Esat KORKMAZ

AKIL YÜRÜTEN HAYVAN
21.04.2016
2030

 İnsan, düşünce barındıran bir hayvandır: Demek ki düşünce bizim hiçliğimizdir, yani bâtınımızdır ve biz, hiçliğimizden, yani bâtınımızdan filiz verip çıkarız.

Hiçliği anlama-algılama zorluğu, onun karanlık(bâtın) olmasından kaynaklanır. Zihnimiz, hiçliğimizin eylemli halidir; karanlıktan aydınlığa(bâtından-zâhire) bir dökülmedir. Bu nedenle zihinsel yaşamımız, belirli bir alanı kapsar ve geri kalandan yani hiçliğimizden-karanlığımızdan kendini dışlayacak biçimde kurgular.

Bu nedenle biz, kimi düşünceleri(içgüdü-sezgi)düşünemeyiz. Bilinçli zihin, beyin etkinliklerinin odağında değildir, kenarda-köşede, beyinsel etkinliklerin fısıltılarını duyabileceği bir konuma yerleştirir kendini. (1)Duyularımıza kör bir karanlık olarak algılanan bâtın yanımızın yapıtaşı durumundaki varlıklar ne denli önemliyse, bu varlıklardan kaynaklanan ve algılama sistemimize kör olan algılar da o denli önemlidir.

Kimi sorunlar, bilincimizden saklansa da bilinçaltımızdan kaçamaz. Bizim düşünemediğimiz, göremediğimiz, duyamadığımız ve hissedemediğimiz beyinsel etkinlik dünyamızda, doğru anahtarlar doğru kilitlere yerleştirilir. Görmeyi öğrenmek, kör olup da gözleri açılanlar içindir; duymayı öğrenmek, sağır olup da kulakları açılanlar içindir. Ama hiçliğimizin yapıtaşı olan içgüdünün görmesi-duyması öğrenilmez; öğrenilmesi zorunlu da değildir; bize haber vermeden genlerimize taşınırlar. Evrimsel zorunluluğun bir sonucu olarak yapılanır-biçimlenir ve davranışlarımızı düzenler, bize rehberlik ederler. Genlerimize kazındığı için, yaşamımız boyunca onları öğrenmek durumunda değilizdir.

Aslında biz, içgüdü zenginliğimizle hayvandan ayrıldık: Çoğunluk, hayvanlar içgüdüyle insanlar mantıkla yaşar, yanılgınsın içine hapsederiz kendimizi. Özünde ise bunun tersi doğrudur; insanlar hayvanlara göre daha fazla içgüdüye sahip oldukları için daha zekidirler: İnsan hayvana göre, daha fazla içgüdüye sahip bir hayvandır.

İçgüdülerimize kör olmamız, doğamızın bize bir armağanı mı, yoksa intikamı mı? Armağanı; çünkü eğer biz içgüdülerimizi görebilseydik-duyabilseydik-hissedebilseydik, onun hakkından gelir, hatasız yanımızı hatalı duruma dönüştürür, hem insan olma hem de hayvan olma şansımızı iptal ederdik. Demek ki içgüdülerimiz, bize teslim edilemeyecek denli yaşamsaldır.

Beynimiz-düşüncemiz karanlık(bâtın), zihnimiz-davranışımız(zâhir) aydınlık olduğu için, hiçliği anlama-algılama zorluğu ortaya çıkıyor. Aristoteles’in Pythagoras için söylediği özdeyiş, duruma çarpıcı bir örnektir: “Akıl yürüten bir tür hayvan vardır ki Tanrı’dır o; bir başkası da insandır; Pythagoras ise üçüncü türe örnektir.” (2)

Geçip gitmeyelim ve bu üçüncü tür üzerinde biraz duralım ve Pythagoras’ın fark yaratan özgünlüğü nedir?, onu anlamaya çalışalım. Sanki Aristoteles’in, Pythagoras üçüncü türe örnektir, derken anımsattığı özgünlüğü, Spinoza bize ayrıntılı biçimde anlatır.

Üçüncü türe örnek insan tipini kavrayabilmek için anlama yeteneğimizi tedavi etmekle işe başlayalım. Tedavi etmek iyileştirmek anlamına geldiğine göre, zihnimizin dış dünya ile ilk buluşma noktası olan algılama sistemimizi gözden geçirelim.

Spinoza’ya göre tüm algılarımız dört tipe indirgenebilir:

1) Kulaktan dolma bir deneyim sonucu biliriz; doğduğumuz günü bilmemiz gibi.

2) Belirsiz bir deneyim sonucu biliriz; bize benzeyenlerin öldüğünü gördüğümüz için, öleceğimizi bilmemiz gibi.

3) Varlıkların nedenlerine ilişkin düşünsel deneyimle biliriz; sonuçlardan nedenleri çıkarmamız gibi.

4. Varlıkların özlerini içselleştirerek biliriz; zâhirden bâtına taşınmamız gibi.

 

Önce, çabamız bilgili olmak için mi?, yoksa yaşama bilgece bakmak için mi?, sorularından hangisinin yanında olduğumuzu belirtmek durumundayız. Spinoza diyor ki eğer sadece gerçeği aramak ise amacımız; 3. Tip bilgilenme yolu bize yeter. Ama yaşama bilgece bakmak gibi bir amacın peşindeysek 4. Tür bilgilenme yolunu tercih etmek zorundayız: çünkü bizi “kökten değişime uğratacak ve bizi bilge kılacak” bu tip bilgilenmedir. Çünkü akılcı algılamanın ötesinde, karşılaştığımız her şeyin ve her olayın altında Evren’in tümünü belirleyen bir işleyiş vardır. Bu 4. Tür bilgidir ve elde edilmesi çok zordur; sözünü ettiğimiz bilgi türü, sezgisel bilgidir. Anlatmak da anlamak da gerçekten zordur; zorluğun nedeni, alışılagelmiş akıl yürütme biçimlerinden kendimizi bir türlü özgürleştiremememizdir.

Spinoza’nın izini sürdüğümüzde, sezgisel anlamanın, bilimsel anlama ile bir benzerliğinin bulunmadığını görürüz. Ötesinde inançla elde edilen kanaatle de bir benzerliği yoktur. Kendine özgü bir bilgilenme türüdür: Bir şey sezgiyle anlaşıldığında bilindiği bilinir. Bilindiği bilinen bilgi, her şeyin özü olan, her şeyin varlığa nasıl geleceğini belirleyen güç durumunda bulunan Tanrı’dır. Bilindiği bilinen bilgi edinildiğinde, her şeyin içinde şaşmaz-değişmez bir gücün işleyişinin farkındalığının ayırdına varılır.(3)

İşte Aristoteles’in akıl yürüten iki hayvan vardır, biri Tanrı, diğeri insan, Pythagoras ise üçüncü türe örnektir, derken; 4. Tür bilgiyle donanmış, sezgisel bilgiyle varlığın içindeki şaşmaz yasaları algılamış bir insandan, yani Pythagoras’tan söz ediyor.

(1) Eagleman, David; Incognito/ Beynin Gizli Hayatı-Çev.: Zeynep Arık Tozar-; Domingo; VII. Baskı; İstanbul- 2013; s, 8-9 ve 13

                (2) Bayladı, Derman; Pythagoras/Bir Gizem Peygamberi; Say Yayınları; İstanbul- 2008; s, 41

 (3) Fransez, Moris; Spinoza’nın Tao’su/Akıllı İnançtan İnançlı Akla; Yol Yayıncılık  Tic. Ltd. Şti.; İstanbul- 2004;  s, 113-116

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar