Gürbüz ÖZALTINLI
Ayasofya kararı, iktidarın kan kaybını durdurmak için seçtiği politik yönelime kuşku yok ki tam oturan bir hamle oldu. Hizmet ayağının çökmesiyle birlikte kimlik siyasetlerine abanılacağının işaretleri ortaya çıkmıştı zaten. İktidar açısından topluma nasıl bir anlamlandırma modeli sunulacağında tereddüt yok. İsteniyor ki çoğunluk, siyasi sahneye baktığında, bir tarafta milli kimliğimiz ve dinimizin saygınlığı için gerektiğinde dış dünyaya kafa tutan inançlı cesur aktörleri, öteki tarafta kötücül Batı’ya tutkun, kendisine yabancılaşmış, dini değerlere duyarsız muhalifleri görsün. Dahası, aktörlerin böyle tasnif edildiği sahneye “dış tehdit, beka korkusu” da eklensin…Siyasal tercihleri bu referanslar belirlesin.
Kimileri bu yönelimi “gündem saptırma” kavramıyla açıklamayı tercih ediyor. Bu kavram, iktidarın “gerçek” sorunlarla baş edemediğini ve toplumun dikkatini “yapay” alanlara çekme niyetini ima ediyor. Bir niyet ifşası olarak yanlış olmayabilir. Fakat ne iktidarın yapmaya çalıştığı şey “karşılıksız ve yapay” diye küçümsenmeye uygun, ne de muhalefet etkin biçimde gündemle buluşturamadıkça “hakiki sorunların” kendiliğinden siyasal bir anlamı var. Başka söyleyişle; siyasal gündem kılınabildiği sürece hiçbir sorun eğreti görülemeyeceği gibi, gündeme taşınamadığı zaman hiçbir sorun da zannedildiği kadar gerçek sayılmamalıdır. Çünkü önemli olan toplumdaki sorunların siyasi sahneye nasıl yansıdığı ve toplum tarafından hangi bağlamda algılandığıdır. Bunda da birincil sorumluluk siyasal aktörlerdedir. (Konuyu bu açıdan tartışan daha geniş bir metin olarak Kemal Can’ın gazeteduvar’da çıkan “Büyük dert gerçek gündem sayılabilir mi” 15.7.2020 yazısını öneririm)
“Gündem oluşturma” sorununa bu kaydı düştükten sonra Ayasofya tartışmasına bir daha bakmakta yarar var. Bu tartışma, ne yapılması değil neyin neden yapılmaması gerektiğinin örneğini oluşturuyor.
Kararın ardından laik muhaliflerden konuyla ilgili yağmur gibi yazı yağdı. Birçok yazar iktidarın bu hamlesini “karşı devrimin son adımı, hilafetin ayak sesleri, laikliğin tasfiyesi” gibi çok üst perdeden alarm sesleriyle karşıladılar. “Fetihçi çağdışı kafanın medeniyeti inkârı” olarak aşağıladılar. Hızını alamayıp Türklüğü barbarlığın taşıyıcısı, uygarlık yıkıcı kimlik olarak kodlayanlar oldu. “Göbeğini kaşıyan adam” söyleminin birkaç tık ağırlaştırılmış yeni sürümüydü bu ifadeler bir bakıma. Denebilir ki muhafazakar dünyanın sorunlu görünen bir hassasiyetini tartışabilmek için ne yapılmaması gerekiyorsa gözü karartıp misliyle yapıldı. Dahası, “medeni kanun değiştirilirse de susacak mısınız” sorularıyla; Nazizmin yükselişinde Alman muhalefetinin izlediği siyasetlere yapılan göndermelerle CHP siyaseti de değersizleştirildi.
Bu seslerin, sakince, kendi bakışları ve siyasete müdahale yönleri üzerinde düşünmelerinde büyük fayda var. Kanımca sıradan değil, majör bir yanlışın içindeler.
Saymaya çalışayım.
1. Bu söylem tam da kimlik çatışması stratejisinin kaybeden tarafında duran laik kamuoyunun kavga duygusuna sesleniyor. Adeta bir öfke boşalması. Böylelikle; çeşitli katmanlara sahip geniş bir sosyoloji olarak muhafazakarların duyarlılıklarını paylaşma, hatta nötr kalma da değil; onları tehdit olarak görme mesajını veriyor. Çağdışı fetihçilikle, barbarlıkla aşağıladıklarının sıradan Müslümanlar olduğunun farkında değil. Soğukkanlılıktan uzak, karşısındakinin duygularını anlamaya kapalı ve tercihlerine karşı saygısız. Erdoğan’a kızarken milyonlarca insanın duygusunu hesaba katma sorumluluğunu aklına bile getirmiyor. Bu dilin hiçbir ayarı yok kısacası. Açıkça kimlik çatışmasını yeniden üretmekten başka işe yaramıyor.
2. Üstelik “karşı devrim, laikliğin tasfiyesi, halifeliğin ayak sesleri” gibi aşırılıkları da hak etmeyen bir tasarruf için bu kıyamet kopartılıyor. Kimlik kavgasının dışından bakan büyük çoğunluğun bilincinde bu “feryatların” hiçbir karşılığı yok. Ondan da öteye kendi haline bırakıldığında ne laiklerin ne de muhafazakarların dünyasındaki ağırlığı da bu denli derin değil bu kararın. Hiç gerekmediği kadar köpürtülüyor. Tarihsel olarak çok anlaşılır nedenlerle, bir memnuniyet, genel bir tatmin yaratıyor toplumda… Kısa zamanda sönecek bir heyecan… Hepsi bu…
3. Bütün bunları “gerçek gündemin” perdelenmesinden şikâyet edenler yapıyor. Çoğunluğun kutuplaşmadan, kimlik çatışmalarından yorulduğunu ekonomik-sosyal çöküşün bedelleriyle karşı karşıya olduğunu; siyasetin bunları tartışması gerektiğini savunanlar o çoğunluğa hiçbir yerinden dokunmayan (dokunduğu yerde de muhtemelen hakarete uğramışlık duygusu yaratan) bir “kıyamet tablosu” çiziyorlar.
4. Bütün bununla yetinilmiyor ana muhalefet partisi “başa gelen büyük felakete karşı” kendi heyecanlarına uygun tepki vermedi diye değersizleştiriliyor. Hatta bütün bu seslenişin merkezine aslında CHP siyasetinin eleştirisi oturtuluyor.
Sonuç: Bu akılla hiçbir yere varılmaz… Net… (Bu kısacık kelimeyi gençlerin neden sevdiğini anlıyorum)
Yanlış anlaşılmaya karşı bir parantez açayım izninizle. Yukarıda örneklerini verdiğim politik söylemi, sadece kimlikleri çatıştırmaktan yarar uman iktidar siyasetinin “tuzağına” düştüğü için reddediyor değilim. Böyle bir boyut olduğu aşikâr. Fakat vurguyu “tuzağa düşmeye” yapmak, bizatihi bu politik tavrın kendi içinde taşıdığı tahammülsüz, ayrıştırıcı, anti demokratik ruhun gözden kaçırılmasına yol açabilir. Bence bu tür politik söylemler Erdoğanist kimlikçiliğin simetrisinde yer almaktadır. Bu tarzın, siyasetin normalleşmesinde sürükleyici olabileceğine inanmıyorum. Tersine, siyaset bu merkezkaç yönelimler zayıfladıkça normalleşebilecektir Türkiye’de.
Ne kadar altını çizersek o kadar iyidir. Uçlarda yer alan kavgacı-kimlikçi dinamiklerin etkisini kırmak; ortadaki çok renkli, çok katmanlı toplumsal çoğunluğun ihtiyacı üzerinden paralel bir gündem oluşturmaya çalışmak en önemli sorunumuzdur. CHP’ye ve diğer partilere yapılacak en büyük katkı bunun söylemlerini, yöntemlerini üretebilmelerinde faydalanabilecekleri öneriler geliştirmektir. “Hakiki” denilen sorunlar nasıl gündeme taşınacak; iktidarın kimlik üzerinden kurmaya çalıştığı anlamlandırma modeli nasıl boşa düşürülecek?
Belli ki CHP bu meselenin sancısını yaşıyor. CHP merkezi, heyecanlı “laik aydınların” çok daha ilerisinde. Ne yapmaması gerektiğini biliyor. Ne yapması gerektiğine dair etkili cevaplar arıyor.
Ona dair temennimiz şu olabilir: Bu tür kimlikçi, apolitik, öfke boşalmasından başka anlamı olmayan; dahası Türkiye siyasetinin anomalisini tekrar tekrar üreten basınçlara dirensin.
Eskiye doğru savrulmasın…
Sonrasını, demokrasi talep eden kim varsa hep beraber düşünmeye devam edelim.
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023