Yasemin ÇONGAR

* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYORadlı köşede yayımlanmıştır.
***
Evet sonlu, evet sınırlı, evet bir çemberin içinde sabit, ama aynı zamanda çapı her an değişebilen bir şey hayat; mükemmel bir daire değil nihayetinde, şaşırtmacası bol bir elips. Benim gibi vaktiyle cebre düşkündüyseniz, yani öyle “Gidip kapısına dayandım abi” kabilinden değil de, “Hadi x’i, y’yi hesaplayalım” mânâsında cebirle eğlenmişliğiniz varsa geçmişte, ihtimal o ki, sanal bir elipsin en uç noktaları arasındaki ilişkinin iki bilinmeyenli denklemini çözerek, boşluğa hiç yoktan bir çember çizebilmekten duyduğunuz tatmin, bana geldiği gibi size de bugün hâlâ tanıdık gelecektir.
Her hayatın bir denklemi olduğunu düşünmek, cebir malûllerine özgü bir durum mu bilmiyorum. Ama insan, zamanın içinden belli belirsiz süzülürken kendi merkezine kâh çok yakın kâh alabildiğine uzak duran “ince uzun bir elips” gibi hep biraz kırılgan mı, yoksa geçerken bıraktığı bariz izle başka hayatların yörüngesini çizerek zamana kendince direnirken, çeperiyle merkezi arasındaki emniyetli mesafeyi de koruyan “yuvarlak bir elips” gibi olabildiğince sağlam mı yaşadığını sorgulamaya başladığında, kurtuluşunun artık cebirde değil edebiyatta olduğunu biliyorum.
İngiliz taşrasından “dünyalı” bir yazar
Çeperleri birden fazla noktada kesişen ıssız hayatlarla ilgili hikâyeleri severim. Aşk ve arkadaşlık, en sahici tezahürlerini, yalnızlığı merkezinde tutan ilişkilerde mi buluyor yoksa?
Mesela siz... Birbirinize aynı sözleri söyleye söyleye konuşmayı unuttuğunuz insan bunu bilse de bilmese de, siz bu ortak sessizliğin kadrini biliyorsunuz elbet. Birlikteyken susmanın kaçınılmaz olduğu kadar, kurtarıcı da olabileceğini biliyorsunuz. Sarah Hall’u okuyorum şimdi. Britanya’nın bu genç ve güçlü yazarı, dört romandan sonra, bu kez tam size –tam bana— göre hikâyeler anlatmış; birlikte tükenen insanlarla ilgili sessiz hikâyeler. Koyu bir yalnızlığı çevreleyen eliptik hayatların kesiştiği sürprizli kavşaklar var bu hikâyelerde, birbirlerine şöyle bir dokunup geçtikleri tekinsiz teğetler var. Hayatın ta kendisi gibi görünen sabit bir hüzün var.
The Beautiful Indifference, (Güzelim Kayıtsızlık) 1974 Cumbria doğumlu Hall’un, İskoçya’nın hemen güneyinde, İrlanda Denizi kıyısında, gölleri ve göletleriyle ünlü küçük bir taşra kontluğu olan memleketinin atlarını ve at yetiştiricilerini anlattığı İngiliz mi İngiliz bir macerayla başlıyor ama orada durmuyor; kitap, yedi ayrı hikâyede, savaşa teslim bir Afrika ülkesinin tehditkâr sahiline de taşıyor sizi, bir İskandinav gölünün engin huzursuzluğunu da, kaçamak aşkların küçücük bir otel odasına sinmiş kesif kokusunu da aynı kuvvetle solumanızı sağlıyor.
Bazen böyle olur, tesadüfen karşılaştığınız sağlam bir yazarın kaleminden çıkmış her şeyi hemen okumak istersiniz. The Beautiful Indifference da bende bu etkiyi yaptı, daha hikâyelerin sonunu getirmeden, Hall’un her ikisi de bol ödüllü How to Paint A Dead Man (Ölü Bir Adamın Resmi Nasıl Yapılır) ile The Electric Michelangelo (Elektrikli Michelangelo) romanlarını ısmarladım. Onları, kendime yeni yıl hediyesi niyetine okurken, yine şu malûm sorunun, “Bu kitaplar niye Türkçeye çevrilmez” sorusunun makûl bir cevabını arayacağım sanırım. Ama şimdilik The Beautiful Indifference vesilesiyle, İngiliz taşrasının bu “dünyalı” yazarıyla geç de olsa karşılaşmış olmaktan memnunum.
Bir ata bunu asla yapamazsınız
Kitabın ilk hikâyesi The Butcher’s Perfume (Kasabın Parfümü), huyları ve aileleri birbirinden çok farklı iki genç kızın ilişkisini anlatıyor: “Arkadaşlık, bir gün aniden çıkmıştı ortaya; başlangıçta körpe bir fidan gibi biraz iğreti, sonra daha kuvvetli ve daha düz.” Kathleen, varlığı başlı başına yokluk hissi veren babasıyla birlikte yaşayan, tatlı, sakin, annesiz bir kız. Hikâyeyi, onun yalnızlığı kabullenmiş olgun sesinden dinliyoruz. Evdeki hayatını şöyle anlatıyor: “Babamın sadece kollarındaki, bacaklarındaki ve akşam yemeğinden sonra bardağını koyduğu büyük göbeğindekiyle sınırlı olmayan bir ağırlığı vardı. Ama annemden artakalanlara kıyasla hafifti babam; annemin ekşi kokulu kıyafetlerle dolu dolabından, ağzı lastikli reçel kavanozlarından ve tozlu pudralarından hafifti.” Okuldaki hayatı ise tek cümlede özetlenebilir:“Bazı kızların senden nefret etmeye başlamak için ihtiyaç duyduğu tek bahanenin yokluğun olduğunu, kendini müdafaa etmemen olduğunu biliyordun.”
Bölgenin nüfuzlu ailesi, “ağırlığı bünyesine eşit dağılmış ve yıpratılması imkânsız” olan Slessorların dili keskin, bileği kuvvetli kızı Manda’yla okulda başlayıp hayatın içine yayılan arkadaşlığı ise, Kathleen’e hiç bilmediği bir hakimiyet ve güven duygusu veriyor. Genç kız, Manda’nın, ileri yaşlarına rağmen hâlâ tutkulu bir çift olan annesiyle babası arasındaki ilişkinin gerilimini, yabani atların ehlileştirilmesini izler gibi izlerken, bir kadınla bir erkek arasındaki sözsüz dili de ilk kez çözüyor sanki.
Hikâye, Kathleen’in komşu bir çiftçinin yaralı bir atı yavaş yavaş öldürmesine tanık olup, Manda’nın ağabeylerinden birinin de görmesini sağladığı dehşetli bir sahnede düğümlendiğinde, iki kızın ilişkisinin ebediyen kopabileceğini hissediyoruz. Ama arkadaşlık dehşete ağır basıyor ve çiftçinin başına gelenlerle ilgili soruşturmanın Slessorları herkesten uzak tuttuğu uzun bir yazın sonunda, Kathleen okulda Manda’yla yeniden buluştuğunda olan biteni öğreniyoruz: “O ahırda başka bir hayvan olsaydı Slessorlar müdahale etmezlerdi biliyorum. Tekmelenen tazılar için yapmazlardı bunu. Ve benim için de yapmamışlardı… Bir ata ağır ağır kasaplık etmek, göz yumulamayacak kadar büyük bir suçtu. Onlar da mahmuzlarını takmış ve gereğini yapmışlardı.”
Dikkat, her yerden bir hayvan çıkabilir
Adını Bob Dylan’ın şarkısından alan “She Murdered Mortal He” (Kadın Ölümlü Adamı Öldürdü) hikâyesinde Hall, sözlerinin mizahını, müziğin yeknesaklığında eriterek gayet sıradan bir hüzne dönüştüren Dylan’ın hem o şarkıda yaptığı ölçüde “gündelik” ama hem de sonuçları itibariyle çok daha “vahşi” bir ayrılık tasvirine girişiyor. Afrika’nın güneyinde seyahat eden bir çift, otel odasında uzanırken ve ortada hiçbir sorun yokken, adamın sırtını okşayarak öylesine soruyor kadın: “Sorun ne?” Bir şey olmadığını söylüyor adam. Israrla. Defalarca. Üsteliyor kadın. Derken adam dönüyor yüzünü: “Farklı olan bir şey var sanki, sen de öyle düşünmüyor musun? Aramızda yanlış giden bir şey var. Bunu konuşmalıyız.” Ve sonra “her şey korkunç bir kolaylıkla çözülmeye başlıyor.”
“She Murdered Mortal He” bu çözülmenin hikâyesi: “Bunun gibi ülkeler için turizmin iyi bir şey mi, kötü bir şey mi olduğunu tartışmışlardı. Gerçek anlaşmazlıksa hiç yoktan ortaya çıkmış gibiydi. Sanki onu, kurnazca, aklındakini söylemeye davet etmekle, her şeyi yıkabilecek bir şeyi çekip çıkarmıştı boşluğun içinden. Sanki, birdenbire bitebileceğine karar vermişti o. Telefon numarasını istemeye karar verdiği gibi. Onun için yedek anahtar yaptırmaya karar verdiği gibi. Dünya ne de kolay tersine dönebiliyordu. Nasıl da ikiliydi her şey.”
Hayatın içinde birlikte durmaya alışmaya başlayan iki insanın, yeniden ayrı durmaya alışmalarının da gerekebileceğini anladıkları o ilk kopuş ânında başlarına gelen felaketi, sırdaş bir okur saygısıyla saklayacağım sizden. Ama Hall’un, kitaptaki hikâyelerin hemen hepsinde yaptığı gibi, burada da olayların düğümünü bir hayvanın sûretinde –bu kez beyaz bir köpeğin kanlı yüzünde– çözdüğünü belirtmeliyim.
The Beautiful Indifference’ı okudukça, karşınıza her an her yerden bir hayvan çıkabileceğini çok geçmeden kavrıyorsunuz zaten. “Bees” (Arılar), geçmişte bir erkek tarafından fena halde örselenmiş yalnız bir kadının kaçıp sığındığı küçük Londra bahçesindeki ölü arıları keşfetmesiyle başlıyor ve yirmi sayfa sonra aynı bahçede, bir rüyadan fırlamışçasına aniden beliren kızıl bir tilkinin arıları avlamasını seyretmesiyle bitiyor. Arada, sevdiği tarafından hakarete ve ihanete uğratılmanın, terkedilmenin, daha beteri büsbütün yok sayılmanın bir kadına neler yapabileceğinin hikâyesini okuyorsunuz.
“The Nightlong River”da (Nightlong Nehri), koltuğunun altındaki yumrularla ölmeyi bekleyen arkadaşı Magda’ya kürkten bir pelerin yapabilmek için, sürülerine dadanan vizonları avlamaya çıkan köylülere katılan bir kadın, sonunda istediği pelerini yapıyor ve arkadaşını kaybediyor: “Onun narin samimiyetini özlüyordum. Ama rüyalarımda Magda yoktu. Ölümün hakikati çok tuhaf bir şey. Sevdiklerimiz bizi bırakıp gidince, sanki hiç olmamışlar gibi geliyor insana. Toprakta yitiyorlar, havada yitiyorlar. Bozkır ve dağlar kalıyor geride, kendimizi üzerinde bulduğumuz ve hakimiyet kurduğumuz somut dünya kalıyor. Kurduz biz. Aslanız biz.”
Ve tabii, kitaba adını veren “The Beautiful Indifference”da kendinden yaşça epey küçük bir doktorla ilişki yaşayan, güzel, güçlü ve imza gününe gelip “Çocuklarımızın daha fazla kitap okumasını nasıl sağlayabiliriz? Tek yaptıkları şiddet dolu video oyunları oynamak” diye yakınan bir okuruna, “Niye kitap okusunlar ki? Ben okumuyorum. Fırsat verilse bambaşka bir şey yapmayı tercih ederdim. Her şeyi havaya uçurmak da buna dahil” diyecek kadar da kendine güvenli bir kadın yazara, sevgilisiyle Londra dışında yaptığı kaçamakta rastlıyoruz.
Otel odasında, heyecanlı bir ilişkinin huzurlu gerilimiyle yer yer şedid şehvetine tanık oluyoruz önce. Ardından kadın, sevgilisini, birlikte gezintiye çıktıkları kasabanın ortasında aniden çıldırıp dizginlerinden boşanarak, sürücüsünden de, arkasına bağladıkları arabadan da kurtulup giden bir atın geride bıraktığı yaralı adamı tedavi ederken izliyor: “Herkes ona teşekkür ediyordu. Kendisinin evden ayrıldığı yıl dünyaya gelmişti o. İmkânsız görünüyordu.” Kısa süre sonra, haftasonu buluşmalarının bitiminde hep yaptıkları gibi herkes kendi yoluna gidecek ve kadın üç ayrı eczaneden aldığı üç şişe kuvvetli ağrı kesiciyi yutmuş bir halde, arabasında oturup son anlarında sevgilisini düşünecektir: “Ne zaman içine boşalsa bir yanma hissi duyuyordu. O, birlikte geçirdikleri zamanın sonuna doğru, canının ne kadar acıdığını anlamaya çalışırdı hep. İkisi birbirine sıkı sıkıya bağlı bile olsa, hazla sızı arasındaki farkı elbet biliyordu. Çok yakınına getirmişti onu ama yine de konuşulamayan o kadar çok şey vardı ki.
Etraf tepelikti. Çantasını aldı, arabanın kapısını açıp, tepelere yürüdü. Bir kitabın kapağını açmak gibiydi.”
Bir hayat böyle bitiyor işte; iki bilinmeyenli bir denklemi çözüp çemberini boşluğa çizen bir hikâye böyle bitiyor. Bir sene daha böyle bitiyor.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012