Hilâl KAPLAN

‘Tanırım, iyi savcıdır’
9.03.2011
2295

Bundan yaklaşık üç yıl önce, dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz hakkında soruşturma başlatılmasına izin vermişti. Ergenekon davasının hayatî öneme sahip olduğunu bilen insanlar olarak Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenlerin Öz’ün de başına gelmesinden ve davanın Şemdinli davasında olduğu gibi akamete uğramasından endişe duymuştuk. “Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur-De” girişiminin öncülüğünde Beşiktaş’ta bir basın açıklaması yapmış, “Tanırız, iyi savcıdır” ve “Savcımıza dokunma” gibi pankartlar taşımıştık. Savcı Öz olur da bu satırları okursa, o eyleme katılmış birinin geldiği noktayı görmesi açısından üç yıl önceyi hatırlatma ihtiyacı duydum. Çünkü Ergenekon davası ve savcıları dün de önemliydi, bugün de... Çünkü bu dava, bu ülkenin tüm mazlumlarının davası...

Ben kendimi gazeteci olarak tanımlamıyorum. O yüzden herhangi bir meslekî dayanışma duygusu içinde bu cümleleri yazmıyorum. Öyle olsaydı birkaç hafta önce Soner Yalçın ve OdaTV için “‘O da’ mı muhalif” diye sormazdım. Ergenekon’un medya ayağı olduğuna dair hiçbir şüphem yok. 28 Şubat süreci bu tür yapılanmaların medya ayağı olduğuna dair en sarih örnek olarak hafızalarımızdaki yerini koruyor. Kalemini kirli amaçlar için satan yazarların olabileceğine dair de hiçbir şüphem yok. Ergun Poyraz’ın JİTEM’den maaş aldığına dair tutanakların gün yüzüne çıkması da bunun yakın zamanda ortaya çıkan bir örneği olarak önümüzde duruyor.

Ahmet Şık ile kişisel olarak da hiçbir tanışıklığım yok. Yani “Tanırım, iyi çocuktur” demiyorum. Ancak faili meçhullerden işkence suçlarına kadar daha Ergenekon’un adı konmamışken bize Ergenekon’u tarif etmiş bir gazeteci olduğunu biliyorum. Ergenekon davasının başından beri Ergenekon’un varlığını ikrar ve tavzih eden çalışmalar yapmış bir gazeteci olarak Kırk Katır-Kırk Satır kitabıyla örgütün içyüzüne ışık tutmaya çalıştığını biliyorum.


Bu yüzden bir zamanlar “Tanırım, iyi savcıdır” demiş olan ben, bugün aynı tavırla bizi susmaya davet edenleri anlamakta güçlük çekiyorum. Ahmet Şık’ın geçmişine vurgu yaparak Ergenekon’a üye olmaktan tutuklanmasını eleştirenlere Şemdinli davasındaki Yaşar Büyükanıt muamelesi yapılmasını tuhaf buluyorum. Hatırlarsınız Şemdinli’de Umut Kitabevi’ne yapılan bombalı saldırıda suçüstü yakalanan JİTEM elemanları, “JİTEM yoktur” diye ısrar eden Genelkurmay’ın başkanı tarafından aklanmaya çalışıldığında haklı olarak tepki gösterilmişti. Çünkü o “iyi çocuk”lar yakından tanınıyordu. Üstelik suça dair bırakın “kuvvetli şüphe”yi, bir “suçüstü” mevzubahisti. Şimdi de tepki var, çünkü sanık olarak lanse edilen kişinin geçmişi gözönünde bulundurulduğunda bu sefer tutuklama kararının meşruluğuna dair bir “kuvvetli şüphe” mevcut. Yani ne Ahmet Şık JİTEM elemanı, ne de Ergenekon davasının önemine inanıp tutuklamaları eleştirenler “JİTEM yoktur” diyen Genelkurmay Başkanı... Bu akıllara zarar analoji bir yana, neredeyse tüm kariyeri Ergenekon’un marifetlerini ve “iyi çocuk”ları deşifre etmek olan bir gazetecinin o örgüte üyelik suçlamasıyla tutuklanmasını bizzat Ergenekon’un bertaraf edilmesinin gerekliliğine inananların eleştirmesinden daha doğal ne olabilir? “Beşer şaşar”a savcılar da dâhil değil midir?


Ergenekon davasına gelene kadar sanık haklarını veya basın özgürlüğünü savunmak aklına dahi gelmeyen ikiyüzlüleri bir yana koyun; Ergenekon örgütü sapasağlam ayakta olsaydı, bir numaralı hedef yapacağı isimler bile bu “kuvvetli şüphe” dâhilinde itiraz ediyorlarsa, ortada davanın gidişatına dair kayda değer bir endişe var demektir. Savcılar ve savcılara iman etmiş gibi gözüken gazeteciler bu endişenin hem ulusal hem de uluslararası yankılarını dikkate alıp mevzuya hak ettiği hassasiyetle yaklaşmalılar diye düşünüyorum.

Ancak mevcut duruma baktığımızda gazetecilik faaliyetleri yüzünden tutuklanmadıkları söylenen gazetecilere, yazdıkları haber ve kitaplar dışında neredeyse hiçbir şey sorulmadığını görüyoruz. Gizli deliller olduğu söyleniyor, yasal çerçevenin gerektirdiği müddet kadar beklemeye razıyız. Ancak bir de Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’den muhtıra gibi bir açıklama geliyor ve şöyle deniyor:

“Esasen Cumhuriyet Savcılığımızın hukuksal gereklilikler dışında herhangi amaç ve saikla hareket ettiğinin / edeceğinin kabulü ve kamuoyunun bu yönde asılsız değerlendirmelerle yönlendirilmeye çalışılması, büyük bir titizlik ve ciddiyetle yürüttüğümüz soruşturmaya zarar vereceği gibi adı geçen terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı da açıktır. Bu istikametteki yayınlar tarafımızca özenle izlenmekte, hassasiyetle değerlendirilmektedir.”

Kendilerini eleştiren gazetecilerin örgütün çıkarlarına hizmet ettiği; bu gazetecilerin de hassasiyetle takip edildiğini belirten bu açıklamanın özeti şudur: İkinci bir emre kadar Ergenekon savcılarını eleştirmek düşünülemez, düşünülmesi teklif dahi edilemez. Yoksa maazallah “özenle izleniriz, hassasiyetle takip ediliriz”. Benzer mahiyette bir açıklama Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılmış olsaydı “medyaya muhtıra” olarak değerlendirilirdi. Keşke Zekeriya Öz, “hepimizin davası” olarak gördüğüm bu davanın yürütülmesindeki bazı yanların eleştirilmesini “Ergenekon savcıları yıpratılıyor”dan daha farklı bir psikolojiyle ele almış olsaydı...


Ezcümle, umarım Sayın Savcı Öz, dün “Tanırım, iyi savcıdır” diyenlerin bugün neden “Tanırım, iyi gazetecidir” deme ihtiyacı duyduğunu biraz olsun anlamaya çalışır...


[email protected]
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar