Yasemin ÇONGAR
Kelimeler güçlüdür, palavralar güzeldir
27.08.2011
4372
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYOR adlı köşede yayımlanmıştır.***Her demlik dipsiz bir kuyu bu diyarda. Çay bardakları hiç boş kalmıyor, fark ettiniz mi? Allahım ne çok çay içiyoruz, ne çok konuşuyoruz. Bana en tuhaf gelen de bu aslında. Çay içip konuşmayı bu kadar severken biz, demliğin ortasında, hikâyeleri hâlâ sıcacıkken, son bir buruk yudumla kalkıp yerlerinden, sessizce boşluğa yürüyor bizim çocuklarımız. Yıllardır. Görüyoruz onları, canımız acıyor, susuyoruz. Niye? Karanlığın içinden kelimelerimizin kudretiyle geçmek varken, üstelik bugün her zamankinden daha fazla mümkünken bu, söylenesi her şeyi şimdi pekâlâ söyleyebilecekken, gencecik insanların ölüme gitmesini seyretmek niye? Kelimeleri sevmeyen bir katili anlamak daha kolay benim için. Konuşmayanların, konuşamayanların içinde büyüyen şiddeti işitmek daha kolay. Sessizliğe tahammülsüz insanların kelimelerden vazgeçmelerini kavramakta zorlanıyorum ama. Söyleyecek söz bulamamak nedir hiç bilmeyen bir toplum nasıl susabiliyor böyle? Hayallerimizi katık ettiğimiz kelimelerimizle, nice akşamı gecede eritip, nice geceyi sabaha erdirerek, denizine sabırsızlanan deli nehirler gibi durup dinlenmeden konuşabilirken biz, neden asıl söylenmesi gerekenleri yutkunuyoruz bazen? Niye hep bir ağızdan susuyoruz ki silah konuşsun?“Dünyada bir delik açmak istiyorum”Kuru temizlemecinin faturasındaki uyarı cümlesi her şeyi özetliyor aslında: “Bazı lekeler ancak dokunun kendisi yıpratılmak suretiyle temizlenebilir.” Mizahının sırrını bu cümleye dayandıran bir büyük “kâşifin” yazdıklarını okuyorum şimdi. Demliklerin değil belki ama fıçıların dipsiz olduğu bir diyarın, bizim buraların şimdiki halinden çok daha karanlık bir zamanında, hiç boş kalmayan bardağındaki beyaz köpüklü arpa suyunu yudumlaya yudumlaya, geceler boyu anlattığı hikâyelerle hayata tutunmuş bu adamın kelimelerinde kırık gülüşler gizli. Bir başkasının yaşadıklarını nefesini bu kadar nefesimde hissederek, tebessüm ve minnetle okuyabilmek ne güzel. Yirminci asrın en büyük, kadri en az bilinmiş yazarlarından biri olduğuna inanıyorum ben onun. Kanaatten daha kuvvetli bir şey bu, bir his! Şimdi, kendi hayat hikâyesini, gerçek kişi ve olaylar üzerinden romanlaştırarak karısı Eliska’nın ağzından anlattığı üçlemenin son kitabının da nihayet İngilizcede yayımlanması sayesinde, onun “ilk yazarlık” yıllarının, daha doğrusu “yazmaya” olmasa da “kitapları basılan bir yazar” olmaya başladığı yılların hikâyesini öğrendikçe büsbütün kesifleşen bir his. Zira burada, baştan sona, yazının iktidarını teslim edip, yazarlık uğraşının ciddiyetini bilerek ve sanırım bu yüzden de, yazarı ti’ye alarak yazıyor. Kendini bir “roman kahramanı” olarak çoğaltırken, hayatının öznesini parça parça eksilterek yapıyor bunu. Güle oynaya.1914’te Brno’da doğup 1997’de Prag’da ölen Bohumil Hrabal’ın Çekçede ilk kez 1986’da ve gizli bir anti-komünist yayınevi tarafından samizdat usulü yayımlanan otobiyografik roman üçlemesi, sırasıyla Svatby v dome (Ev Düğünleri), Vita nuova (Yeni Hayat) ve benim şimdi İngilizcesini (Gaps) okuduğum Proluky’den (Boşluklar) oluşuyor.1963’te başlıyor Proluky; Hrabal kırk dokuz yaşında ve bir önceki romandan (Vita Nuova) gayet iyi bildiğimiz gibi, 1940’larda basılan ilk şiir kitabı ve dergilerde yayımlanan hikâyeleri dışında, ölümsüzlük kuyusunun dibine henüz bir taş bırakabilmiş değil. Romanın açılışında, ilk hikâye kitabı Perlicka na dne’nin (Derinlerin İncisi) matbaa örnekleri geçiyor Hrabal’ın eline. Pragmatik ve sabırlı bir kadın olan Eliska’nın yıllardır sükûnetle dinlediği, “Çağımın en iyisi benim; bir numara olacağım” kükremesi küçük bir kitaba dönüşüyor nihayet. Ve Vita Nuova’da, “imzası çok güzel, daktilosu da çok hızlı” diye övüp, “Sanki başyapıtını çoktan yayımlamış da, şimdi iyi bir yazar olmanın nasıl da kolay bir şey olduğu konusunda sağa sola ahkâm kesmekten başka bir işi kalmamışçasına hayatın içinden öylece süzülüyor” diye anlattığı kocasını nihayet gerçek bir “yazar” olma yolunda görüyor Eliska. Ama okurla bir dertleşme anında, Hrabal’ın o ilk kitaptaki hikâyelerinin tümünü, “Bay Çehov’un tek bir hikâyesine değer bulmadığını” da araya sıkıştırmaktan geri durmuyor. Tabii, biz Hrabal’ın “Hrabal” olacağını bilerek okuyoruz. Türkçede, birinin baskısı tükenen iki kitabıyla (Sıkı Kontrol Edilen Trenler, Gürültülü Yalnızlık) yetinsek de hâlâ, Avrupalı, Amerikalı ve, evet, Asyalı okurlar onun sayısı kırkı aşan kitaplarının birçoğunu yirmi kadar dilde okuyabiliyor bugün. Hrabal’ın Eliska’dan dinlediğimiz hikâyesi de, bu bilginin ışığında, yazarın kendisini bir “yazar” olarak yaratma, yenileme ve yaşatma mücadelesinin hiç de öyle temiz-pak-hassas değil, ete kemiğe dokunan, vahşi ve hoyrat bir mücadele olduğunu anlamamızı kolaylaştırıyor. “Benim, sadece benim olan kelimeleri keşfedeceğim” diyor Hrabal; “O kelimelerle dünyada bir delik açacağım.” Eliska’yla birlikte biz de, vadedilen bu keşfe tanıklık etmeyi bekliyoruz.Palavradan anlatım tekniği çıkarmak“Altın Kaplan’da” (U zlateko tygra) buluyor aradığını Hrabal; yeni bir kelime değil bu ama yeni bir teknik. Prag’da müdavimi olduğu, bazen geceyarılarına kadar bira üstüne bira içerek, gelip giden herkesin dertlerini, dedikodularını, şevkle paylaştıkları anekdotlarla, kendi aralarındaki fiskoslarını dinlediği “pub”ın adı “Altın Kaplan’da.” İyi bir “pub” adamı Hrabal; samimi bir merak duyuyor insanların hikâyelerine, hakikaten dinliyor onları. Ve zamanla, dinlediklerinden kalanların “pub”ın dumanlı havasında birbirine karışarak yükseldiğini, bir bulut gibi yoğunlaşıp en tepede öylece asılı durduğunu anlamaya başlıyor; çok parçalı bir bütün, birbirine geçmiş cümlelerden müteşekkil dur-durak bilmeyen bir anlatım çıkıyor ortaya.Hrabal “pabéní ” adını veriyor bu anlatıma; bir tür “boş söz, palavra” yani, buna “pub sohbeti” de diyebiliriz. İkinci kitabı Pabitele’yi (“Palavracılar” ya da “pub ahalisi”) “pabéní” ustaları hakkında yazarken, ileride romancılığını tanımlayacak üslûbu da bulduğunu biliyor; akarak ilerleyen, bazen hiç nokta koymaksızın, tek bir cümlenin içinde bütün bir kitabı kurgulayabilen bir anlatım bu. Farklı farklı insanların farklı farklı hikâyeleri, şakaları, sırları ve ballandırarak anlattıkça kendilerinin kıldıkları söylentileri bir kolajın içinde erimeye başlıyor Hrabal’ın romanlarında; Joyce’un, Woolf’un “bilinç akışı” tekniği, bireysel monologlarla sınırlı tekil tezahüründen kurtulup, toplu bir hezeyana dönüşüyor adeta. “Kabarcıklanan Tecrübenin Akışı” diyor buna bir yerde Hrabal; çağrışımların sınır tanımayan geçişliliği, bir gazozun patlayıp sönen muzipliğiyle birleştikçe bir uçuculuk hissi, bir hafiflik geliyor anlatıma.Ama etki “hafif” kalmıyor; “palavra” dediğimiz şey, hiçbir zaman palavradan ibaret değil zira. Pabéní, Hrabal’ın eserinin en güçlü nesnesini, yani insanı anlatıyor. Sıradan insanın sıradan maceralarında, “insanî olan”ın, gücünü basitliğinden alan bir portresini çiziyor Hrabal.“Kocam çocuk doğurmayı unutturdu”Eliska, üç roman boyunca sadece “kocam” diye bahsediyor Hrabal’dan. Yazarın tercihi bu: Kendisini karısı üzerinden tarif ediyor, onu “bir yazar” olduğu kadar, “bir koca” olarak da görmemizi istiyor ki, yeterince eksilebilsin. Vita Nuova’da, “Herkes benim kocamın mutlu bir adam olduğunu sanırdı” diyor Eliska, “Böyle bir kocam olduğu için bütün kadınların beni kıskanması gerektiğini söylerlerdi. Kocamla hayat çok eğlenceli olmalıydı.” Sonra ekliyor tabii: “Hiç de öyle değildi… Kocamla hayat, onların sandığından çok farklı bir şeydi.” Ve Proluky’nin sonunda, Hrabal’la birlikte uzun yıllar birlikte yaşadıkları eski apartman dairesini boşaltırlarken, etrafa son bir kez daha göz gezdiriyor:“Orada, çoktan kaybolduğunu, geçmişe gömüldüğünü düşündüğüm resimlerle gözlerim kamaşmış bir halde durdum. Günışığında çırılçıplak olan küçük avluda, bu avluya ilk ayak attığım, tavanarasının penceresinden yerleri silen o adamı, sonradan kocam olacak olan adamı ilk gördüğüm ânı; onunla tanışmadan önceki halimi, intihar etmek isteyen bir kadın olarak kendimi; kocamla olmaya başladıktan sonra artık bu düşüncelere meylimin de, zamanımın da kalmamasını; çünkü kocamın yıllarca beni ne kadar meşgul ettiğini, ne çok düşkırıklığına uğratıp ne çok öfkelendirdiğini; sonunda kendime ilişkin her şeyi, bir çocuk doğurmayı bile unuttuğumu; kocamın bana ziyadesiyle yettiğini düşündüm. Omuzlarımı silktim. Ne yapacaksın? Elbisemin kollarını, boyası dökülen duvarlara son bir kez sürtmek pahasına, gözlerimde yaşlarla merdivenden aşağı koştum.”Proluky’nin resmettiği bu “bencil” yazar, mücadelesi sadece kendisiyle olan bir adam değil ama. Eliska, 1968 Prag Baharı’nda tomurcuklanan özgürlük umudunun üzerinden Sovyet tanklarının geçişini anlatırken, Hrabal’ın, çevresindeki çember giderek daraltılan “yasaklı” hayatına, Çekoslovakya’nın zaman zaman ne kadar boğucu, ne kadar umutsuz, ne kadar çirkin bir yere dönüşebildiğine de tanıklık ediyoruz. “Bütün duyarlı arkadaşlarım göç etmeyi seçmek zorundaydı” diyor yazar başka bir yerde, “Bense dışarıya değil, daha da içeriye göçtüm, pub’lara mesela…”Ama pub’ların teklifsiz sohbetleri, pabéní’nin alabildiğine doğal akışı da her zaman kurtarmıyor onu. 1970’de basılan romanı Poupata (Tomurcuklar) toplatılıp, nüshalarının bir kısmı ibret-i âlem için yakılıyor, bir kısmı ise bir zamanlar Hrabal’ın da çalıştığı –ve arada, kıyıma gelen kitapları kurtararak, kendine zengin bir kütüphane kurduğu– atık kâğıt tesisine “hamur” olmaya gönderiliyor. Prilis hlucna samota (Gürültülü Yalnızlık) romanının baş karakteri Hanta’nın doğumuna tanıklık ediyoruz bu vesileyle. Artık Çek Komünist Partisi’nin “tasfiye edilecekler” listesine giren Hrabal, otuz beş yılını kâğıt atık tesisinde geçiren Hanta’nın hikâyesinde, düşünen, konuşan ve yazan bir toplumun kelimeleriyle, hiçbir baskı rejiminin, hiçbir silahlı gücün başedemeyeceğini anlatıyor aslında:“Bir düşüncenin izini bırakabileceği tek yerin insan beyni olduğu günler çok daha güzeldi herhalde” diyor Hrabal’ın küçük adamı Hanta, “düşünceleri yok etmek isteyenlerin insanları yok etmekten başka bir çaresi yoktu o zamanlar. Ama hayır, bu bile yetmez ki... Çünkü düşünceler dışarıdan gelir bize ve tıpkı öğle yemeği için sefertasında taşıdığımız şehriye çorbası gibi bizimle birlikte her bir yere seyahat ederler. Anlayacağınız, bunlar boşuna yakıyorlar kitapları. Söyleyecek sözü olan her kitap da, sessiz bir gülüşle yanıyor zaten…”Yazarlar
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012