Amberin ZAMAN

Amberin ZAMAN
Amberin ZAMAN
DİKEN Tüm Yazıları
Hangimiz masumuz
20.12.2013
2641

 Öncellikle şunun altını çizelim: Son iki gündür ortaya saçılan dudak uçuklatıcı görüntülere, deste deste dolarlara baktığımızda ciddi bir yolsuzluk silsilesiyle karşı karşıya olduğumuz net. Tüm bu iddialar sonuna kadar araştırılmalıdır ve kanıtlandığı takdirde suçlular cezalarını çekmelidir.


Böyle bir ihtimal var mı peki? Başbakan’ın ilk reaksiyonlarına bakılırsa bu son derece zayıf bir ihtimal. Erdoğan Gezi’de olduğu gibi AK Parti iktidarını alaşağı etmek isteyen İsrail ve Amerika güdümlü bir “çete” ile karşı karşıya olduğumuzu savundu. Bismillah demeden soruşturmayı yürüten savcıları, polisleri görevlerinden aldı, Emniyet’te operasyonlar yaptı. Böylece kamuoyunun gözünde bir şeylerin üstünü örtme çabasında olduğu hissini uyandırdı. Daha düne kadar uzun yıllar başımızda kalacakmış gibi gözüken Erdoğan’ın siyasi geleceği ve dahası Türkiye’nin yakın geleceği artık kocaman bir soru işareti hâline geldi.

Bugünkü hazin tablonun en büyük sorumlusu siyasi iktidar. Ama tek sorumlusu değil. Gidişatta hepimizin payı var. Liberallerden başlayayım. Ergenekon davası sürerken, sanık avukatları davaya ilişkin çelişkileri, hukuksuzlukları önümüze koyarken hangimiz kulak astık? Asmadık. Çünkü dava “ufak detaylara” takılmamızı gerektirmeyecek kadar “kutsaldı”. Cemaat, AK Parti’yle el ele askerî vesayeti sonlandırıyorduk. Sonuç? Askerî vesayet bir daha asla yeniden hortlamayacak şekilde sonlanmadı, sadece eridi. Vicdanlarımızla birlikte. Çünkü biliyoruz ki hüküm giyen yüzlerce insanın arasında gerçek darbeci olduğu gibi masum insanlar da var. Ama çoğumuz sustuk. Tıpkı MHP milletvekili adaylarının seks kasetleri ortaya saçıldığında olduğu gibi. Sustuk, çünkü MHP’ye gıcıktık.

Ya davadaki aksaklıkları Adli Tıp uzmanlarına dahi dudak ısırtacak titizlikle çıkartıp gözlerimize sokanlar? Demokrasiye bağlılıklarını her fırsatta haykıran bu sevgili meslektaşlarım Kürtler faili meçhul cinayetlere kurban giderken, köyleri yakılırken, Filistin askısı, cop, elektrik, tecavüz, köy yakmalarına maruz kalırken gözlerini kapatıp kulaklarını tıkadılar. Nice hayat karartan operasyonel manşetler attılar. (Dindarlara yaptıklarına hiç girmiyorum ne de dindarların Gezi sırasında “çapulculara”.. Çünkü yerim yok.) Ama bakıyoruz bugünlerde Kürtlerin en hararetli savunucuları hâline geldiler. Hadi itiraf edin. Başbakan’dan o kadar nefret ediyorsunuz ki PKK savaşı yeniden başlatsa neredeyse zil takıp oynayacaksınız.

Cemaat’e gelince... Evet, Fethullah Gülen Cemaati’ne bağlılık duyan her bürokratı, polisi, yargıcı illa “devlete sızmış efendisinin sadık askeri” şeklinde görmek zorunda mıyız? Elbette hayır. İnsanların inançları kendilerini bağlar. Ancak Cemaat’e yakın kuruluşların, fertlerin kritik olaylarda verdikleri toplu refleks karşısında “bunlar da ne örgütlüymüş yahu” demeden edemiyoruz. Ahmet ve Nedim gibi Cemaat’e “dokunanların” yaşadıkları haksızlıklar bir yana, Ruşen Çakır’ın dünkü yazısında belirttiği gibi eğer mesele sadece yolsuzluk ise Cemaat’e yakın basın yeni mi uyandı? Deniz Feneri olayını neden görmezden geldi? Velev ki operasyonun arkasında Cemaat var. Öncellikleri adalet mi intikam mı, yoksa kendilerine yönelik bir saldırının önünü kesmek mi? Hiç emin değilim. Tek bildiğim şu: Erdoğan ile Cemaat arasında sıkışılmadığı, özel yaşamların şantaj malzemesi hâline gelmediği bir Türkiye’de yaşamak istiyorum.

Son tahlilde Türkiye bağımsız yargısıyla, medyasıyla, ve her şeyden öte demokratik anayasasıyla gerçek bir hukuk devleti olsaydı bu sorulara gerek kalmazdı. Kimin “Fethullahçı” kimin şucu veya bucu olduğunun herhangi bir kıymeti olmazdı. Erdoğan bizlere tam da böyle bir Türkiye vaat etmişti. Vaadinde durmadı. Ve varılan noktada bunun faturasını hepimizle birlikte kendisi de ödeyecekmiş gibi görünüyor.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar