Sezin ÖNEY
“Evin sahibi, evdeki başköşenin de sahibidir, kendini koruyacak güvenlik kalkanını dilediği gibi oluşturmaya hakkı vardır, kazancın nasıl dağıtıldığına, toprağın nasıl paylaştırılacağı veya satılacağına istediği gibi karar verir; istediği yere evler diker, istediğini istediği işte çalıştırır ve ev halkından, evin çıkarına davranmadığını düşündüğünü canı istediği gibi cezalandırır.”
Bunlar, 15. yüzyılın Kosova’sında geçerli kanunlar... Ama sanki, bugünün Türkiye’sine de çok uzak değil.
Sırbistan’ın, Avrupa Birliği üyeliği yolunda hızla ilerlerlerken Türkiye’nin yerinde sayması, elbette ilk bakışta, “Avrupa’nın kötü niyetine” bağlanabilir. Bu düşünce, Türkiye’nin kendini haksızlığa uğramış mazlum konumuna koymasına da zemin hazırlayarak Türkiye’deki vicdanları da rahatlatabilir.
Oysa, durum böyle değil. Sırbistan’da iktidar, niyet etti ve asla pes etmedi.
Son birkaç yılda, Sırbistan’da, büyük tabular, somut adımlarla yıkıldı. Srebrenitsa Katliamı için özür dilendi, savaş suçluları Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin karşısına yollandı, çeteler ve derin devletin mafya kanadı, ülke dışına sürüldü. Sırbistan’da, bunların çeyreğini daha önce yapmaya yeltenen bir başbakanın, Zoran Cinciç’in, 2003’te bir keskin nişancı tarafından öldürüldüğünü unutmayalım. Saraybosna’da insanları avlayan keskin nişancılar anımsandığında, çok da manidar şekilde gerçekleştirilen bir suikasttı bu, arka planında da Yugoslavya Gizli Servisi’nin “derin” kişiliklerinin bulunduğu iddia ediliyordu.
Hırvatistan ve Bosna-Hersek ile olan sorunların çözülmesindeki yapıcı yaklaşımlara da bakılınca, Sırbistan’ın “komşularla sıfır sorun” politikasını da hayata geçirebildiği de öne sürülebilir.
Sırbistan, hâlâ aşırı milliyetçi, yolsuzluklar ve adaletsizliklerin kol gezdiği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın bir araştırmasına göre, savaş suçlularının, halkın yüzde 50’si gibi azımsanamayacak bir kesimi tarafından “kahraman” olarak görüldüğü, AB’nin daha geçen aralık ayında sızdırılan bir raporuna göre, yargının hâlâ fena halde siyasal hareket ettiği bir bölük pörçük hukuk devleti.
Ama, Türkiye’den farklı olarak, gerçekten değişmeye niyetli; en azından iktidar kademesinde.
Türkiye ise, hâlâ tarihî açmazlarının mahkûmu.
Belki de Avrupa Birliği’nin Türkiye için temel önemi, Türkiye’nin devlet ve hukuk yapısı içinde kendi kendine bir türlü kuramadığı güçler ayrılığı, fren ve denge mekanizmalarının yerine bu yapının geçmesiydi. 1924’te ilk anayasa yapıldığından bu yana, sürekli “iktidar çoğunluğa sahip olanındır”, “çoğunluğun gücü dizginlenmelidir” kutupları arasında yaşanan çekişmeler, Türkiye’nin siyasetini, dolayısıyla hayatın her alanını zincirledi, zincirlemeye de devam ediyor.
Bugünlerde, hemen her satırında Türkiye’de neyin neden böyle olduğuna dair birçok ipucu bulduğum bir kitapta, Ergun Özbudun ve Ömer Faruk Gençkaya’nın, Türkiye'de Demokratikleşme ve Anayasa Yapımı Politikası başlıklı çalışmasında şöyle ilginç bir ayrıntı var; 1924’teki anayasayı yapan Meclis, sadece Kemalist görüşün temsil edildiği, çoğulculuktan çok uzak bir yapıya sahip. Buna karşılık, milletvekilleri, Atatürk’e “başkomutan” görevinin ve Meclis’i lağvetme yetkisinin verilmesine karşı çıkıyor. Çünkü, “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” anlayışına katı biçimde inanıyorlar.
1924 Anayasası’nda orduya, Cumhurbaşkanı’nın komuta etmesi konusu şu şekilde çözümleniyor:
“Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yüce varlığından ayrılmaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Harb kuvvetlerinin komutası barışta özel kanuna göre Genelkurmay Başkanlığı’na ve seferde Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilecek kimseye verilir.”
1982 Anayasası’na gelince, “Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetler’in komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir” hükmünü buluyoruz.
2012’de de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, “Başkumandan” olarak ilk kez bir askerî tatbikata katılmanın gururuyla, yanında bembeyaz nanoteknoloji ürünü giysilere bürünmüş bir askerle Kars’ta karlar arasında poz verirken görüyoruz.
1960 darbesinden bu yana da, “çoğunluğun sözü” geçer anlayışı ile buna karşı, “asker- yargı- bürokrasi- derin devlet- bazı gazeteciler- bazı işadamları”ndan oluşan “merkez seçkinler” gibi tuhaf bir koalisyonun demokrasiye aykırı tezlerinin didişmesi, aslında didişenlerin giderek de birbirine benzemesi, birbirlerinin rollerini gönül rahatlığıyla devralmaları Türkiye siyasetini boğuyor.
Avrupa Birliği, sağlayabileceği imkânlar açısından veya üyeleri çok “üstün” ülkeler olduğundan değil, merkezin karar alma mekanizmalarına yerel yönetimler, vatandaşlar ve hatta vatandaş olmayanları katma pratikleri oluşturma, hak ve özgürlükler alanındaki idealleri geliştirme, hukuk devleti kavramını, gerçekten “dengeli” bir güçler dengesi oluşturmak gibi yorumlama arayışları nedeniyle ilginç ve dünya tarihinde bu kadar ilerlemiş bir başka örneği olmayan bir proje.
Türkiye de, bu projenin içinde yer alabilir ve insanlığın aslında yüzyıllardır süren daha iyi, daha adaletli, daha eşit yaşama çabalarına ortak olabilirdi.
Henüz 10 yıl kadar önce, uğruna bir savaşın yaşandığı, Sırpların yaklaşık 700 yıldır “ulusal gurur” meselesi yaptığı Kosova Sorunu çözüme gidiyorsa, daha 20 yıl önce gerçekleşen ve soykırım teşebbüslerinin yaşandığı Bosna Savaşı’nın ardından Saraybosna ve Belgrad’ın arası bulunabiliyorsa, Kıbrıs Meselesi de, Kürt Sorunu da çözülürdü. Artık başka bahara.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTOysa Her Şey Çok Farklı Olabilirdi… 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUUyuşturucu kullanımı ortaokullara kadar indiyse… 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYargıda “Kin” motivasyonu 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm sürecinde bazı işaretler 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİTrump Nobel'i alıp barıştan kaçarsa 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuTürkiye neden bu kadar siyasi? 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTutuklama tutkusu 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBorsada vurgun nasıl yapılır? 10.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilAteş hattında bir ülke: Suriye sahnesinde Türkiye 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAÖzgür Önderlikten , Özgür Topluma; 9 Ekim Komplosuna Karşı Halkların Demokratik Direnişi... 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇEREkonomide akıldışılık sona erdi mi? 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRTürkiye yeniden karanlık film günlerine mi dönüyor? 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman ülkelerde adalet yok ama adalet masalları çok güzel! 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaYPG silah bırakır mı? 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÇözümde tümseklere rağmen tekerlek dönüyor 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDevletin sahipleri ve DEM Parti! 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin geleceği giderek daha az tartışılırken… 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞEnflasyon, bir temel hak olan mülkiyet hakkının ihlali ve öneriler 8.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezFenerbahçe'nin Yeni Yönetimine İlk Açık Mektup 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBirinci Yılında Süreç: Olanlar, Olmayanlar 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer balkonuna havuz yapılan rezaletin perde arkası! Buna nasıl izin verildi? 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAGerçek sanık sandalyesinde 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Kim bu Devlet Büyükleri?” 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSiyasi değil sosyolojik, hatta psikolojik 7.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Trumpizm’in güç gösterisi nereye kadar? 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“DEVLETİ ZENGİN”,”VATANDAŞI AÇ VE YOKSUL” ÜLKE… 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’dan sonra AKP dağılır 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKaan’ın motorları ve bir soru: Türkiye’nin F-35 alması şart mıdır? 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİYapıttan Yapana: Zatî olana yolculuk 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye’nin sosyal devletin rolünün yeniden inşası kaçınılmaz 6.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANFotoğraflar tarafsız değil 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNGazze Planı: Bölgesel teslimiyete giriş 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraDevlet Millet Kucaklaşması 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayOVP’nin iç çelişkileri ve stratejik yönelimi 5.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇ“Siyasette zorlama yoktur!” 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ile Batı arasındaki “sözleşme” bozuluyor mu? 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTCumhurbaşkanı, “muhalefet”, “Kürtler” 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMeşruiyet ve toplumsal cinsiyet: Eşbaşkanla tokalaşılmadı 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçMemleketin geleceği hangi fotoğrafta? 3.10.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.04.2025
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024