Ümit KIVANÇ
Bu yazıyı bitirip gönderdiğimde, Belarus’un ana televizyon kanalı sabahtan beri boş stüdyoyu gösteren sabit görüntü eşliğinde müzik çalıyordu, devlet işletmelerinin işçileri işi bırakmış, fabrika avlusuna gelip kendilerine hitap eden diktatör müsveddesinin söylediklerine, “Git!” diye karşılık veriyorlardı. Tehditle ülke dışına çıkarılan muhalefet adayı kendini toparlamış, video mesajı yayımlamış, “ülkeyi yönetmeye hazırım” demiş, ama yine hedefi “en kısa zamanda, uluslararası düzeyde tanınacak dürüst seçimler yapma”yla sınırlı tutmuştu. Lukaşenko “iktidarı paylaşmaya hazırım, yeni anayasa yapalım” yollu birşeyleri ağzında gevelemeye başlamıştı. Şu ana kadar olanları anlamak açısından gerekli-faydalı bilgiler aktarmaya çalışacağım, bir de somut amaç güdüyorum.
Gergedan Dergi’de Oğul Tuna’nın yaptığı derlemede, Rusya “ve havalisini” iyi bilen tecrübeli gazeteci Cenk Başlamış’ın sözleri yeralıyordu: “ABD ve AB’nin kafasında kuyrukları birbirine değmeyen tilkiler dolaştığı sır değil,” diyordu Başlamış, “ama eski Sovyet cumhuriyetlerindeki her muhalif başkaldırıya ‘Batı patentli’ damgası vurmak her şeyden önce daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi için mücadele eden halklara saygısızlık.”
Okuyacağınız yazıyı yazmamın asıl sebebi bu. Duvar’a yazdığım “Refleksler” yazısının tamamlayıcısı olarak tasarladım bu satırları. Zira sokaklara dökülmüş halktan değil âdetâ refleks olarak diktatörden yana çıkmanın anlaşılır tarafı yok. Bu tavrı sorun ederken ister istemez sol-muhalif siyasetin bazı başka güncel sorunlarına da dokunmuş olacağız. Bunlardan biri, “kırmızı çizgiler”e ilişkin. Haydi şu veya bu sebeple bir tek-adam diktasına iyi gözle bakıyorsunuz diyelim; bu baskı yönetiminin hangi marifetlerini nereye kadar kaldırabilirsiniz? Ne yaparsa artık desteğinize mazhar olamaz? Tabiî bunlardan önce, ona niye iyi gözle bakıyorsunuz ki?
Aşağıda başka kaynaklar da zikredeceğim. Baştan genel bir yaklaşım edinmek için, öncelikle Hakan Aksay’ın T24’te Metin Kaan Kurtuluş’a yaptığı değerlendirmeye kulak verebilirsiniz.
Haysiyet kırarak ezme-bastırma
Seçim gecesi, sahte sonucun pişkinlikle ilan edilişinin ardından protestocular sokaklara çıkmaya başladı. Belaruslu göstericiler birkaç yerde barikat kurmaya, polise havai fişek atmaya kalkıştılarsa da genel olarak barışçıydılar ve çatışmaya meyilli gruplar bir avuçtu. Esas olarak halk öfkesi fokurdamaya başlamış, sokağa taşmıştı.
Polisin öfkesiyse daha büyüktü. Diktatörün devrilme korkusuyla şişirilmişti. Üç günde altı bine yakın insanı gözaltına aldılar. Bunların arasında en büyük grup, seçme hakkının da elinden alınmasına dayanamamış, hayatında ilk defa protesto gösterisine katılmış olanlar. Polis eline geçirebildiği bütün gazetecileri gözaltına aldı. Dövülerek araçlara sokulan muhabirler görüldü. Yoldan geçenleri, otobüs bekleyenleri bile döve söve aldılar. Gözaltındakiler ayrımsız dövüldüler, işkence gördüler. Kimsenin ailelerine, arkadaşlarına, insan hakları örgütlerine, inisiyatiflerine doğru dürüst bilgi vermediler. Gözaltındaki birçok insanın nerede tutulduğu, halinin nasıl olduğu, ilk gözaltıların üstünden beş gün geçtiğinde bile hâlâ belli değildi. İnsanlar Telegram grupları aracılığıyla kayıplarını duyuruyorlardı.
Halk protestoları bıraksın diye lütuf mahiyetinde salıverilenlerin anlattıkları korkunç. (Somut bilgilerin çoğunu Kristina Safonova’nın Meduza’daki haberinden aktarıyorum.) İçeride hücrelere tıklım tıkış sokulduklarını, aç-susuz bırakıldıklarını söylüyor her çıkan. Gözaltına alınanlar arasındaki Rus gazetecilerden biri, kendisine 24 saat boyunca yiyecek ve su verilmediğini söyledi. Bu gazeteci, hakaret gördüğünü, tehdit edildiğini, ama -Rus olduğunu ısrarla belirttiği, durumunu elçiliğe bildirmelerini talep ettiği için- dövülmediğini, gece boyunca dayak ve işkencede çığlıklar atan insanların seslerini dinlediklerini anlattı. Gözaltındakileri gece boyu yerlerde süründürüp dövmüşler. “Bir daha protestoya kalkmayacaksınız!”, “Bir daha polisin yanına yaklaşmayacaksınız!” diye “tembih”ler eşliğinde. Belaruslu bir muhabir de, onlarca polisin iki yana dizildiği uzun koridorlardan, sürekli darbe yiyerek geçirildiklerini anlattı. Okrestina hapishanesinde iki gün kalan bu gazeteci, kendilerine yalnız bir defa kuru ekmek verildiğini söyledi. Üç kişilik hücreye tıkılmış on iki kişiden hepsinin haysiyetli davrandığını ve kimsenin son lokmayı almadığını özellikle belirterek. Gösterilerden çok önce, seçim sandıkları civarında söyleşi yaparken gözaltına alınmış olduğu halde hakimin “yasadışı gösteriye katılmak”tan para cezası vererek saldığı gazeteciyi polis cezaevinden birkaç kilometre öteye götürüp bırakmış. Telefonunu, cüzdanını geri vermemişler. Salındığı halde özel eşyası geri verilmeyen çok.
Gözaltılarla ilgili vahim mesele, sadece endişeli yakınlarının değil, içeridekilerin çoğunun da nerede olduklarını, götürüldükleri yerin hangi resmî kurum olduğunu bilmeyişi. Büyük tedirginlik yaratan bu durumu daha da tekinsiz kılan, çoğunun hangi makama bağlı hangi kuvvetin elinde olduğunu da bilemeyişi. Çünkü gözaltı merkezlerinde ortalıkta dolaşan, herhangi bir işaret taşımayan siyah üniformalı, kar maskeli tiplerin hangi kuruma bağlı hangi birlik olduğunu siviller bilmiyor. Devletçe yetiştirilen yetim çocuklardan meydana gelen! bir nevi Çevik Kuvvet olan OMON’a mensup oldukları tahmin ediliyor. OMON’dan olmayan polislere de aynı siyah üniformadan giydirildiği gözden kaçmamış. Tecrübeli insan hakları aktivistleri, seçim gününden itibaren gözaltı merkezleri ve cezaevlerinde bildik yetkililerin sözünün geçmediğini söylüyorlar. “Burada kanun işlemez, Allah biziz” diyen başka birileri devreye girmiş belli ki.
Jet yargılamalar
Gözaltı merkezleri ve cezaevlerine hakimler götürüldü, birkaç dakikada sonuçlanan duruşmalar düzenlendi, insan hakları örgütlerinin verdiği bilgiye göre. Kimseye savunma şansının tanınmadığı bu “yargılama”larda gözaltındakiler 15-25 gün arası hapis cezalarına çarptırıldılar. Bu “dava”ların çabucak sonuçlandırılıyor olmasına rağmen, birçok insanı haksız-hukuksuz günlerce içeride tuttular.
Nihayet, biraz da yumuşama-uzlaşma adımı mahiyetinde, gözaltı süreleri 72 saati aşanlardan bir kısmını yargıç önüne çıkarmadan saldılar. Ancak Belarus yargı sistemi, bu protestocuların sonradan, iki ay içinde mahkemeye çıkarılmasına imkân veriyor. Hapse mahkûm edip cezaevine gönderdikleri de olmuş, bu arada. Hüküm giydiği halde salınan da olmuş. Tutacak yer kalmadığından. Ancak cezalarını çekmek üzere bir yıl içinde tekrar içeri alınmaları mümkün.
Hazırlıklar
Hileli seçim sonuçları açıklandığında protestoların olabileceği, muhtemelen çok sayıda insanın gözaltına alınacağı baştan öngörülmüş anlaşılan. Çünkü özellikle başkent Minsk’teki hapishanelerde yerler açılmış. Cezası hafif hükümlüler salıverilmiş, bazı hükümlüler Minsk dışındaki cezaevlerine nakledilmiş. Yine de, bu kadar kısa sürede bu kadar yoğun gözaltı yapılınca kapasite yetmemiş, alelacele bu iş için müsait birtakım binalara doldurmuşlar insanları. Minsk’teki bütün polis merkezleri, bunların nezarethaneleri, Okrestina nezarethanesi dolmuş taşmış. Okrestina’da, dört ilâ sekiz kişilik hücrelere otuz-kırk kişi doldurmuşlar. İkinci gece protestolar ve gözaltılar aynı yoğunlukta devam edince, bir kısım protestocuyu bir saat ötedeki Zhodino Cezaevi’ne nakletmişler, orası da kısa sürede istiap haddini aşmış.
Bunlar işin yine de tahammül edilebilir yanları, anlaşılan. Çünkü bu insanlara kısacık süre içerisinde feci işkence yaptılar. Kadınları soyup tecavüzle tehdit ettiler. “Sana öyle bir tecavüz ederiz ki, anan baban bile tanıyamaz görünce,” gibi tehditler savurdular. Herkesi dövdüler. Çok fena dövdüler. Mosmor insanların her tarafı. Kan oturmuş kalçalarına, sırtlarına, kolları, bacaklarına. “Sizi diri diri yakarız!” dediler. İşkenceden ötürü komada olanlar var. Oğlanın birinin gözünü çıkarmaya çalışmışlar copla. Copla cinsel saldırıya uğrayan da var. Elleri başında, bacaklar iki yana açık, yüz duvara dönük, on iki saat o konumda tutulanlar var (bizim kuşak pek iyi bilir bu yöntemleri). Sidik birikintileri dolu yere yüzükoyun yatırılıp, kalkmasına saatlerce izin verilmeyen, polislerin ellerine basarak yürüdüğü, saçlarını kesip zorla ağzına sokarak çiğnettirdikleri ergenler var.
Nihayet, sokak ortasında vurarak öldürdükleri, “polise elbombası atacaktı” diye sundukları, ancak ortaya çıkan görüntülerden, böyle bir durumun sözkonusu olmadığının anlaşıldığı gösterici var. Cenaze törenine on binlerce insanın katıldığı Alexander Taraykovski. İnsan öldürerek gözdağı vermek de basbayağı toplu işkence yöntemi.
Kadınlar
Salınan erkeklerden biri, kendisini en çok şaşırtan olgulardan birinin içeri alınan kadınların sayısı olduğunu söyledi. Ayrı yerde tutulmalarına rağmen erkekler bölümünden sesleri duyulabiliyormuş. Israrla tuvalet kağıdı isteyen bir kadına polis, “Sana nasıl oy atılacağını öğreteceğim,” deyip duruyormuş, tuvalet kağıdını da vermemiş.
Diktatörü ve yerleşik düzeni savunma telaşına düşülen Türkiye siyasî ortamında doğru dürüst üstünde durulmadı, ancak Belarus’ta yaşananların çok belirgin özelliği, bir kadın isyanıyla karşı karşıya oluşumuz. Her yerde kadınlar önde. Hakan Aksay, yukarıda belirttiğim görüşmede, “Belarus’u asla bir kadın yönetemez!” gibi herzeler yumurtlayan erkek liderin biraz da erkeklik muhabbetine aşırı meraklı oluşunun bedelini ödediğini söyledi. Ancak bu tip tek adamların bir noktadan sonra gerçeklikten kopmalarının tipik örneği olarak, Lukaşenko, Güvenlik Konseyi toplantısında, “Muhalefetin destekçileri arasında savaşmak ve dövüşmek isteyenler varsa, kızları öne sürmesinler, erkek gibi davransınlar” diye efelenmekten geri durmadı.
Kendisinin (milletvekili yaptığı 22 yaşındaki Belarus güzeli Maria Vasileviç’le yakınlığı gibi iç gıcıklayıcı motiflerle bezeli) erkeklik maceraları bereketli magazin konusu, ama bu faslı şimdilik ihmal ediyoruz.
Devletçiyse dayanamıyoruz, seviyoruz
Rusya ve Belarus konusunda sözüne değer vermek gereken bir başka uzman, akademisyen Hakan Güneş’e göre, “Belarus (…) abartıldığı gibi sosyalist bir ekonomi ya da bir halk cumhuriyeti değildir. Orada da oligarklar, özel eğitim, para, piyasa, özetle kapitalizm mevcuttur.”
Gerek Aydın Selcen’in “Dünya ve Biz” programında (Artı TV, 12 Ağustos) gerekse BirGün’deki yazısında, solun Belarus konusundaki kafa karışıklığını gidermeye çalışan Güneş, bunu belirttikten sonra, “Öte yandan,”deyip ekledi, “eski SSCB coğrafyası içinde işsizlik ve gelir adaletsizliğinin en düşük olduğu ve Sovyet üretim altyapısını büyük ölçüde koruyarak sadece tarımda değil sanayide de kendine yeten, hatta ileri enformasyon teknolojileri başlıklarında da önemli yol almış bir ülke Belarus.” Güneş, “bu bakımdan”, Lukaşenko’nun “eski Sovyet coğrafyasının en sosyal devletçi yönetimi”nin başında olduğuna dikkat çekti. Belarus’un “yolsuzluk ve rüşvet açısından da tüm benzerlerinden ayrıldığını”özel olarak vurguladı: “Bunu Lukaşenko yanlılarından değil, bölgede iş yapan pek çok CEO’dan da duymak mümkündür.”
Belarus diktatörünün kendini savunmak için öne sürebileceği ve yeryüzündeki herhangi bir solcunun yakınlık duyabileceği tek gerekçe, ülkesinin ekonomik örgütlenmesiyle ilişkili. Diyebilir ki: Tamam, bizim de kendimize göre egemen sınıfımız, ayrıcalıklı zümrelerimiz var, ama devletin elindeki pek çok tesis ve işletmeyi kapmak için atmaca gibi bekleyen Rus oligarklar kapıda.
Bu olguya işaret eden Hakan Güneş, Lukaşenko’nun içeri attırdığı Sergei Tihanov’un (seçime girip Litvanya’ya kaçmak zorunda bırakılan Tihanovskaya’nın eşi) iddialarını hatırlatıyor: “Ona göre kimi iş adamlarının mallarına çöreklenenler bunu sosyal devlet adına yapıyor görünse de aslında başkana bağlı bir ‘yetkililer diktatoryası’nı beslemek için yapıyorlar.” Böyle bir mekanizmayı zihnimizde canlandırmakta sanırım hiç zorlanmayız.
Peki Belarus halkı, Soros parası ve ABD-AB emperyalizminin kirli oyunlarıyla renkli devrim yapmaya kalkarak şu cennet vatanı cehenneme çevirme peşinde mi? Yine Güneş’e kulak verelim: “…Lukaşenko, Türkmenbaşı’ndan sonra bu coğrafyanın diktatör sıfatına Kerimov’la [birlikte] en yaklaşan liderdir. Ne liberaller ne de komünistlere fırsat vermiş; toplumun siyasallaşması, basının özgür faaliyet göstermesi geride bırakılan 26 yılda artan düzeyde engellenmiştir.” Bardağı taşıran son engellemeler, işte, yukarıdan beri konu ettiğimiz hadiselere yolaçtı. Muhalif adaylar seçime sokulmadı, hapse atıldı, seçimde herkesi aptal yerine koyarak alenî hile yapıldı, rakibe âdetâ rehine alındı, “çocuklarını öldürürüz” tehdidiyle sınırdışı edildi.
Tercihler, sorular…
Bu gerçekler ışığında, Lukaşenko’nun devrilme ihtimalinden huzursuzluk duyanların şu soruları cevaplamasını beklemek hakkımız: Hak, hukuk, adalet, ifade özgürlüğü, ne varsa çiğneyen, muhalefeti ezmesine rağmen seçim kaybeden, kaybettiği seçimi kazanmış gibi ortaya çıkan, itiraza yelteneni dövdürüp, sövdürüp, içeri attırıp işkenceler ettiren bir diktatörün buyruğu altındaki şeye “sosyal devlet” deyip sahip çıkmakla, bireylerin özgürlük, halkların demokrasi için ayaklandığı yerlerde onlara hiçbir câzip, güvenilir alternatif sunamamak arasında bağlantı var mı acaba?
Genelleştirelim ve basitleştirelim: Toplumsal adalet ve eşitlik taleplerini kimlik edinmiş sol ile özgürlükler isteyen bireyler ve halklar ayrı dünyaların canlıları mıdır? Ve sosyal adalet talebi Lukaşenko gibi birini sahiplenmeyi dışlamıyorsa bu nasıl sosyal adalet talebidir?
İşkence ve aşağılanmaya daha güçlü, daha kararlı direnişle karşılık veren ve bunu başka yerlerde örneğini pek görmediğimiz, sükûnetle bezenmiş özgün bir cesaretle yapan Belarus halkının şimdilik tek slogan var: “Git!” Ve tek siyasî talebi: Düzgün seçimler yapılsın.
Fakat nedense, bir halkın bu meşru ve asgarî taleple yürüttüğü değişim mücadelesine ânında “emperyalist komplosu” ve “renkli devrim” damgası vururken eli titremeyenler çok. Herkes için demokrasi ve özgürlük istediğini söyleyen ve yedi yıl önceki haysiyet isyanıyla sık sık -haklı olarak- övünen birilerinin, başkalarının tam da haysiyet ve özgürlük için giriştiği mücadeleye hafifseyerek, ardında tezgâh arayarak yaklaşması nasıl adlandırılmalı? Belarus’tan bakıldığında Gezi İsyanı emperyalist komplosu gibi mi görünüyordu acaba? Onu öyle görmek için Belarus sokaklarından değil başka biryerlerden, asık suratlı adamların kötülükler planladığı salonlardan bakmak gerekmez mi?
Demokrasi ve özgürlüklerle toplumsal adaleti, sosyal devlet uygulamalarını birleştirebilecek, güvenilir sol alternatifin olmadığı yerde, halk hareketleri büyük çıkar sahiplerince sömürülüyor, yoldan çıkarılıyor diye diktatörlerin yanında saf tutacak hale gelmemek bir “kırmızı çizgi” bahsi değil mi?
Yazarlar
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024