Yüksel TAŞKIN

Yüksel TAŞKIN
Yüksel TAŞKIN
Tüm Yazıları
Küresel bir olgu olarak makbul ve sözde vatandaş ayrımı
14.09.2013
2199

 Demokrasinin derinleşmesini tehdit olarak gören “seçilmemiş veya seçilmiş seçkinler”, kriz ortamlarından istifade ederek istisna hâlini yaygınlaştırmanın yollarını arıyorlar. İstisna hâli, az çok demokratik anayasaları olan devletlerin, “tehdit” giderilinceye kadar kimi anayasal güvenceleri askıya almalarıyla ortaya çıktı.

Küreselleşmenin yarattığı hareketlilik, istisna hâlinin normalleşmesi için bulunmaz fırsatlar doğurdu. Hemen hemen her devlet, makbul ve sözde vatandaşlar ayrımı üzerine bina edilen yeni bir vatandaşlık rejimini tesis etmeye yöneldi. Küreselleşme süreci, istisna hâlinin, “makbul vatandaşların” destekleriyle normalleşmesi adına yeni imkânlar sunuyordu. Medyanın pompaladığı korku ve endişe söylemi, sıradan insanların güvenlikçi dile meyletmelerini ve devletlerinden medet umar hâle gelmelerini kolaylaştırdı.

İktisaden gelişmiş Batılı liberal demokrasilerde, emek-sermaye çelişkisi üzerinden yürüyen siyasetin giderek etkisizleşmesi de bu süreçlerden bağımsız anlaşılamaz. Sermaye yanlısı partilerle sorunu olan emekçiler, neoliberalizmin yol açtığı hak kayıplarından kaynaklanan öfkelerini, yeni günah keçileri olan göçmenlere yönelttiler. Yerli emekçilere, “asli unsur” veya “makbul vatandaşlar” oldukları; bu nedenle de ülkelerinin kültür ve ideallerine bağlılığı olmayan “sözde vatandaşlarla” çıkar çatışması yaşadıkları belletildi.

Liberal anayasaları olan sözkonusu ülkelerde, istisna hâlinin hedefi genellikle “sözde vatandaşlardır”. Makbul vatandaşlar, kendi güvenlikleri adına, sözde vatandaşların haklarının kırpılması ve sürekli polis takibinde tutulmalarını doğal karşılarlar. Avrupa’da sosyal demokrat partilerin, göçmenlerin tam entegrasyonu konusunda giderek cılızlaşan sesleri, bu bağlamın dışında anlaşılamaz.

Liberal demokrasilerde istisna hâlinin gerekçesi ve hedefi göçmen topluluklarıyken, demokratik teamülleri henüz oturmamış Batı-dışı toplumlarda “asli unsur” veya makbul vatandaşlar, belirli bir etnik veya dinî topluluğun içerisinden çıkma eğilimindedirler. Küresel kapitalizmin “katı olan her şeyi buharlaştırdığı” son otuz yıl, bu ülkelerde zaten mevcut olan etnik-dinî temelli hiyerarşileri daha da derinleştirdi.

Tam da bu noktada Ortadoğu’da yaşanan çatışmaları anımsayabiliriz. Ortadoğu’daki “sözde” cumhuriyetlerde iktidarın, bir dinî gurubun veya aşiretin etrafında kümelenmesi, dışarıda bırakılanların da kendilerini etnik-dinî kimlikleri üzerinden tanımlama ve ifade etme eğilimlerini artırdı. Neoliberalizmin güçsüz bıraktığı bu korku cumhuriyetleri, tüm vatandaşlarına hizmet götürme yükümlülüklerini çoktan terk etmişlerdi. Böylece “yandaş vatandaşlara” veya “makbul vatandaşlara” özelleştirme ihaleleri veya iş dağıtırken, sözde vatandaşlarını sopayla veya sopa korkusuyla hizaya getirmeye kalktılar.

Bugün Ortadoğu’da ve Türkiye’de çok ciddi bir riskle karşı karşıyayız: Etnik-dinî temelli bölünmelerin, sınıfsal hiyerarşileri belirleme gücünün arttığı bir süreç yaşıyoruz. Türkiye’de demokratikleşme sürecinin derinleşememesi durumunda, “Sünni- Türk- Erkeklerden” oluşan gurubun, etnik-dinî hiyerarşide en üste yerleştiği; “Alevi- Kürt- Kadın” unsurun da en alta ötelendiği bir ülke olmaya sürüklenebiliriz. Etnik-dinî aidiyetlerine hapsolan insanların, rasyonel tartışmalar yoluyla uzlaşma siyaseti üretebilmeleri mümkün değildir.

Bunun aşılabilmesi için herkesin makbul vatandaş sayıldığı demokratik cumhuriyet olmaktan başka bir yol görünmüyor...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar