Ayşe HÜR
Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılması Hakkındaki (431 Sayılı) Kanun, oturuma katılan 158 üyenin 157'sinin oyuyla kabul edildi. Tek red oyunu Zeki Bey vermişti
Geçtiğimiz günlerde IŞİD adlı İslamcı barbarlar örgütü, Irak’ta bir İslam Devleti kurduğunu ve lideri Ebubekir El Bağdadi’yi halife seçtiğini ilan etti. Bunu ciddiye alıp üzerine yorum yapanlar olduğu gibi ciddiye almayanlar da çok. Benim açımdan ise sadece bu haftaki yazı konumu seçmeme yardımcı olan bir olay. Evet, bu hafta son Halife Abdülmecit Efendi’nin 16 aylık serencamını anlatmaya çalışacağım sizlere.
İtilaf Devletleri’nin Lozan Barış Görüşmelerine katılmak üzere hem İstanbul, hem de Ankara hükümetlerine davet mektubu göndermeleri üzerine Mustafa Kemal’in ustaca manevraları sonucu bir oldubittiyle 1-2 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılması ve Hilafetin TBMM’nin uhdesine alınması içte ve Avrupa ülkelerinde genellikle olumlu karşılanırken, İslam dünyasında farklı tepkilere yol açmıştı. Başından beri Milli Mücadele’yi destekleyen Asyalı Müslümanlar Saltanatın kaldırılmasını ilk ağızda, Hilafetin özüne dönmesi olarak nitelemişlerdi. Hindistan’ın ileri gelen Müslüman liderlerinden Emir Ali’nin Londra’da Times gazetesinde yayınlanan telgrafında Halifelik seçiminde TBMM’nin yerinde karar vereceğine inancını belirtmekteydi. Benzer tepkiler Hint Müslümanlarının İngiltere temsilcileri Muhammed Ali ve Şevket Ali tarafından Lloyd George’a iletilmişti. İsmailiyye Tarikatının lideri Ağa Han ise durumun bir telgrafla Hintlilere açıklanması gerektiğini söylemiş ancak karşı koyacak bir durum olmadığını eklemişti. Bütün bunların son padişah Vahdettin’in cesaretini iyice kırdığını tahmin edebiliriz. Son bir ümitle yaveri vasıtasıyla Ankara’nın temsilcisi Refet (Bele) Paşa’ya Mustafa Kemal’le görüşmek istediğini söyleyen Vahdettin’in isteğini yazılı olarak tekrarlaması istenince bir daha girişimde bulunmadığı, Refet Paşa’nın Yıldız Sarayı çevresinde güvenlik çemberini iyice sıklaştırması üzerine de iyice korktuğu sanılır. Bir kaç gün sonra İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri Komutanı General Charles Harrington’a “İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere Devlet fahimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahalli ahare naklimi talep ederim efendim” şeklinde bir mektup yazan Vahdettin (mektubu Halife-i Müslümin diye imzalamıştı) maiyetindeki 9 kişi birlikte 17 Kasım sabahı saat 6.00’da iki İngiliz Kızılhaç Ambulansı ile önce Tophane rıhtımına, oradan da İngilizlerin HMS Malaya gemisine götürüldü. Refet (Bele) Paşa Vahdettin’in “Sarayburnu’ndan gaybubet eylediğini” (dikkat edilirse “kaçtı” demiyor, “meydanda görünmüyor” diyor) Ankara’ya haber verdi. (Vahdettin önce Malta’ya götürülmüş ama Britanya masraflarını ödememeye başlayınca, eski Mekke Şerifi, yeni Hicaz Kralı Hüseyin’in daveti üzerine Cidde’ye gitmişti. Bölge halkının ilgisizliğine ve ağır iklim koşullarına dayanamayan Vahdettin Hayfa üzerinden önce Kıbrıs’a oradan da hayatının sonuna kadar yaşayacağı San Remo’ya gidecekti.)
Vahdettin
YENİ HALİFE SEÇİLİYOR
Büyük Millet Meclisi’nin 18 Kasım 1922 Cumartesi günkü gizli toplantısında Rauf Bey Sultan Vahdettin’in kaçışına değinerek, “boş kalan İslâmlığın imamlığına” birinin seçilmesi gerektiğini, böylece bu mevkiin dağılmaktan, yok olmaktan kurtarılacağını söyledi. Hükümetin teklifinin Abdülaziz’in oğlu Abdülmecit Efendi olduğunu belirtti. Abdülmecit Efendi, altı dil bilen, piyano çalan ve resim yapan kültürlü, zarif bir saraylıydı. Halifeye biat edilip edilmeyeceği, Halifenin nerede oturacağı ve bir dizi başka konuda ateşli tartışmalar yapıldıysa da, 19 Kasım Pazar günü seçime katılan 162 mebustan 148’i Abdülaziz’in oğlu Abdülmecid Efendi’ye oy verirken, 9 milletvekili çekimser kaldı, diğer 5 oy II. Abdülhamid’in şehzadelerinden Selim ve Adürrahim efendilere gitti. Ankara Mebusu Beynamlı Hacı Mustafa Efendi’nin okuduğu dua ile işlem tamamlandıktan sonra TBMM’nin kararını Abdülmecid Efendi’ye tebliğ etmek üzere Müfid Efendi başkanlığında kura ile seçilmiş 15 kişilik heyet İstanbul’a gönderildi.
Ancak, Ankara törenin sade olmasını isterken, Abdülmecid’in bazı istekleri vardı. Mustafa Kemal bunlar arasında özellikle Abdülmecid’in Fatih kıyafetine bürünmek istemesini alaylı bir gülme ile karşıladı. Refet Paşa’ya bir telgraf çekerek Vahdettin’in ‘Halife-i Müslümin’ unvanıyla birlikte ‘Hadimü’l-Haremeyn’ unvanını da kullanabileceğini ancak Fatih kıyafeti ya da askeri üniformayı kesinlikle giyemeyeceğini, kıyafetinin ‘İstanbulin’ (pantolon ve ceketten oluşan sade bir kıyafet türü) olacağını kesin bir dille belirtti. Ancak iş bununla bitmedi. Abdülmecid Efendi biat töreni sırasında Saltanat tahtının Topkapı Sarayı’nın Akağalar kapısı önüne konulmasını, Kılıç Alayı ve muayede denilen el öpme töreninin yapılmasını, ardından Eyüp Sultan’a gidilmesini istedi. Anlaşılan eski günleri canlandırmayı hayal ediyordu. Ancak bunlardan sadece biri (törenin Topkapı Sarayı’nda yapılması) gerçekleşti.
HALİFELİK TÖRENİ
Meclis Heyeti’nin başkanı Müfid Efendi’nin anlattığına göre, 24 Kasım 1922 Cuma günü önce Topkapı Sarayı’nda Kutsal Emanetler bölümüne giden heyet, burada Vahdettin’in gidişinden sonra hiçbir şeyin eksik olmadığına dair mazbatayı almıştı. Sonra Bağdat Kasrı’na gidildi ve Müfid Efendi bir konuşma yapıp kırmızı bir atlas kese içinde seçim mazbatasını yeni Halife’ye verdi. Emânât-ı Mübâreke Dairesi’nin (Kutsal Emanetler Dairesi) anahtarı Abdülmecid Efendi’ye teslim edildikten sonra hep beraber Hırka-i Şerîf’in ziyaret edilmesiyle Bîat Merasimi (Halifeliği Tanıma Merasimi) tamamlandı. Cuma namazı için gidilen Fâtih Camii’nde hutbeyi Halife Hazretleri değil, heyet başkanı Müfid Efendi okudu ve Abdülmecid Efendi’nin hilafetini cemaate duyurdu. Rivayete göre Fatih Camii’nin avlusunda İstiklal Marşı çalınmıştı. Ayrıca hutbenin İstanbul’dan önce Ankara’daki Hacı Bayram Veli Camii’nde ve Meclisin bir temsilcisi tarafından okunması iktidarın Ankara’ya devrini ima eden sembolik olaylardı. Ancak bütün çabalara karşın İstanbul’daki törenin “bir cins Saltanat alayına” da dönmesi rejimin değiştirilmesinin pek kolay olmadığının işaretleriydi. Ancak Mustafa Kemal kararlıydı. Sadece uygun anı bekliyordu.
22 Ocak 1924’te Mustafa Kemal Başbakan İsmet Paşa’dan şifreli bir telgraf almıştı. Paşa, Halife Efendi’nin bazı isteklerinden bahsediyordu. Bunlar arasında en önemlisi Halife’ye tahsis edilen bütçenin arttırılmasıydı. Bu talep Mustafa Kemal’in canını çok sıkmıştı çünkü yeni oluşturulan Cumhurbaşkanlığı makamı için 247.320 lira ayrılırken, Halifelik makamı için bir önceki yılla aynı miktarda yani 331.695 lira tahsis edilmişti. Diğer talepler arasında bulunan Halife’nin yabancı siyasi konukları kabul etmek için izin istemesi konusu ise Mustafa Kemal’in Halife yanlılarına nihai darbeyi vurması için altın tepside sunulmuş bir fırsat gibiydi.
Mustafa Kemal ani bir kararla aynı gün İsmet Paşa’ya bir telgraf yazdı. Telgrafta Halife’nin gerek kendisi gerekse makamı ile ilgili olumsuz gösterilere yol açtığını belirtip yaşam tarzını, Cuma Alaylarını, tantanalı gezintilerini eleştiriyordu. Devamında Hilafet makamının ancak tarihsel bir anı olduğunu hatırlatarak Halife’nin bu tür siyasi ilişkiler kurmak istemesinin Cumhuriyet’e saldırı olduğunu söylüyordu. Telgraf, kendisine ayrılan ödeneğin yaşamını sürdürmesi için verildiğinin, debdebe için olmadığının hatırlatılmasıyla bitiyordu.
HALİFELİĞİN İLGASI
Ardından kayınpederi Uşakizade Muammer Bey’in İzmir-Göztepe’deki köşküne davet ettiği bir grup İstanbullu gazeteciye (ki bu gazetecileri daha bir ay önce ‘Halifeliği savundukları gerekçesiyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılayarak gözdağı vermişti) Halifeliği kaldırmayı düşündüğünü açıklayan Mustafa Kemal, 1924 Şubatı’nda da bir Fransız dergisine verdiği demeçle işaret fişeğini attı: “Tarihimizin en mutlu dönemi hükümdarlarımızın Halife olmadıkları zamandır (...) Ne Acemler, ne Afganlılar, ne Afrika Müslümanları İstanbul Halifesini asla tanımadılar. Bütün İslam milletleri üzerinde yüce ruhani görevini yerine getiren tek Halife fikri gerçekten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma’daki Papa’nın Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir (…) Biz Halifeyi eski ve saygıdeğer bir geleneğe saygı duyarak yerinde bıraktık. Halifeye saygımız vardır.”
Ancak Abdülmecit Efendi, hâlâ durumun nezaketini idrak edememiş olmalıydı ki, 12 Şubat günü Türkiye’ye gelen Britanya temsilcisi Mr. Lindsay’ı kabul etmekten çekinmedi. Tam bu günlerde İsmet Paşa, Kâzım Paşa ve bir grup asker Harb Oyunlarının açılışına katılmak üzere İzmir’e gitmişler ve Mustafa Kemal’le buluşmuşlardı. Manevraların amacı İtalya’nın faşist lideri Mussolini Yunanlılarla ittifak ederek Türkiye’ye saldırırsa Türk ordusunun başarılı olup olamayacağını anlamaktı ancak bir araya gelen devlet büyükleri bu arada Halifelik meselesini de görüştüler.
Tam o sırada Meclis’te bütçe görüşmeleri başladı. 3 Mart 1924 tarihindeki son oturumda bütçenin lehinde ve aleyhinde görüşlerin dinlenmesine geçildiğinde işin rengi ortaya çıktı. Urfa Milletvekili Şeyh Saffet (Yetkin) Efendi ve 53 arkadaşı tarafından verilen bir önerge ile Halifeliğin hem ülke içinde, hem de dış ilişkilerde iki başlılık yarattığı, Hanedanın yüzyıllardır bir felaket olduğu ve Türk milletinin yıkımına sebep olduğu, Halifeliğin Türkiye’nin bekası açısından yeni tehlikelere gebe olduğu söylendi ve ilgası (kaldırılması) istendi. Halifeliğin kaldırılmasına Kastamonu Mebusu Miralay Halid (Akmansü) Bey ile Gümüşhane Mebusu Zeki (Kadirbeyoğlu) dışında karşı çıkan olmadı.
(Hilafetin kaldırılmasına karşı çıkan iki mebus: Zeki Kadirbeyoğlu ve Halit Akmansü)
Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılması Hakkındaki (431 Sayılı) Kanun, oturuma katılan 158 üyenin 157’sinin oyuyla kabul edildi. (Tek red oyunu Zeki Bey vermişti. Halid Bey Halifelik lehine konuşmakla birlikte Hilafetin ilgasında bir mahsur görmediğini söyleyerek lehte oy vermişti.) İronik biçimde, halifeliğin kaldırılması Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşları gibi ‘sarıklılara’, halifeliği savunmak ise Zeki Bey ve Halid Bey gibi dinî eğitim almamış sivil ve asker iki kişiye düşmüştü. Aynı oturumda daha önce Şer’iye ve Evkaf ve Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin İlgasına Dair Kanun ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu da kabul edildi.^
ABDÜLMECİD EFENDİ’NİN TEPKİSİ
Durumu Halife Efendi’ye bildirme işi İstanbul Valisi Haydar Bey’e ve Polis Müdürü Sadettin Bey’e kaldı. İddialara göre Abdülmecid Efendi, ilk anda karara inanmak istememiş ve heyeti saraydan kovmaya kalkışmıştı. Sarayın çevresinin sarıldığını ve telefon bağlantısının kesildiğini anlayınca sakinleşmişti ancak kendisini ülkeden ayrılmaya razı etmek için, Vali’nin Ankara’dan gelmiş olduğunu iddia ettiği hayali bir telgrafı okur gibi yapması gerekecekti.
Ertesi sabah, saat 5.00’te Halife ve ailesi halkın galeyana gelmesini önlemek için gizlice Çatalca İstasyonu’na götürüldüler ve Simplon Ekspresi’ne (eski Şark Ekspresi) bindirildiler. Abdülmecit Efendi’nin istasyona gitmek üzere otomobile binerken “Mademki milletin ve memleketin saadet ve selameti için çalışıyorsunuz. Allah muvaffak etsin,” dediği; trende kendisine ulaşmayı başaran gazetecilere ise “Bütün düşüncem, milletin kararı karşısında mütabaat etmektir (tabi olmaktır). Millete duacıyım. Şimdilik İsviçre’ye gidiyoruz. Yabancı ihtiraslara alet olmayacağım,” dediği rivayet olunur.
Tren Bulgaristan sınırlarına girer girmez, İstanbul basını haberi genel olarak olumlu bir dille duyurmaya başlamıştı. Aynı günlerde Mekke Şerifi Hüseyin kendisini halife ilan etti. Ardından dokuz ülkenin yöneticisi daha kendilerini halife ilan ettiler.
Halifeliğin ilgası haberleri Müslüman dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Asya’daki Hilafet Hareketi’nin lideri Muhammed Ali, Türkiye davası için 1,5 milyon pound yardım topladı. Hareketin başkanı Şevket Ali Ankara’ya bir telgraf yollayarak Mustafa Kemal’den kararı bir kez daha gözden geçirmesini rica etti. Mustafa Kemal kendisini şöyle yanıtladı: “Hilafet hükümet etme yeteneği demektir. Bu koşullar altında ayrı bir Halife Türkiye’nin iç meselelerinde ve dış politikasında ikilik çıkarır.” Bu cevaba rağmen Komite Ankara’ya bir delegasyon göndermeye karar verdi fakat Britanya Hükümeti, delegasyona pasaport vermeyi reddedince bu iş gerçekleşmedi. Son bir hamle olarak Komite Mustafa Kemal’e kendisinin Halife olmasını isteyen bir telgraf gönderdi. Muhammed Ali toplanan paradan kalanları Antalya Milletvekili ve Kızılay’ın Hindistan temsilcisi Rasih (Kaplan) Bey’e teslim etti. Mustafa Kemal konunun bu hale gelmesinden büyük rahatsızlık duyduğunu belirterek “Efendiler açık ve kati söylemeliyim ki, ehli İslam’ı bir Halife heyulasıyla hâlâ işgal ve iğfal gayretinde bulunanlar yalnız ve ancak ehli İslam’ın ve bilhassa Türkiye’nin düşmanıdır. Böyle bir oyuna raptı hayal eylemek de ancak ve ancak cehil ve gaflet eseri olabilir (...) Rauf beylerin, Vehip paşaların, Çerkez Edhem ve Reşitlerin, bütün Yüz Elliliklerin, mülga hilafet ve saltanat hanedanı mensuplarının, bütün Türkiye düşmanlarının elele vererek aleyhimizdeki hararetli say-ü gayretleri, din gayretleriyle mi vuku bulmaktadır? (…) Buna inanmak için cidden kara cahil ve koyu gafil olmak lazımdır!” diyerek son noktayı koydu. Ardından hanedanın yurt dışına çıkarılması işi başladı.
(Sürgündeki Abdülmecit Efendi, kızı Dürrüşehvar Sultan’ın Haydarabad Nizamı’nın oğlu Azam Şah ile evlilik töreninde, Nice, 1931.)
ŞEYH SAİD İSYANI’NIN NEDENİ Mİ?
Aradan 90 yıl geçti ancak, Halifeliğin kaldırılmasının faydalı mı zararlı mı, iç ihtiyaçlarla mı dış baskılar mı kaldırıldığı konusundaki tartışma bitmedi. Örneğin İngiliz Dışişleri belgelerini inceleme fırsatını bulmuş olan Ömer Kürkçüoğlu, Britanya’nın Musul’daki bir görevlisinin “Türklere sadece halifelik bağı ile bağlı olan Kürtlerin durumunu düşününce, bu olayın Türklerin kendi bindikleri dalı kesmelerinin İngiltere için inanılmayacak kadar mükemmel olduğunu” söylediğini aktarır. Kürkçüoğlu’na göre Hilafet’in kaldırılması “İslam Türklerle Kürtler arasındaki tek bağ olduğu, Türkler ise şimdi bunu kopardığına göre Kürtler de kendi geleceklerini düşünmek zorundadırlar,” diyen Şeyh Said’in 1925’teki ayaklanmasında rol oynadığı gibi, bu durum Musul üzerindeki Türk iddiasına da darbe vurmuştur. Bu görüş bugün yaygın olarak taraftar bulmuş görünüyor.
Bazıları Musul Meselesi ortada dururken, İngiltere’ye tek baskı yapma aracı olan Hilafetin kaldırılmasının ardında İngilizleri arar. Örneğin Rauf Bey, İsmet İnönü’nün 4 Şubat 1923’te Lozan görüşmelerine ara verilmesini fırsat bilip 18 Şubat’ta Batı Anadolu seyahatini yapmakta olan Mustafa Kemal’le Eskişehir’de buluşmasından sonra Halifelik aleyhine faaliyetlerin artmasını Britanya temsilcisi Lord Curzon’un Lozan’da İsmet Paşa’ya yaptığı baskılara bağlar. Ancak bugüne dek bu iddiaları destekleyecek somut bir bilgi, belge ortaya çıkmamıştır.
Mete Tunçay’a göre ise (ki benim de katıldığım bir görüştür bu) Halifeliğin kaldırılması demokratikleşmeden çok laikleşmeye önem veren Mustafa Kemal tipi Jakoben modernleşme projesi açısından gayet anlamlıdır. Sadece zamanı tartışmaya açıktır. Ancak bu zamanlamanın da Mustafa Kemal açısından gayet mantıklı olduğu olayların gidişatından anlaşılır. Şeyh Said İsyanı bahane edilerek çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ve buna dayanarak yeniden canlandırılan İstiklal Mahkemeleri ile 1926 İzmir Suikastı Davası sırasında yaşananlar, Mustafa Kemal’in Halifeliğe karşı mücadeleyi siyasi rakiplerini tasfiye ederken uygun bir zemin olarak gördüğünü ve hem içte hem dışta büyük taraftar kitlesi bulunan Halifeliği kaldırarak gücünü herkese ispat etmeyi amaçladığını düşündürür. Benim adlandırmamla ‘barbar İslamcı’ IŞİD’in ilan ettiği halifeliğin, 90 yıldır bu darbenin sarsıntısını atlatamayan çevrelerin dertlerine (!) derman olup olmayacağını zaman gösterecek…
Özet Kaynakça: Ali Satan, Halifeliğin Kaldırılması, Gökkubbe Yayınları, 2008; Seçil Karal Akgün, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik, 1924–1928, Temel Yayınevi, 2006; Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması, 1923-1931, Tarih Vakfı Yayınları, İst. 2005; Mehmet Demiryürek, “Hilafetin Kaldırılmasının Türk Basınındaki Yankıları I-II-III”, Toplumsal Tarih Dergisi, (sırasıyla Kasım 1994, Aralık 1994 ve Ocak 1995, ilgili sayfalar; Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, AÜ SBF Yayınları, 1978.
.
Yazarlar
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016