Kemal CAN
Medyada, reklamcılıkta, televizyonda, sinemada, edebiyatta, hatta müzikte; popüler alanın neredeyse tamamında geçerli sayılan ve pek sık kullanılan bir kalıp vardır: “Seks satar”. İlgi ya da dikkat çekici olması istenen konular, az veya çok bu soslara bulanır, bu rotaya doğru itilir, böyle paketlenir. Çok geniş kesimleri etkileyen, çok ciddi, derin ve karmaşık meselelerle ilgili tartışmalar veya böyle konuların haberleştirilmesi de, yaygın olarak bu poplaştırma işlemine sokulur veya bazen kendiliğinden bu çukura düşer. Bazen asıl meseleyi sulandırmak, magazin filtreleri arkasına saklamak için; bazen de hadisenin tahrip ediciliğini, yan etkilerini artırmak için, işin bu yönün abartıldığı da olur. Bazen ince ince hesaplanmış bir stratejinin ürünüdür bazen takip edenlerin zaaflarını istismar amaçlıdır bazen de insan ya da medya fıtratından kaynaklanır.
Son günlerin en popüler konusu, “Uyuşturucu Operasyonları” başlığıyla haberleştirilen, bir aşamadan sonra “Mehmet Akif Ersoy olayı” olarak anılmaya başlanan bir soruşturma. Kirli ve zehirli heyecanları kışkırtan pek çok unsur içeriyor. Tutuklanan veya soruşturmada ismi geçenlerin “siyasi operasyon” olduğunu söylediği, muhalefetten ziyade iktidara yakın çevrelerin (özellikle Sabah grubunun) fazlasıyla köpürttüğü, çok çirkin iddiaların ortaya atıldığı olay, kısa sürede pek çok ismin dahil edildiği ve daha önce yapılmış başka soruşturma dosyalarıyla ilişkilendirilebilecek geniş bir hacme ulaştı. Etik sorunların gayet farkında olanların bile kaçınamadığı, çamurlu -ama biraz da çekici ve sürükleyici- bir zemin ortaya çıktı. Hemen her gün çıkan “yeni -daha büyük- isim yolda” dedikoduları ise, önceki yıllardan hatırladığımız “torba soruşturmalardan” biriyle daha karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor.
Sıkıntılı noktalar
Kamuoyuna yansıyan bilgilerin ağırlığı, yargı çevrelerinden sızdırılan ifade içeriklerinden oluşuyor. Haber yapılan bilgilerin çoğu, gizli tanık anlatımlarının “seçilmiş” bölümleri. Üstelik bu bölümlerin bazıları, suçlamalarla ilgisiz ama çeşitli isimlerin kayda geçmesi için özel olarak ayıklanmış gibi. Paylaşılan ifadelerde doğrudan gözlemler yerine dolaylı tanıklıklar çok fazla. “Uyuşturucu operasyonu” ismi kullanılıyor olması da kimseyi yanıltmasın; sızdırılan ifadeler, büyük bir ticaret (suç) ağı veya bunu organize eden çetelerin açığa çıkarılmasından, yani “dikey” ifşaattan ziyade; kimin nerede kiminle uyuşturucu kullandığına odaklanıyor. Tutuklama gerekçesi yapılan asıl suçlama ise “çevresinde bulunan kişilerle kadınları ilişkiye sokarak, bu kişiler üzerinden sektörel ve maddi menfaat sağlamak”. Bu menfaatin nasıl sağlandığı ve hangi mekanizmaları kullandığı ya da “örgütün” yapısı insanların hayal gücüne bırakılırken, “kim kiminle nasıl seks yaptı?” öne çıkıyor. “Erkekler güç kirlenmesi etkisinde, kadınlar ise iffetsiz”.
Bu vakada, soruşturmanın gizliliği, suçun şahsiliği ve kanuniliği, masumiyet karinesi, kişilik haklarının korunması, gizli tanık ifadelerinin güvenilmezliği ve tutukluluğun istisnai bir önlem olması gibi bir sürü hukuki, ahlaki ve insani prensip yine devre dışında. Sızdırılan bilgiler, bu bilgiler üzerinden yapılan yorumlar ve spekülasyonlar, vakaya ve içinde yer alan -özellikle kadın- aktörlere yapılan muamele, en az ileri sürülen iddialar kadar kirli ve hızla kirleniyor.
Ancak genel medya yaklaşımı, sunuluş biçimi, kışkırtıcı anlatı, hiç güvenilir bulunmayan yöntemleri -hedef alınana göre bir çifte standartla- tekrar kıymetlendirilip muteber hale getiriyor. Daha fenası, kirli bir ilişki ağını ifşa ediyormuş gibi yapan çok daha kirli odakların yönlendirmesine -bilerek veya bilmeyerek- rıza gösterilebiliyor.
Siyasi komplo
Türkiye, siyasi tanzim ve tasfiye operasyonlarının zemini haline gelen davaların, siyasi komploların (pusuların) acemisi bir ülke sayılmaz. Cumhuriyet tarihi çok sayıda örnekle dolu. Böylesi davalar, o davalara mesnet oluşturan soruşturmalar, operasyonlar; yerleştirildikleri bağlamla, işleyişleriyle ve sonradan nasıl kullanıldıklarıyla; kendi dar içeriğinden daha geniş toplumsal-siyasal etkiler yarattı, yaratıyor. Son yıllarda iktidarın yargıyı iyice araçsallaştırması ve bu konudaki barajların tamamen kalkmasıyla; hemen her alanda doğrudan veya dolaylı siyasi hedeflere yönelmiş küçüklü-büyüklü operasyonlar arttı. Mehmet Akif Ersoy dosyasından sızdırılan bilgiler, aşama aşama torbaya dahil edilen yeni isimler, operasyona ilişkin bilgilerin hangi kaynaktan geldiği ve hangi mecraları kullanarak dolaşıma sokulduğu, nasıl tartışıldığı ve konuşturulmak istendiği gibi pek çok faktör, birçok boyutun aynı anda devrede olduğunu düşündürüyor.
Belki başından itibaren böyleydi (böyle hazırlandı), belki bir aşamada böyle bir kullanıma açıldı ve böyle ilerliyor ama artık yaşananın tek bir cümle içinde toparlayarak anlatılması zor. Yeni bir şey olduğunu söylemek ya da zaten yapılmakta olanın devamı olduğuna hemen ikna olmak için fazla erken. Tutuklanan veya ismi geçenlerin sık sık kullandığı ama nedense failini hiç söylemedikleri -hatta bazılarının geri aldığı- “siyasi komplo” iddiası, kamuoyu tarafından zanlıya dair masumiyet karinesi olmaktan ziyade hadiseye ilişkin bir realite olarak kabul görüyor. Yani olayın diğer davalarda kanıksandığı gibi, siyasi gerekçeleri olduğundan pek şüphe edilmiyor ama “mağdurlara” dönük bir komplo olup olmadığı, nasıl bir sonucun beklendiği kanaati mahallelere göre ayrışıyor. Bu algı kırılmasının muhalefet blokuna yansıması, her gelişmede gördüğümüz “gündem değiştirme” iddiası veya her skandalın “çürümenin dışa vurması” (veya yönetememe krizi) iyimserliğiyle yorumlanması.
Her hafta operasyon
“Gündemi meşgul etmek”, elbette birilerinin aklına gelen bir imkan olabilir. Ancak iktidarın içinde ve dışında ciddi dalgalanmaya neden olacak, -çok takmıyor olsalar bile- önemli imaj sıkıntıları yaratacak bir skandalı, sırf gündem değişsin diye patlatmak pek akla yakın durmuyor. Bu hadisenin iktidarın yıllar içinde yarattığı başıbozukluğun, ahlaki erozyonun ve kültürel çürümenin bir tezahürü olduğuna da hiç kuşku yok. Fakat hedefte olan kişilere dönük linç dalgalarının, en yakası açılmadık iddiaların, en tehlikeli spekülasyonların iktidar cenahından gelmesi “cerahatin dışarıya sızması” diye yorumlamayı zorlaştırıyor. İktidar cenahındaki cılız “bağırsak temizliği” iddiası ne kadar inandırıcılıktan uzaksa, bu hadisenin kendiliğinden ortaya çıkmış bir ifşa olduğunu düşünmek de öyle. Hele söz konusu “uyuşturucu operasyonu”, daha önce çok daha zorlarında gördüğümüz gibi üstü kolayca örtülebilecek bir hadiseyken.
Son birkaç yıldır kara para, yasa dışı bahis, borsa dolandırıcılığı, yargı borsaları gibi bir sürü başlıkta, medyadan sanat alemine, spor dünyasından sivil topluma, iş çevrelerinden gayri meşru aleme yayılan operasyonlar düzenlendi. Bir sürü insan tutuklandı, bir sürü şirkete el konuldu, bir sürü kurum hedefe kondu. Birileri tasfiye edildi, birileri cezalandırıldı, birileri taraf değiştirmeye zorlandı, birilerinin gözü korkutuldu. Bu operasyon veya davalarda daha önce çok güçlü ve etkili olan insanlar, bir anda her şeylerini kaybetti. Para ve güç yer değiştirdi. Operasyonların bir kısmının hedefi ve gerekçesi gayet açıktı ve öyle işledi, bir kısmı ise sadece doğrudan veya dolaylı muhataplarının anladığı mesajlar içeriyordu. Bazıları tamamlandı, bazıları devam ediyor, bazıları ise sırasını bekliyor. Bu hareketlilik sadece iktidar ve “ötekiler” arasındaki hesaplarla ilgili görünmüyor, iktidar içinde çeşitli katmanlarda sertleşen rekabet, çatışma ve hesaplaşmaların izlerini taşıyor.
Ne yapılmak istenmekte?
Bu operasyonun kaynak nedeni ve olası hedefi konusunda çeşitli tahminler yürütülüyor. “Erdoğan sonrası” senaryoları ya da iktidar terkibindeki değişiklik mücadelesi en çok dile getirilen seçenek. Mehmet Akif Ersoy’un eski yakınlıkları dikkate alınarak Hakan Fidan ya da AKP içindeki bazı kanatların hatta -bazı başka operasyonlar da hatırlatılarak- MHP’nin hedef alındığı söyleniyor. Alternatif ayıklama veya yol temizliği olduğu dile getiriliyor. Hadisenin “işi”, “görevi” ve “fonksiyonu bitmiş, belki biraz zarar vermeye başlamış unsurların tasfiyesine dönük olduğunu hatta bunun arkasında son on yılda önemli bir kaynak haline gelmiş “karanlık paranın” yeniden paylaşımı için olduğunu söyleyenler de var. Bilinçli bir “dağıtma” ve “krizle yönetme” yaklaşımının zorunlu bir sadeleştirme ihtiyacı yarattığı da düşünülebilir. Pek çok meslektaşımız bu operasyonun arka planı hakkındaki ihtimalleri sıralayan yayınlar yaptı.
Bu tezlerin hepsini haklı çıkaracak kanıtlar bulmak mümkün. Belki bu kadar geniş alana ve çeşitli başlıklara yayılmış “operasyonlar mekaniği” bütün niyet ve hevesleri kucaklayacak kadar kapsayıcıdır. Zaten AKP iktidarının tamamında ve özellikle anti-siyaset enstrümanlarının baskın hale geldiği son yıllarında, hiçbir şey tek bir amaç için yapılmıyor. Bir taşla çok kuş vurmak, aynı anda birden çok sonuç almak isteyen (etinden sütünden) esnaf aklı, iktidarın karmaşık ve parçalı yapısı, dönemin iktidarda olanlar için de yüksek belirsizlikler içeren dengesizliği ve iktidarın hiçbir ideolojik-siyasi sınır tanımayan yüksek esnekliği gibi nedenler ileri sürülebilir. Elbette en kontrollü operasyonların bile dış müdahalelere, başka ajandalara açık olması, böylesi kuralsız ve gevşek zeminde çok daha kolay.
Bu olay ve genel olarak birkaç yıldır devam eden “operasyonlar mekaniği”, daha somut bir resim de ortaya koyuyor. “Yol temizliği” ya da “tasfiye operasyonu” tanımlarını ve indirgemeci etiketleri -açıklayıcı olmakla birlikte- hâlâ yetersiz yapan da bu tablo: Bu hamleler, kararı verilmiş, sonucu alınmış, bitmiş, kapanmış meseleler gibi durmuyor. Aksine, hâlâ devam eden süreçler, kapanmamış hesaplar ve neticelenmemiş mücadeleler gibi görünüyor. Bunun en önemli kanıtı operasyon enflasyonu ve operasyon torbalarının ağzı bağlanıp kenara konulmak yerine açık tutularak fonksiyonunun uzatılması. Bu tablo karşısında en kolay ama en verimsiz yaklaşım ise “satılanı alıp”; bunu, “kalibre” meselesine çevirerek ucuz propaganda malzemesi olarak kullanmak: “Meğer bunlar ne ahlaksızmış”.
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.12.2025
15.12.2025
1.12.2025
23.11.2025
16.11.2025
3.11.2025
26.10.2025
12.10.2025
5.10.2025
28.09.2025