Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
EĞİTİM HAKKI VE LİSEYE GEÇİŞ MODELİ ÜZERİNE
1.02.2018
1461

 Bir ülkede kişi hak ve özgürlükleri yasalarla, ilkelerle, teamüllerle güvence altına alınmışsa, fiiliyatta bu güvence işletiliyorsa o ülke demokrasi zemininde yürüyor, gelişiyor demektir.

Eğitim hakkı temel bir hak, kişi hakkıdır. Anayasamızda, 1973’de yürürlüğe giren Milli Eğitim Temel Kanunu’nda yer almıştır. Fakat yasalarda yer alan amir hükme uygun bir sürecin işlediği söylenebilir mi? Eğitim sistemi içinde bu hakkın kullanılabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmış mıdır? Bu hakkın kullanıldığına tanıklık ediyor muyuz?

Eğitim hakkıyla doğrudan bağlantılı temel ilke, fırsat eşitliği ilkesidir. Her öğrencinin belirli yeterliliklere sahip olması koşuluyla istediği eğitimi, programı alması bakımından akranları ile eşit olanaklara sahip olabilmesinde ifadesini bulur fırsat eşitliği ilkesi. Eğitim sistemi fırsat eşitliği ilkesine uygun işletilmeli ki o ülkede eğitim hakkının güvence altında olduğundan söz edilebilsin.

Peki, eğitim sistemini yönetenler anayasa ve yasalarda yer alan eğitim hakkı, fırsat eşitliği ile ilgili görevlerini, yükümlülüklerini yerine getiriyorlar mı?

Bu soruya “evet” yanıtını verebilmek için, eğitim sisteminin şu düzenlemeler zemininde işliyor,  olması lazım:

  • Her çocuğumuz okul öncesi eğitim alıyor, ilkokula eşit koşullarda hazırlanabiliyor mu?
  • Gerekli yeterliliğe sahip olan her öğrencinin eğitim talebi ailesinin ekonomik, sosyal koşullarına bakılmaksızın eğitim sisteminde karşılanabiliyor mu?
  • Gelişimsel özellilikleri, ihtiyaçları, ilgileri, yetenekleri göz önünde tutularak her öğrenciye gelişim dönemi ile ilgili görevlerini yerine getirebilmesi kendini gerçekleştirmesi ve nihayet belirli bir meslek sahibi olması için eğitim sistemi içinde gerekli rehberlik hizmeti verilebiliyor mu?
  • Belirli bir eğitim programını belirli standartlarda tamamlamış her öğrenci talep ettiği daha ileri eğitim programına yerleşebiliyor mu?

Eğitim hakkı ve eğitimde fırsat eşitliğinin gerektirdiği bu koşullar bakımından eğitim sistemimiz ne durumda kısaca bakalım.

Çocuklarımızın sadece kabaca yarısına okul öncesi eğitim verebiliyoruz.

Ülkemizde en düşük (%20’lik) gelir grubu içinde yer alan bir ailenin en yüksek (%20’lik) gelir grubuna içinde yer alan bir aileye göre çocuğu için okul öncesine erişebilme olasılığı %60 daha düşük. Bunu söylerken en düşük gelir grubu içinde yer alan ailenin sahip olduğu çocuk sayısının yüksek gelirli aileye göre dört kat daha fazla olduğunu da hatırda tutalım.(ERG, Erken çocukluk eğitimi ve 4+4+4 düzenlemesi,2017)

Bunun anlamı şudur: okul öncesi eğitim verebildiğimiz öğrenciler büyük oranda parası olan yüksek ve orta gelir grubuna sahip ailelerin çocukları. Düşük gelirli ailelerin çocukları yüksek oranda okul öncesi eğitim alamıyorlar. Bu durumda eğitim hakkı, eğitimde fırsat eşitliği ilkelerinin bir anlamı kalır mı? Yöneticilerimizin, eğitim sisteminin bu boyutta sorumluluklarını, yükümlülüklerini yerine getirdiklerini söyleyebilir miyiz?

İlköğretim sonrasında da sadece ekonomik koşulları elverişli ailelerin çocuklarıyla ilgili nitelikli eğitim talepleri karşılanabiliyor. Geri kalan öğrencilerin istedikleri eğitimi alma hakkı da fırsatı da eğitim sisteminde mevcut değil.

Okul türleri arasında, aynı tür okullar arasında, bölgeler arasında nitelikli eğitim bakımından farklılık büyük. Okullaşma da eğitim hakkının kullanılması, fırsat eşitliğinin sağlanması boyutlarında sıkıntılar büyük.

LGS sınavının sonuçlarına dayalı olarak açıklanan yerleştirme sisteminde öğrencilere tercihlerini aynı okul türünden yapma hakkı veremeyen MEB’in Müsteşarı, buna rağmen gözümüzün içine bakarak: “Hiçbir çocuk istemediği okula yerleşmeyecek” sözünü verebiliyor.

Ortaöğretimde beş öğrenciden birini İmam Hatip Lisesine gitmek zorunda bırakacak bir alt yapı oluştu. Nitelikli ara insan yetiştirme mekanizması olarak meslek liseleri çeşitlendirileceği, özendireceği, öne çıkaracağı yerde, eldeki meslek liselerinin bir kısmını Anadolu Liselerine dönüştürme kararı alınıyor. Anadolu Liselerinin bir kısmı ise daha sonra İmama Hatiplere dönüştürülüyor. Üniversiteye mezun ettiği 100 kişiden ancak 18’ini gönderebilen bu okulların bir kısmı “Proje okul” diye parlatılıp “nitelikli okul” statüsüne sokuldu. LGS ile yerleştirilecek okul haline getirildi.

Kamuoyunun gazını almak için liselere giriş sistemiyle nasıl oynanırsa oynansın sonuçta ilköğretim mezunu öğrencilerin %25’i İmam Hatiplere gitmek zorundalar, elleri mecbur. Yerleştirmede açıkta kalanlar, İmam Hatiplerde boş kalan kontenjanları istemeseler de doldurmak zorunda kalacaklar. Ama haksızlık da etmeyelim buna rağmen alternatif bir tercih hakları daha var: Açık Lise. Bakan beklide o açıklamayı yaparken kafasında olan Açık Liseydi, hakkını yemeyelim.

Fakat ortada olan bir gerçek var: o da bu öğrencilerin gerçekte üniversiteye yerleşebilme olasılıklarının oldukça düşük olduğu! Sonuçta üniversite okuma talebiyle sınava giren öğrencilerin yarısından fazlasını, yaklaşık bir milyon öğrenciyi her yıl sokağa, kaderin eline bırakıyoruz.

Diyelim ki bir öğrenciyi Fen Lisesine, Meslek Lisesine yerleştireceksin, üniversitenin bilgisayar bölümüne öğrenci alacaksın ya da öğretmen atayacaksın adayın sahip olduğu yeterlilikler arasında belirli bir inanç, değer, kültür, ideoloji ile ilgili yeterlilik ararsan, orada fırsat eşitliğinden, haktan hukuktan söz edebilir misin? İyi de biz bunları yapmıyor muyuz?

“Hiçbir çocuk istemediği okula yerleşmeyecek”, öylemi? Pişkinliğin böylesine herhalde sadece bizim gibi ülkelerde tanık oluruz.

Açıklamalarına bakarak eğitim sistemindeki yöneticilerinin sorumlu oldukları süreçle ilgili işleyişten haberleri yok, demek lazım. Ya da bu işleyişin nasıl bir sonuç ortaya çıkaracağını ön göremiyorlar değerlendirmesini yapmamız lazım. Hal böyleyse Eğitim Sistemi rotası belli olmayan bir gemi haline gelmiş demektir. Hal bu ise durum yeterince vahimdir zaten! Ama gerçek durumun, ilk akla gelenin ötesinde olma ihtimali var!

 Yani gerçek durumun daha da vahim olma olasılığı şu:

Eğitim sistemini yönetenlerin eğitimde fırsat eşitliğiymiş, eğitim hakkıymış, gerçekte böyle bir takım dertlerinin olmaması. İşleyişin ortaya çıkaracağı sonuçla yüzleşme gibi bir niyetlerinin de olmaması. Gemiyi siyaseten belirlenmiş bir rotada tutmakla görevlendirilmiş olmaları. Egemen siyasetin konsolidasyonunu (pekiştirilmesini-ötelenmesini) sağlamada eğitimi araç olarak kullanmak gibi bir görev yüklenmiş olmaları.

Peki, durum buysa, bu eğitim anlayışının orta ve uzun vadede topluma maliyeti sizce ne olur?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar