları için, bunlar tarafından kolayca harcanabilecekleri, eşitsizliğin toplum hayatına yön veren aslî güç olduğu bünyeye yer etmiş, kuşaktan kuşağa aktarılan bilinç unsuruysa, çağırıldıkları bütün oyunların aslında öbürkülerin saltanatının devamı için kurulduğunu hiç unutmamaları ve kendilerine önerilen her türlü yeni değere şüpheyle yaklaşmaları normal değil mi?
Burjuvazinin egemenliğinden bu yana yaşanan tarihin bu açıdan okunması bugün faşizan-popülist yeni otokrasilerle mücadele için elzem.
Bu bizi son yıllarda üzerinde mecburen çok durulan şu meşhur “kimlik” meselesine de götürecektir, farklı yoldan. Ve fikre, tavra, eyleme değil kimliğe seslenmenin sağcılığın aslî özelliği olduğunu daha bir derinden kavramaya.
Türkiye’de dünyayı anlamak bakımından en yetersiz zihniyetlerden çıkma, en mantıksız, en saçma fikirlerin böylesine yaygın kabul görmesi, gerçeğe ve doğru bilgiye ilgisizliğin boyutları üzerine düşünürsek, bunların hepsindeki ortak noktanın şu kimliğe seslenmenin tılsımı olduğunu tesbit edebiliriz. “Kendini hiç değiştirmen gerekmiyor; nasılsan öyle olduğun için değerlisin” mesajıyla başa çıkabilecek müşevvik yoktur. Hele “Türk’sün, Müslüman’sın, bunun için üstünsün”ü de üzerine eklerseniz tadından yenmez. Bir üstünlük propagandası ve ideolojisinin bireylerce benimsenmesinin temelinde varoluşsal korkunun yatıyor olması ve bunun “dışarıdan” gelecek herhangi bir mesajı, bırakın benimsemeyi, algılamayı dahi önlemesiyle nasıl başa çıkılır?
Belki bu yüzden dışlayıcı değil “kapsayıcı” siyaset önerileri günümüzde özellikle anlamlı olabilir. Hele iktidarın dayandığı başlıca zeminin korkuları kışkırtarak, kimlikleri şişirerek, ötekine düşmanlığı pompalayarak inşa edildiği bizimki gibi yerlerde.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024