Alper GÖRMÜŞ
AGOS’un 10 Ocak 2013 tarihli manşeti, Samatya’da aralık başından bu yana yaşanan, Ermeni kadınlara yönelik üç şiddet vakasını konu alıyordu: “Samatya diken üstünde...”
İlk olayda 87 yaşındaki bir Ermeni kadın (T.A.) hedef seçildi. Darp edilen kadın bir gözünü kaybetti, ayrıca ziynet eşyaları çalındı.
28 aralıkta Maritsa Küçük adlı 85 yaşındaki kadın, Samatya’da tek başına yaşadığı evinde vahşice öldürüldü.
Nihayet 6 ocakta, AGOS’un haberine göre, “Ayin için kiliseye gitmeye çalışan bir başka yaşlı kadın kaçırılmaktan son anda kurtuldu. Erzak ve para yardımı vaadinde bulunan üç kişi tarafından zorla bir araca bindirilmek istenen yaşlı kadın, kiliseye sığınarak durumu polise haber verdi.”
Bu gelişmeler bende yalnız utanca ve üzüntüye değil bir yıl önce dile getirdiğim tekinsiz tahminimin gerçekleşmekte olduğuna işaretle aynı zamanda büyük bir tedirginliğe de yol açtı.
Tekinsiz tahminimi önce “Sevag’ın ölümü bir Ergenekon eylemi olabilir mi?” (21 Ocak 2012), ardından da “Hrant, Sevag, Taksim” (2 Mart 2012) başlıklı yazılarda dile getirmiştim. Yazılarda, 1915’in yüzüncü yıldönümüne (2015) ayarlı bir “Ermenileri ürkütme operasyonu”nunbaşlatıldığını öne sürmüş, “önümüzdeki aylarda-yıllarda devamının geleceğine emin olduğumu” belirtmiştim.
24 nisan: Sevag Balıkçı cinayeti
Beni bu yönde düşünmeye sevk eden gelişme, er Sevag Balıkçı’nın, arkadaşının silahından çıkan bir kurşunla hayatını kaybetmesi olmuştu. Çünkü cinayet 1915 soykırımının sembolik başlangıç tarihi olan 24 nisanda (2011) işlenmişti ve ortada, başlangıçta duyurulduğu gibi olayın “kaza” olma ihtimalini dışlayan çok fazla veri vardı.
Sevag cinayetiyle, bu cinayetten yola çıkarak yazdığım ilk yazı arasında yaklaşık dokuz aylık bir süre vardı ve ben, iki tarih arasında, tekinsiz tahminimi güçlendiren çok önemli başka iki gelişmenin ortaya çıktığının farkında değildim.
Bunlardan birincisi 2011’in yazında Marmaris’te yaşanmıştı. Kuyumculuk yapan bir Ermeni kadın, esnaftan gelen ırkçı sataşmalara daha fazla dayanamamış, polisin de işlem yapmadığını görünce Türkiye’yi terk edip Belçika’ya yerleşmişti.
İstanbul’da geçen ikinci olayda ise (Ekim 2011) bir Ermeni kadın, bindiği takside şoförün önce sözlü (“kâfirsin sen, ne işin var bu ülkede”), ardından fiziki saldırısına uğramıştı. Taksici daha sonra ortadan kaybolmuştu ve bugüne kadar da ortaya çıkmamıştı.
Ergenekonculuğun eylem stratejisi
Fakat dediğim gibi: Ocak 2012’deki ilk yazıyı yazdığımda bunları bilmiyordum ve tahminimi sadece Sevag Balıkçı cinayeti üzerinden dile getirmiştim.
Aslında Sevag Balıkçı cinayeti, tekinsiz tahminimi ileri sürmek için sadece bir “dürtü” işlevini görmüştü. O cinayet işlenmemiş olsaydı dahi “Ermenileri ürkütme” operasyonunun ciddi bir ihtimal olduğunu hiçbir olgusal bilgiye dayanmaksızın tamamen analitik bir yaklaşımla yine yazacaktım... Ve bunu sadece Ergenekon’un eylem stratejisinin analizinden yola çıkarak yapacaktım.
Defalarca yazdım, fakat yeri gelmişken buyurun birlikte Ergenekoncu eylem stratejisinin ne olduğunu bir daha gözden geçirelim... Ardından da bu eylem stratejisinin, neden er veya geç “Ermenileri ürkütme” eylem çizgisine varacağını tartışalım...
Ergenekonculuk, siyasi mücadelesini rakiplerini “düşmanlaştırarak” yürütür ve bu strateji doğrultusunda her dönem için yeni korku nesneleri üretir.
Ergenekonculuk, gayet haklı ve isabetli bir teşhisle, “düşmanlaştırma” operasyonunu çok uzun bir süredir “şeriatçı”, “irticacı”, “İslamcı” gibi korkutucu sıfatlarla tanımladığı toplumsal kesimlere ve onların siyasi temsilcilerine yöneltiyor; çünkü kendisinin gerçek mezar kazıcılarının onlar olduğunu biliyor.
Bu zihniyet sahiplerinin çok iyi bildiği bir gerçek de Türkiye’nin özel konumundan kaynaklanıyor, o da şu: Bir siyasi gücün ülke içinde “düşmanlaştırılması” yetmez. O gücün ABD ve Batı’yla arasının da muhakkak açılması gerekir (“ABD’nin izli olmadan Türkiye’de darbe olmaz” mevzuu).
İşte bu nedenle Ergenekonculuğun korku üretim faaliyetinin bir bölümü her zaman Batılı kulaklara yönelik olarak yürütülmüştür...
“Ermenileri ürkütme” faaliyeti, bu açıdan 2002’den sonraki “anti-misyoner kampanya”yla aynı hedefle yönelmiş görünüyor. Her iki kampanya da mevcut “irticacı” hükümetin “gerçek yüzünü” bir türlü algılayamayan “naif” Batı kamuoylarını ve hükümetlerini “uyandırmayı”amaçlıyor.
2000’lerin ilk yarısındaki anti-misyoner kampanya
2000’lerin ilk yarısında, özellikle de 2002’den sonra Türkiye’yi “İslamcı iktidarın zulmüne uğrayan Hıristiyan azınlıkların ve misyonerlerin cehennemi” olarak sunma amacı doğrultusunda Hıristiyan din adamlarına ve misyonerlere karşı vahşi saldırılarda bulunuldu.
Kampanya tuttu, fatura yoğun ve bilinçli çabalar sonucunda “olağan şüpheli” İslamcılara kesildi. Batı hükümetleri ve kamuoyları, o gürültü içinde hadisenin gerçek niteliğini kavrayamadılar.
5 Nisan 2011’de kaleme aldığım “2003-2007’deki anti-misyoner kampanya” başlıklı yazıyı şöyle bitirmiştim:
“Misyoner korkusu artık etkili değil ve yeniden tedavüle sokulabileceğini sanmıyorum. Fakat anladık ki, rejim, temel ve sürekli korku nesnelerinin yanı sıra geçici ve konjonktürel korku nesneleri üretme ve onları kullanma yeteneğine sahiptir. Yani, şapkadan her an yeni bir korku nesnesi çıkartabilir!”
1915’e doğru yeni bir “tehcir”
Ben, Batı kamuoylarının ve hükümetlerinin kulaklarına hitap etmek üzere planlanmış son korku nesnesinin “2015’e doğru Türkiye Ermenilerini ürkütme” operasyonu olduğuna inanıyorum.
Türkiye Ermenilerinin dikkate değer bir bölümünün, tam da 1915 soykırımının yüzüncü yılına doğru Türkiye’yi terk etmek üzere yollara düşmesinin Batı’da ve dünyada nasıl bir etki yaratacağını düşünebiliyor musunuz?
Bir soru daha: Ergenekoncu zihniyetin böyle bir “imkân”dan faydalanmayı akıl edememesini mümkün görüyor musunuz?
Elbette ki bu soruları herkesten önce AK Parti’ye ve onun hükümetine yöneltmek gerekir.
AK Parti, iktidarının başlarında, “anti-misyoner kampanya”nın gerçek içeriğini kavrayamamış, hatta “Müslüman’ca” duygularla kampanyanın bir parçasını oluşturmuştu.
AK Parti eğer aynı şeyi bu defa da “milli” duygularla Ermeniler üstünden başlatılan kampanya üzerinden yaparsa (bakınız, İdris Naim Şahin’in Taksim’deki Hocalı mitingindeki meşhur konuşması), sonuçta “anti-misyoner kampanya”nın yarattığı etkiden çok daha fazlası yaratılacak, böylece AK Parti kendi mezar kazıcılarının eline müthiş bir koz verecektir.
... Ve bir noktadan sonra, yabancı diplomatları ikna için Hrant Dink’in Ermenilerin en çok bu hükümet döneminde rahat ettiğine dair sözlerini kullanmak da kâr etmeyecektir.
O Ergenekon gürültüsü içinde, Hrant Dink’in sözlerini maalesef hiç kimse duymayacaktır.
NOT. Arkadaşımız Hrant Dink’in öldürülmesi, Kafes Eylem Planı’nda da belirtildiği gibi bir“operasyon”du. Bu ölüm üzerine kurulan proje, cenazesine katılan on binlerce insan sayesinde bozulabilmişti. Yarın, Ahparig’in altıncı ölüm yıldönümü. Yarın yine onun gazetesinin önünde toplanacağız. Unutmayın: Ne kadar çok olursak o kadar iyi. Hrant’ın gerçek katillerinin bulunmasını istiyorsanız, 2015’e doğru kurulmakta olan yeni oyunları bozmak istiyorsanız, bir kez daha AGOS’un önüne...
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Erdoğan, temel saflaşmanın eksenini 10 yıl sonra bir kez daha değiştirmeye çalışıyor: ‘Millîlik’ yerine ‘Kürtlü millîlik’
21.07.2025 - Erdoğan’ın imkânsız hayali: Suriye’de Rojava’yı Türkiye’de CHP’yi kendi kaderine terk etmeye razı bir Kürt hareketi
14.07.2025 - Doğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun var
23.06.2025 - Sırada Türkiye mi var?
19.06.2025 - ‘Siyasi çözüm’ Gülen cemaatinin tabanındaki ‘aidiyet suçluları’nın psikolojik travmalarına merhem olabilir mi?
17.06.2025 - “DEM, demokrasiye ihanet ediyor” korosuna karşı cesur, âdil, ahlaklı bir cevap; Özgür Özel’den…
8.06.2025 - Demokratikleşme olmadan barış mümkündür fakat bunu durmaksızın tekrar etmekte bir problem var
1.06.2025 - Vicdan duygusunun sızamadığı bir sevme biçimi olarak ultra milliyetçilik
11.05.2025 - Kürt sorunu, PKK sorunu, PKK’lılar sorunu
8.05.2025 - İrfanından nasiplenebilecek miyiz?
4.05.2025
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları






































veyselsaka
markar efendi sen nerde görevlisin bari onu acıklarsan gercek görevini anlarız yazık birde ülkemizde azınlığa mensup bir kişisin böyle bir yazı resmi görüşü ifade ediyor bu yazı dakı anlayış catışmacı tehdit dolu bir anlayıştır bütün yaptığı suclamaları tersten kendisi yapmaktadır tehdidide kendi sahibinin sesi olan markar esanyan bu senin tarzın tehditkar