Halil BERKTAY
[30 Ağustos 2015] Yaz bir kere daha çalışmakla geçti. Derken, ailecek topu topu bir haftalık tatilimize çıktık -- ve sonuna geldik bile. Önceki günlerde olduğu gibi gene erkenden kalktım; güneşten sararmış dikenlerin arasından, çocukluğumun Urla İskelesi ve Çeşmealtı kokularını hatırlayarak geçip denize indim; henüz kimsecikler yokken girdim “ilk su”ya; hep aynı tempoda yüzdüm, sabahın sükûnetinde henüz uyanmamışçasına süzülen kefalları, kumda eşelenen mırmır ve barbunyaları, tek tük sargosları, eriştelerin ardından çıkıveren iki güzel çipurayı gözucuyla seyrede seyrede. 800 kulaç = iki kilometre = 50 dakika. Bir yandan, hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum ve büyük ölçüde başarıyorum da, sol kolumu saymak ve her seferinde iki buçuk metre kaymaktan başka. Diğer yandan, bastırılmış düşünceler, yapılmamış işlerin tedirginliği, bekleyen e-postalar, Ekim başındaki konferans, siyaset, sol, savaş, tarih, teori, yarım kalmış bir çeviri, beş ayrı yazının hazırlık notları -- hepsi hâlâ orada, aşağılarda, kafamın gerisinde ve kahverengi algların örttüğü taşların altında; azıcık, ama sadece azıcık kontrol altında.
Çıktım; kabullendim günlük hayata dönmeyi. Eskiden basılı gazete alırdık; Taraf toptan Cemaate geçeli beri o da yok. Her Pazar Hürriyet, kalabalık sayfalarıyla kedinin odasına, kumunun altına serip sık sık değiştirmeye yarıyor. İnternette gezinirken, Okay Gönensin’in Serbestiyet’e erkenden yüklenen yazısı çarpıyor gözüme: Kürtler ayrılmak istiyor mu? Sonuçta, katılıyorum tabii. Ama henüz oraya varmadan, ikinci paragraftaki cümleleri hafif yutkunmama, durup düşünmeme neden oluyor:
… son Kürt isyanı da “özyönetim” ilânı aşamasını yoğun terörle birlikte yürürlüğe soktu.
“Özyönetim” bağımsızlık demek değil, hattâ yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden çok
farklı bir kavram da değil. Tabii bunu ilân edenlerin kafasındaki içeriği bilmiyoruz, ama
en azından bu tespitleri yapabiliriz.
Gönensin en kaba bazı yanlış anlamalara karşı gardını almış gerçi; “özyönetim” ilânı “yoğun terörle birlikte” geldi de demiş, “bunu ilân edenlerin kafasındaki içeriği bil”mediğimizi de kaydetmiş. Gene de aradaki “‘Özyönetim’ bağımsızlık demek değil, hattâ yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden çok farklı bir kavram da değil” ifadesi hayli problemli. Çünkü aslında bambaşka bir düşünce sistemi ve konseptler setine ait olan terimlerle PKK’nın tam ne yaptığını görmeme tehlikesini doğuruyor.
Biraz geriye gidelim. Ağustos’un ilk yarısındaki bu “özyönetim” ilânları, (a) öncelikle AKP düşmanlığının belirlediği ve her türlü siyaset tercihi ile yorumuna yön verdiği cephede ilginç reaksiyonlara -- bazen de reaksiyon yokluğu ve boşluğuna -- yol açtı. Nitekim kimileri bu gidişatı hiç görmedi. PKK’nın “yeni devrimci halk savaşı”nı aslında erken seçime gidip kazanma hesabıyla Erdoğan’ın çıkarttığı (yani AKP’nin bu konuda belirli bir kastı ve planı olduğu) iddiasındakilerin bir bölümü, yolunu biraz da muhalefet partilerinin AKP’yle koalisyon kurmama inadının döşediği erken seçimin kazaî ve tesadüfî karakteriyle birlikte, asıl PKK’nın uzun süreli savaş çıkarma planı, yığınağı ve sair (kadro, cephane, örgütlenme, şehirlerde yoğunlaşma, HDP ve DBP’yi ayırma, YDG-H’ye olağanüstü insiyatif verme, vb) hazırlığını da tümüyle gözardı etti ve ediyor. (b) Kimileri ise olayı gördü ve şimdi bunu nasıl savunabiliriz telâşına düştü. Bazıları sağa sola (benim özetim) “ne var, özerklik Avrupa demokrasisinin de gereği değil mi” kabilinden tweet’ler attı. Böylece ya her fırsatta PKK’ya kol kanat germeye yatkınlıklarını yansıttı. Ya da en azından, silâh zoruyla ve tek yanlı olarak ilân edilip merkezî devleti “tanımamayı” içeren “özyönetim”ler ile barışçı ve demokratik toplumlarda yerel idarelerin özerklik derecesi arasındaki farkı idrak edemediklerini ortaya koydu.
Ama kabul etmek gerekir ki (c) Kandil’in bu manevra için seçtiği “demokratik özerklik” ve/ya “özyönetim” kavramlarının, geniş kamuoyu açısından da kafa karıştırıcı bir yanı var. PKK 1970’lerde Kürt milliyetçiliğinin, ultra-Stalinist örgüt anlayışının ve Maoist halk savaşı yaklaşımının özellikle amansız ve insafsız bir karışımı temelinde hayat buldu. Öte yandan, son otuz küsur yıllık evrimi içinde özellikle Stalinist-Maoist boyutlarının tarihî bakımdan miadını doldurduğunun farkına vardı. Örgütsel pratiklerinde, içe dönük aynı sertliği ve dışa dönük aynı haşin hegemonyacılığı çaktırmadan sürdürse de, kamuoyuna açık program ve platformları itibariyle kısmen değiştirmeye çalıştı. Avrupa’da yerleştiği, büyük bir Avrupa kanadı peydahladığı, Avrupa kamuoyundan destek sağlamaya çalıştığı ölçüde, kendini beğendirmeye çalıştığı Avrupa demokrasisinin kavramlarını -- içini boşaltıp başkalaştırarak da olsa -- kendi sistematiğine ithal edip oradan buradan yamamayı denedi.
Bu noktada çok dikkatli olmak lâzım. Böyle terim ve kavramların Batı/Avrupa düşüncesi ve uygulamasındaki, hattâ Türkiye siyasetindeki konumu ve anlamı ile PKK’nın bunları nereye oturtup ne için kullanmaya kalkıştığı çok farklı olabiliyor. Birinden diğerine geçmek olanaksız. “Demokratik özerklik” ve şimdi de “özyönetim” sözcükleri bunun belki en tipik örneği. Hariciye mesleğinde eski bir fıkra vardır; Ankara’da oturduğum yıllarda Yeni Zelandalı bir arkadaşım anlatmıştı. Feministleri ve kadın hakları aktivistlerini biraz kızdırabilir (ve belki geçtiğimiz yıllarda, örneğin Taraf’ta da yazmışımdır), ama öyle de olsa tekrar aktaracağım. “Bir leydi ile bir diplomat arasındaki fark nedir?”Olay her ikisinin de, zıt yönlerde bile olsa, ağızlarından çıkandan farklı bir şeyi kastetmelerinde düğümleniyor. “Leydi hayır derse, aslında belki demektir. Belki derse, aslında evet demektir. Evet derse, leydi değildir zaten. Buna karşılık diplomat evet derse, belki demektir. Belki derse, hayır demektir. Hayır derse, diplomat değildir zaten.”
PKK/KCK’nın dili de bu fıkradaki gibi; lâfız başka niyet başka; bir şeyler diyorlar ama dedikleri, sizin kulağınıza çalınan kelimelere tekabül etmeyebiliyor. Benim hatırımda kaldığı kadarıyla, en az 2010-2011’den beri “demokratik özerklik”ten söz ediyorlar örneğin. Nitekim Öcalan da o yıllarda bunu, ilk bakışta ayrılma hedefinin alternatifi ve barışçı, “Türkiyeli” çözüme giden yol haritasının bir parçası olarak ortaya attı -- ama döndü dolaştı; artık Öcalan’ın satır aralarındaki niyeti de öyle miydi, yoksa özel olarak Kandil mi o yöne büktü, bilemiyorum, ama barışçı, parlamenter demokratik bir rejimdeki yerel yönetim özerkliği anlayışından çok farklı bir noktaya geldi. Bunu 2011’in o çok yapay ve yapmacık savaş sürecinde yaşadık. Gerçekte, yerel yönetim özerkliği için savaşılır mı hiç? Ama savaşıldı işte; “demokratik özerklik” için savaşıldı, PKK’ya sorarsanız. Özetle, şu ortaya çıktı:“PKK/KCK demokratik özerklik derse, demokratik değil sadece özerklik demektir; özerklik derse, bağımsızlık veya bağımsızlığa denk bir hegemonik iktidar demektir; bağımsızlık derse, PKK değildir zaten.”
Ve şimdi aynı oyunu bu sefer “özyönetim” üzerinden oynamaya kalkıyorlar. Neydi “özyönetim” (autogestion), 20. yüzyılın ikinci yarısı kültürü ve tarihinde? Özgün anlamıyla, sosyalist planlama içinde bir arayıştı. Sovyet sistemi çok aşırı merkeziyetçi bir devlet sektörü ve Gosplan eliyle aşırı katı bir kumanda ekonomisi demekti. Zamanla kabalığı, hantallığı ve israfı belirginleşince, şu veya bu ölçüde desantralizasyona (adem-i merkeziyete) yönelik reform denemeleri başgösterdi. Sovyet bloku içinde Macaristan, Sovyet bloku dışında ise Tito’nun Stalinizme meydan okuyan Yugoslavya’sı bu açıdan en ileri gitti. Özellikle Yugoslavya, belli başlı üretim araçlarının devletin değil işletmelerin kendi mülkiyetinde olmasının daha genel teorisini kurdu. Bunun, Marx’ın ilk “toplumsal mülkiyet” anlayışına devlet mülkiyetinden daha yakın olduğu ileri sürüldü. İşletmeler kendi üretim ve yatırım kararlarını (daha) büyük ölçüde kendileri alacak; fiyat politikalarını kendileri saptayacak; kârlarının da (daha) büyük bölümünü kerndilerine alıkoyacaklardı. Bir çeşit “sosyalist piyasa”da “özer karar-vericiler” gibi davranmaları öngörülüyordu. Sosyalizmi kurtarma çaresi olarak o da olmadı, yürümedi; o ayrı mesele. Ama Avrupa’da 1960’lar ve 70’lerde “özyönetim” deyince anlaşılan işte buydu; siyasal birimlerin self-government’ını değil, ekonomik birimlerin self-management’ını ifade ediyordu.
Peki, PKK “özyönetim”den ne anlıyor? “Özyönetim” diye yapıp uygulamaya koyduğu nedir? Yazılıp çizilen tonla şey arasından, sadece Serbestiyet’teki beş yazıyı öne çıkaracağım. İlk defa (1) Oral Çalışlar bu yeni gelişmeye anahatlarıyla dikkat çekti; HDP veya hattâ DBP’den çok, 15-20 kişilik daha önce hiç duyulmamış “kent meclisleri” veya “halk meclisleri”ninhiç yoktan zuhur ettiğini gözledi (Kürt kentlerinde “özyönetim” ilânı, 15 Ağustos; Declarations of “self-government” in Kurdish cities, 16 Ağustos 2015). (2) Yıldıray Oğur, çok daha ayrıntılı incelemesinde, (i) bütün “Ankara’dan yönetilmek istemiyoruz” beyanlarının nasıl birbirinin tıpatıp aynısı olduğunu (yani yerel bir insiyatifin değil, gayet merkezî bir karar ve dayatmanın gözlendiğini); (ii) bu deklarasyonların HDP değil DBP tarafından yapılabilmesi için PKK/KCK’nın çok önceden bir HDP-DBP ayrışması yarattığını (yani uzun vâdeli bir planlama ve işbölümü çerçevesinde DBP’nin bu uğurda öne sürülmesi ve riske edilmesinin öngörülmüş olabileceğini); (iii) gene bu deklarasyonların, YDG-H güçlerinin söz konusu şehir ve kasabalara fiilen el koyma girişimleriyle de elele gittiğini vurguladı. Dicle Haber Ajansı’nın Varto’ya ilişkin şairane betimlemelerini de aktararak, bu yüzden kamusal alanın önce tamamen askerîleştiğini ve sonra harabeye döndüğünü dile getirdi (PKK’nın fantezileri, Kürtlerin gerçekleri, 17 Ağustos).
(3) Abdullah Kıran HDP’nin yüzde 90’ın üzerinde oy aldığı yerlerde hendek kazılarak “demokratik özerklik” ilân edildiğini söylemeyi “siyaset diliyle açıklanamayacak bir vaka” ve “olsa olsa bir katliam dâveti” olarak niteledi. Tek taraflı olarak “özerklik” değil, ancak “bağımsızlık” ilân edilebileceğinin altını çizdi: “Özerk olan, bir merkez ile hukukî bir bağ içerisindedir.” Kıran geçmiş ile bugünün farkını da “İttihatçı akıl bu tür eylemleri bir soykırım gerekçesi olarak kabul ederdi” ve “eğer devlet yetkilileri 90’ların aklıyla hareket etseydi, bu yerlerde katliamlar yaşanırdı” sözleriyle hatırlattı (Barış konusunda kimi tesbit ve öneriler, 24 Ağustos).
(4) Cengiz Alğan söz konusu “özyönetim” ilânlarının (i) Yıldıray Oğur’a benzer biçimde, sırf Kandil’in diktasıyla gerççekleşmesini; (ii) içeriksizliğini ve bir adım sonrasını düşünmemişliğini; (iii) her türlü kitle bilgilendirmesi, hazırlığı ve desteğinden yoksunluğunu, topluca “ciddiyetsizlik” diye niteledi ve hicvetti (Kelebek ömürlü “özyönetim”ler, 28 Ağustos; “Self-governments” as short-lived as butterflies, 30 Ağustos). (5) Kurtuluş Tayiz, bu “özyönetim”in PKK’nın bir tür şehir gerillası olarak önem kazanan “gençlik yapılanması” olmaksızın düşünülemiyeceğini; tersten söyleyecek olursak,”özyönetim”in tam da söz konusu “gençlik yapılanması”nın iktidar hegemonyası demek olduğunu (olacağını) ve halk için kara terörden başka bir anlama gelmeyeceğini bir kere daha ortaya koydu (YDG-H: PKK’nın kara gömleklileri, 28 Ağustos 2015).
Öyleyse nedir, PKK’ye göre “özyönetim”? Eski Stalinist-Maoist perspektiflerinde “proletarya diktatörlüğü” ya da onun biraz dönüşüme tâbi tutulmuş versiyonu olarak “demokratik halk iktidarı” kuram ve kavramlarının olduğu yere yapıştırılmış bir etikettir. Batı’ya ve Türkiye kamuoyuna belki Avrupa demokrasisini çağrıştırır, ama PKK’nın “yeni şişeler içinde gene eski şarabını” (old wine in new bottles) tüketmesini sağlar. Gene fıkramıza dönersek,“PKK öz derse, kendisi demektir; yönetim derse, başka kimseye hayat hakkı tanımayan silâhlı hegemonyası demektir; kendi yönetimim derse, PKK değildir.” Süsleme ve yutturma marjı kalmayacağı için.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024