Kemal CAN
Resmi ağızlardan verilen açık desteklerle, sosyal medyada örgütlenen zorlama kampanyalarla Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı, ülkeye yayılan geniş bir ruh halinin sonucuymuş gibi bir hava estiriliyor. Çok değil daha birkaç yıl önce birbirlerine en ağır hakaretleri yapmış, sonra hepsini yutmuş ve unutulduğunu sanan koca koca adamlar, hafızadan, asla unutmayan halktan bahsediyorlar. Kendi ifadesinde, cenazesi kaldırılan askerle bir akrabalığı olmadığını, siyasilerin ve medyanın söylemlerinden etkilendiğini, olay anında birilerinin arkasından vursana diye bağırdığını söyleyen saldırgan hakkında olmadık hikayeler kuruluyor. İnanılması istenen kurguya göre: HDP’li seçmenin CHP’li adayları desteklemiş olması nedeniyle vatandaşta bir öfke var. HDP’liler oy verdi diye CHP Genel Başkanı asker cenazelerinden sorumlu tutuluyor, acılı insanlar da buna tepki gösteriyor. İddiaya göre; HDP PKK ile arasına yeterli mesafeyi koyamıyor; CHP de mesafe sorunlu HDP’den kendisine gelen oyların birleştirme tutanaklarından silinmesi için YSK’ya başvurmuyor; o zaman Kılıçdaroğlu askerlerin ölümünden sorumlu. Böyle bir mantık zincirini kurmak, kendiliğinden kuran bulmak zaten tuhaf ama ortalıkta böyle bir ruh halinin hakim olduğunu iddia etmek daha özel bir durum. 6-7 Eylül olaylarına katılanlar arasında, Selanik’te Atatürk’ün evinin yakılmış olduğuna inananlar olsa da, yakmaya çalıştıkları Yahudi düğmecinin bunu yapmış olacağını düşünen olmadığı açık değil mi?
Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırının sadece yaşandığı andaki değil, öncesini ve sonrasını da kapsayan bir hazırlığın ve zorlamanın ürünü olduğuna kuşku yok. Bütün seçim kampanyası boyunca kurulan dil, onun taşıyıcısı medya, bu saldırının da doğrudan sorumlusu elbette. Fakat, bu üretilmiş tepki konusunda muhalefet çevrelerinde kolayca etkili olan bir endişe dalgası oluşuyor: Sahiden böyle bir tepki olabilir mi? Bu haksız kışkırtmalar karşılık üretiyor mu? Tepkinin doğal olduğu, kendiliğinden geliştiği düşünülmese bile, kışkırtmanın sahici bir sonuç vermesi olasılığı haklı bir tedirginlik yaratıyor. “Sürdürülen nefret diliyle yaratılan atmosfer” sorumlu gösterilirken, farkına varılmadan, bu zorlamayı yapanlar için ucuz bir başarıdan da söz edilmiş oluyor. Bu yüzden, saldırının hemen ardından Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun yaptığı türden, dünyadaki benzer örneklerde gösterilen ve gösterilmesi önerilen tepki daha sağlıklı: “Bu yaşanan şeyin gerçek durum ve hissiyatla bir ilgisi yok, dolayısıyla bundan çıkartılacak bir ders olamaz”. Bu yaklaşım sahici dinamiklere gözünü kapatmak veya olup biteni algılayamamak anlamına gelmiyor. Her türlü kışkırtma girişimi, yarattığı sonuca değil, doğrudan kendisine karşı ne yapılacağı ile karşılanmalı. Çünkü, sadece kışkırtmanın sonuçlarıyla ilgili olunması, hazırlanan provokasyonun ana amaçlarından biridir ve yaratabildiği endişe ile kendisine meşruiyet yaratır. Dolayısıyla, ilkesel olarak kışkırtmanın neticelerinden çok, sonuçsuz kalan, sonuç alamayan ve alamayacak olan bir kışkırtmadan bahsetmek daha önemlidir.
İlkesel tutum almayı bir kenara bırakıp yaşananların gerçekliğine bakınca, iktidar sözcülerinin söylediği gibi bir “tepkinin” izleri görülüyor mu? Saldırının gerekçesi olduğu iddia edilen “tepki” -aslında yıllardır ama- aylardır süren seçim kampanyasının ana temasıydı. Bugün saldırıyı meşru bulanlar, seçim kampanyası sırasında meydan meydan gezerek, yalan haberler yaptırarak, hatta bazı mizansenlerle hep bu “tepkiyi” çağırdılar, bütün sermayelerini buna yatırdılar. Buna fazla teşne olanların bir kısmında belki bir karşılık bulmuş olabilirler ama seçimin sonuçları bu çağrıların büyük bir teveccühle karşılandığını, yayılıp etkili olduğunu söylemiyor. Ankara’yı, İstanbul’u, Antalya’yı, Adana’yı, Mersin’i muhalefete geçiren, hemen her yerde iktidarı gerileten oy hareketi, iktidarın çağırdığı, kışkırttığı “tepkinin” yükselen bir dalga oluşturmadığını gösteriyor. İktidara yakın medyanın bir kısmında, AKP içindeki bazı çevrelerde ve yine iktidara yakın olduğu bilinen araştırmacıların içinde de çeşitli dozlarda bu gerçeğin itiraf edildiği değerlendirmeler görülüyor. Değil genel kamuoyunda iktidarın kendi seçmeni içinde bile bu saldırgan dilin, kışkırtmaların destek görmediği gibi, tepki de aldığı, başarısızlığın sebeplerinden olduğu daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Ayrıca seçim sürecinde, alanda ve bire bir temas halinde bir kampanya yürüten muhalefetin -çok tepki biriktirdiği iddia edilen CHP adaylarının- birkaç tezgahlanmış mizansen dışında protesto edildiğini, ciddi bir tepkiyle karşılaştığını da duymadık. Erdoğan’ın bahsettiği “gaz sıkışması” daha çok sonuç alınamamış “gaz verme” halinde kaldı.
Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı meşrulaştırmak için, bir toplumsal tepki havası yaratma, varmış gibi davranma, bunu imal etme gayretini, daha önce pek çok linç organizasyonunun önünde ve arkasında gördük. Bu ülke, linç güruhları yaratma konusunda çok çeşitli örneklerle zengin bir deneyim, kabarık bir sicil sunuyor. “Linç, en aşikâr medeniyet kaybıdır. Lincin sıradanlaştığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infiâl uyandırmadığı bir toplum, toplum olma vasfını yitirir” diyen Tanıl Bora’nın “Türkiye’nin Linç Rejimi” kitabı bu resmi gayet açık biçimde çiziyor. “Vatandaşın tepkisi büyük” denilerek teşvik edilen, meşrulaştırılan, organize edilen saldırıları mesaja, tehdide, hatta imhaya çevirmenin sayısız örneği yaşandı, görüldü. Ve aslında bu örneklerin hemen hepsinde -en azından büyük çoğunluğunda- sahici bir tepkinin, tırmandırılması veya yönlendirilmesinden çok, imal edilmiş güruh ve motivasyonların daha belirleyici olduğunu da gördük. Çünkü, sahici tepkileri sivriltmek, örneğin “artık ölümler olmasın, kimse ölmesin” gibi gerçek bir talebi desteklemek, linç organizatörlerinin istemediği dinamikleri de serbest bırakabileceği için elverişli bulunmuyor. Sahicileşen tepki, gerçek sorumluların da hedefe konulması riskini taşıyor. Saldırılarda görevlendirmeyle veya kendi hevesiyle yer alanlar için resmi otorite nezdindeki kabul ve destek görmek çok önemli, hatta daha önceki örneklerde gördüğümüz gibi başkalarına da bulaşabiliyor. Türkiye’de buna teşne bir toplumsal vasat ve kullanışlı bir insan malzemesi de mevcut. Bu nedenle, daha sonra da bu malzemeyi kullanmayı düşünenlerin, linç faillerini asla yalnız bırakmadıklarını, açıktan olmasa bile -bu sefer fazla açıktan- örtülü desteklerini esirgemediklerini biliyoruz. Ancak, saldırıları, saldırganlığı haklı gösterme çabasındaki asıl motivasyon, görünür failleri korumak değil, kışkırtmayı yapanların kendilerinin ihtiyaç duyduğu meşruiyetle alakalı. Bu yüzden, ileri sürülen bahaneleri toptan reddetmek, gerilim ve kışkırtma ile yaratılmak istenen atmosfere temelden karşı durmak çok daha önemli. Çok haklı olarak kışkırtmalardan duyulan büyük endişenin panzehiri de burada.
Yazarlar
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025
19.11.2024
11.11.2024
7.11.2024
2.11.2024