Neşe Düzel
![]()
“Dindar insanların ortamında oturun, Başbakan’ın tutumundan çok rahatsız olduklarını görürsünüz. Bu tavrın kabul edilemez olduğunu herkes söyler. Ama bunu bir gazeteci olarak size söylemezler.”
“Başbakan ve hükümet sürekli zikzak çiziyor. Uludere konusunda kutsal devlet anlayışı ve milliyetçilik öne çıkıyor. Bunun İslami açıdan savunulabilir bir yanı yok. Uludere’de susmak Müslüman kimliğini zedeler.” *** NEDEN RIDVAN KAYA
***
NEŞE DÜZEL: Uludere katliamından sonra yaşananlar, dindar aydınlarımızın bir bölümünün vicdanını yaraladı. Onlar, bu yaşananlara karşı çıktılar ama, dindarların bir kısmı sustu. Neden susuyor dindarlar? RIDVAN KAYA: Uludere’de vicdanların yaralanması için dindar olmaya gerek yok. İnsani duygularını yitirmemiş her insan için Uludere, vicdanı yaralanması gereken bir olaydır. Bu ülkede Uludere herkesin vicdanını yaraladı. Fakat şu var. İslami camianın bir kesiminde, bu olay biraz daha kısık sesle konuşuluyor.
İslami camianın bir kesimi, Türkiye’de çatışmacı bir süreç yaşandığını düşünüyor ve Uludere olayının arkasında, mevcut hükümeti yıpratmanın olabileceği kaygısını taşıyor. Dolayısıyla hükümeti yıpratarak farklı çevrelerin işini kolaylaştırmamak ve bundan sonraki süreçlerde onların tezlerini, ellerini güçlendirmemek için Uludere tartışmasını kendi içlerinde yürütmeyi tercih ediyorlar. Yani onlar da Uludere’yi tartışıyor ve eleştiriyorlar ama bunu kamuoyuna açıklamıyorlar ve açıklamazlar.
Bizim açımızdan da başlı başına bir sorun bu. Biz bu tavrı iki açıdan eleştiriyoruz. Bazı tartışmaları içeride sürdürme tavrı, hem Müslüman kimliğe zarar veriyor hem de İslam anlayışıyla ilgili tepkilere yol açıyor. “Müslümanlar bu konuda susuyorlar. Demek ki yapılan bu zulmü onaylıyorlar. Ya da Müslümanlar burada yapılan zulmü bir zulüm olarak görmüyorlar” diye kamuoyunda bir algı oluşuyor. Bu yüzden biz de sessizliğe karşı çıkıyoruz. Özgür-Der olarak Uludere bizim de sürekli gündemimizde. Biz susmuyoruz ve bilin ki susmayan pek çok Müslüman var.
Evet.
Aslında olayı kazırsanız hep aynı şey ortaya çıkıyor. Bugün evet, iktidarda bize yakın insanlar var. Onların yıpratılmasından korkuluyor ama... Belli ihaleler alınsın, belli makamlar korunsun diye yapılmıyor bu. Bireysel olarak böyle kaygılar olsa da genel camia olarak kaygı başka. Bir kere herkeste şu korku var: “Kemalist vesayet şu anda gerilemiş gözüküyor ama geri dönebilir.” Bu korku, insanları daha çekingen ve savunmacı bir tavra sürüklüyor. Eğer kendinizi sürekli bir çatışma ortamında ve tehdit altında hissederseniz kendi tarafınızın zaaflarını da daha az ve daha mazur görürsünüz.
Hayır. Şu anda AK Parti hükümetinin ve etkili konumda olan herkesin ciddi anlamda eleştiriye ihtiyacı var. Zaten eleştiriye herkesin ihtiyacı vardır ve eleştiri herkesi geliştirir. Eğer tarafını tuttuğunuz kesimi eleştirmezseniz, aslında ona iyilik yapmış olmazsınız. Aksine ona zarar verirsiniz, onun daha fazla yanlış yapmasına katkıda bulunursunuz. Ama bu, kolay algılanmıyor.
Zaafları var! “Dindar Müslüman” diye tabir edilen bu kesim, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki baskıların ardından gelen görece özgürlük ortamında, abartılı bir şekilde sağcı, devletçi ve milliyetçi bir kimlik kirliliğine uğradı. İşte bu anlayış, bu kesimde insanların düşüncelerini ve pratiklerini belirliyor. İnsanlara bir tutarsızlık getiriyor.
Hayır bağdaşmaz. Müslümanlar açısından tek bir ölçü olması gerekir. O ölçü de adalet ölçüsüdür! Kuran-ı Kerim’de Rabbimizin, Müslümanlara adil olmayı emreden pek çok ayeti var. Hatta düşman olduğunuz kesimle dahi ilişkilerinizde adaletsizlik yapmayın diye emri var. Yani siz, savaştığınız unsurlara dahi adaletsizlik yapamazsınız. Belirlenmiş kurallar çerçevesinde adil davranmak zorundasınız. Kuran-ı Kerim bunu emreder. Ama Müslümanların, Kuran’la ve İslami kimlikle net bir irtibat konusunda eksiklikleri bulunuyor. Sahip olunan kimlik, net olarak Kuranî bir İslam anlayışından beslenmekten ziyade geleneksel algılardan besleniyor. Kuran’a bağlı kalınmayınca da İslam anlayışı bozuluyor. Bir toplumsal dindarlık sözkonusu Türkiye’de.
Şöyle anlatayım... Sahip olunan geleneksel anlayışta çok köklü bir devlet kutsaması var. “Devlet-i ebed müddet” diyen ve devleti sonsuza kadar korunması gereken bir varlık olarak gören bu devlet kutsaması, Osmanlı’dan, hatta daha da öncesinden geliyor. Ama İslam böyle bir şeye izin vermez.
İslam, adalet temelinde oluşmayan bir ortamı asla meşru görmez. Çünkü insanlar, adalet yerine devleti kutsadıkları zaman devletin yaptığı zulümleri, haksızlıkları ve adaletsizliği algılamada zorluk çekiyorlar. Mesela F tipi cezaevleri konusu... Tecrit bir insanlık suçudur. Ama biz İslami camiada bu konunun algılanmasında başarılı olamadık. Bunun iki nedeni var. Bir, İslam çok dar anlaşılıyor. İslam’ın adil olma emri anlaşılamıyor. İki, “geleneksel devletçi- muhafazakâr- sağcı” anlayış, hak ve adalet temelinde değil de kutuplaşma temelinde davranıyor. Mağdur olan kesimin kim olduğuna bakıyor.
Hayır. Şükrediyorum ki İslami camia açısından Türk-Kürt diye henüz çok net bir ayırım yok. Ama şu var. Kürt sorununun PKK ile özdeşleştiği yerlerde bir geri çekilme sözkonusu. Eğer PKK ile TSK arasında yaşanan çatışmada, hak ihlaline maruz kalan PKK’lıysa, insanların bu hak ihlalini algılamalarında zorluk çıkıyor. İnsanlar, çatışma süreçlerindeki bu hak ihlallerini dile getirmiyorlar. Yani duyarlılık Kürt oldukları için değil, PKK’lı oldukları için azalıyor. Ama Uludere böyle bir olay değil. Herkes orada öldürülenlerin geçimlerini sağlamak isteyen normal insanlar olduğunu biliyor. Ayrıca şunu da görmek gerek. Başta Başbakan olmak üzere hükümet kadrolarının İslami camia üzerinde ciddi inandırıcılığı var. “Sizin bilmediğiniz şeyler var” dediklerinde, insanlar “evet, bizim bilmediğimiz şeyler vardır” diyor.
Anlıyorum... Evet...
Dindar insanların olduğu herhangi bir ortamda oturursanız, Başbakan’ın ve özellikle de İçişleri Bakanı’nın tutumundan çok rahatsız olduklarını görürsünüz. Bu tutumun kabul edilemez olduğunu herkes söyler. Ama onlarla gazeteci olarak konuşursanız, size kimse bu açıklıkta konuşmaz. Uludere olayı olduğunda herkesin zihninde ilk canlanan şey, tek parti döneminde 33 köylünün kaçakçılık suçlamasıyla kurşuna dizildiği Muğlalı olayı oldu. Olay duyulduğu anda Özgür-Der, Mazlumder ve bölgedeki bazı İslami vakıf ve dernekler, Uludere’yi katliam olarak lanetledik ve hemen Uludere’ye gittik, rapor hazırladık. “Sorumlular yargı önüne çıkarılmazsa, bundan hükümet sorumlu ve suçlu olacak” dedik. Aradan aylar geçti, sorumlulardan hesap sorulacak diye hâlâ bekleniyor.
Hükümetin tavrının çok yanlış oluğunu, sürecin çok yanlış götürüldüğünü herkes kabul ediyor. Ama bu eleştirileri, hükümeti harekete geçirici bir şekilde açık açık yapmak yerine, kendi iç sesiyle yapıyor. Yüksek sesle söylemiyor.
İlk günden beri, bazı iddialar vardı. Hükümetin tuzağa düşürüldüğü ve hükümetin, bunu gurur meselesi yaptığı için olayı bir anlamda örttüğü iddiaları vardı. Muhtemelen hükümet, bu olayın zamanla unutulup kapanacağı, gündemden düşeceği zannına kapıldı. Oysa kamuoyunun buna izin vermeyeceği çok açıktı. İlk düğme yanlış iliklenince, gömleğin bütün düğmeleri de yanlış iliklendi işte! Orada görev yapan subayların beş ayda sadece kaçakçılığa göz yumma suçlamasıyla haklarında soruşturma açılmış olması insanların şüphelerini çok arttırıyor.
Meclis konuşmasında teşekkür cümlesini duymak tabii şok ediciydi. Sorumluların ortaya çıkarılması talebinin yükseldiği bir ortamda, sorumlu olması ve hesap vermesi gereken bir kuruma bu teşekkürün yapılması olayı örtme çabası olarak algılandı kamuoyunda. Aslında biz şunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Eğer bu olay hükümete kurulan bir tuzaksa, tuzağı kuranların bu işi sürdüreceği belli. Hükümet, kim tuzağı kurduysa bunu açığa çıkarmalı. Eğer hükümet tuzağa düştüyse, tuzağa düştüğünü açıklamalı ve bu işten kurtulmalı. Bunu yapmayıp, olayı sürdürmek, tuzağı kuranın oyununa gelmek oluyor. Nitekim şu anda tuzağı kuran başarılı oldu!
Bu hükümet döneminde geçmişteki cinayetlerle ilgili ciddi şekilde hesap sorulurken... Artık bu ülkede faili meçhul yaşanmazken... Hatta 2009’da teslim olan iki PKK’lının infaz edilmesinden sorumlu olan Van Garnizon Komutanı bile daha yeni tutuklanmışken... Uludere’de 34 insanın göz göre göre faili meçhule kurban gitmesini anlamak çok güç! Tebrik edilmesi gereken şeyler yapan hükümetin, Uludere’de ortaya koyduğu zaaflı hâli açıklamak gerçekten çok zor! Herhalde hükümet, YAŞ’la birlikte ilk kez kendisine daha yakın ve daha uyumlu çalışabileceği bir askerî kadronun oluştuğunu düşünüyor. Askeri ve MİT’i korumak için de zikzak çiziyor ve tutarsız davranıyor. Ama sonuçta bu, hesap vermesi gerekenleri rahatlatan bir tutum oluyor. Nitekim Genelkurmay, Uludere Meclis Araştırma Komisyonu’na içi boş bir dosya gönderdi. Genelkurmay, kısmen bunu hükümetten aldığı cesaretle yaptı ve yapıyor.
Aslında Türkiye’deki temel çatışma, “milliyetçilik ve ulusalcılık” ile “İslamcı kimlik ve ümmet” arasındadır. Ama İslami kimlik, Cumhuriyet döneminde o kadar ezildi ki, milliyetçilik bu toplumun genel kimliği oldu. Dindar kesimler önce reddettikleri milliyetçiliği, bir müddet sonra kısmen yumuşatarak belli semboller üzerinden benimsediler. Nitekim bugün ortalama dindar bir insan kendisini çok rahatlıkla Türk milliyetçisi olarak tanımlayabiliyor. Bizim İslam anlayışımız açısından bu, Türkiye’deki en temel sorundur. En temel kimlik yarılmasıdır.
Genel olarak evet. Yaygın bir vaka bu.
Olamaz, olmamalı.
Kurtulmaları çok zor. Ama biz kurtulduk. Dolayısıyla kurtulabilenlerin olabileceğini düşünüyorum. Bu toplumda milliyetçilik, çok derinlere işlemiş, çok güçlü bir damar. Ayrıca devletle PKK çatışmasının yaşandığı 1980’lerden itibaren bu işe kan da bulaştı. Aslında sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Batıda, Mersin’de, Trabzon’da yaşayan insanlar, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Uludere olayında ne hissedildiğini anlayamıyorlar. Doğudakiler de onların ne hissettiğini hissedemiyorlar.
Sürekli zikzaklar çiziliyor ve Uludere konusunda tabii ki kutsal devlet anlayışı ve milliyetçilik öne çıkıyor. İslami açıdan bunun savunulabilir bir yanı yok. Ama Erdoğan’ın ve AK Parti’nin, Kürt sorununu, milliyetçi damarı güçlü olan kesimlere benimsettiklerini de unutmamak lazım.
Bizim açımızdan ölçü bellidir. Hazreti Peygamber’in bu konuda çok net bir sözü var. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyurur. Ortada bir haksızlık ve adaletsizlik varsa ki Uludere’de çok net bir durum bu , bunun karşısında susmak, Müslüman kimliğini ciddi anlamda yaralar, zedeler. Müslüman’ım diyenlerin bu konuda koyacakları tek bir tavır var. O da bu olayı reddetmek, mahkûm etmek! Dolaylı yollarla da olsa Uludere’yi mazur göstermeye dönük söylemler, İslami kimlikle taban tabana çelişir. Kasıt var ya da yok. Uludere’de bir katliam yaşandı. Aşkale’de beş TEDAŞ işçisi sele kapılıp boğuldu. İşletme müdürü tutuklandı. Esenler’de işçiler çadırda yandı. 20’ye yakın kişi tutuklandı. Olması gereken budur ama Uludere’de bunlar yaşanmıyor. Ölenler geri gelmeyecek ama bu insanların değersiz görülmediği kamuoyuna kanıtlanmalı.
Biz, kendi çevremiz itibarıyla Hz. Peygamber’i takip etmekle kendimizi sorumlu gören insanlarız. Biz susmadık. Biz, Hz. Peygamber’i örnek aldığımız için susmadık. Biz, Kuran’ın emirlerinin ve Hz. Peygamber’in örnekliğinin “susmamak” olduğunu düşündüğümüz için susmuyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye buyuran bir Peygamber elbette bu tür bir facia ve zulüm karşısında susmazdı! 34 insan bombalarla, savaş uçaklarıyla öldürüldü. Rabbimiz, bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığın öldürülmesi gibi olduğunu buyuruyor. Zulüm, haksızlık karşısında susmamak ve itiraz etmek anlamında Kuran’da pek çok ayet var. Hz. Peygamber’in de pek çok hadisi var. Mesela Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Zaten Müslümanlık bir anlamda adalet çağrısıdır. Bu yüzden Uludere’deki suskunluğu eleştirmeliyiz.
Bugün sahip olunan İslami kimlik, temel anlamıyla Kuran’a ve Hz. Peygamber’in örnekliğine dayanmaktan ziyade geleneksel bir dindarlık olduğu için bu tür çelişkiler, tutarsızlıklar ortaya çıkıyor. Çünkü net bir Kuran anlayışı sözkonusu değil.
Evet, çok temel bir çatışma bu. Geleneksel Müslümanlık, devleti kutsuyor. Devlet zarar görmesin mantığıyla davranıyor. Ermeni tehcirinden tutun köy yakmalara, faili meçhullere kadar pek çok konuda devleti koruma refleksiyle sessiz kalıyor ve hatta daha da ötesi bunları meşrulaştırma gibi tutumlara da giriyor.
Bin küsur yıldır devam eden bir devleti kutsama anlayışı ve saltanat geleneği var burada. Osmanlı’da devleti koruma mantığıyla kundaktaki bebekleri öldürme vakası var. Bir Müslüman’a “bir çocuğu öldürmek meşru mudur?” deseniz “hayır; bu kesinlikle gayrı meşru” der. “Ama sultanlar bunu devlet geleneği olarak yaptı” dediğinizde, bu davranışı ya reddederler ya da açıklama eğilimine girerler. Geleneksel Müslümanlıkta içselleştirilmiş yanlışlar vardır. Bu yanlışların en temel dayanaklarından biri de devleti kutsayan anlayıştır ve milliyetçiliktir.
Hükümetin, Kürt sorununu savaşarak, PKK’yı ezerek bitirme söyleminin toplumda karşılık bulmasını bir tehlike olarak görüyoruz biz. Hükümetin bu söylemi öne çıkarmasından rahatsızız. Bu sorunu daha fazla kan dökerek çözmenin mümkün olmadığını aklı başında herkes görmeli ve kabul etmeli. Ama hükümeti tek taraflı suçlamak da yanlış. Son dönemde çatışmadan yana bir dilin öne çıkmasında PKK’nın rolü büyük oldu. PKK, hem provokatif çatışmayı tırmandırıyor hem de toplumda korkutucu bir baskı unsuruna dönüşüyor.
Bu çatışmalar, şu anda çok yaygın olmasa da kötü işaretler. Hem bölgede yaşayan dindar insanların genelini hem de İslami çaba içinde olan kesimleri çok tedirgin ediyor. PKK, alan hâkimiyetini ilan ettiği Hakkâri, Yüksekova gibi yerlerde kendisi dışında hiçbir kuruluşa izin vermiyor. 80’li ve 90’lı yıllarda devlet kadrolarının oluşturduğu korku atmosferi, aynı yoğunlukta olmasa da şimdi tersine dönmüş durumda. Şimdi PKK tarafından korku yayılıyor. Mesela şu anda Hakkâri modeli diye bir model var.
Burada PKK’nın izin vermediği hiçbir kuruluş, dernek ya da kitapevi faaliyet yürütemiyor. AK Parti’nin Hakkâri il binasını görseniz... Kum torbalarıyla korunuyor. Bölgede yaşayan ve İslami çaba yürüten kesimler, PKK’nın dayatmaları karşısında bir sıkışmışlık içindeler. Geçen sene Mustazafder, Yüksekova’da dört kez saldırıya uğradı. Son saldırıda başkan yardımcısı öldürüldü. Arkasından binası yakıldı ve dernek orayı terk etti. Benzeri olaylar Adana’da, Diyarbakır’da da yaşandı ve PKK’ya karşılık verilmedi. Bölgede çok gergin bir ortam var. Eğer PKK “ben bedel ödedim ve Kürtleri ben yönetirim” anlayışını yaygınlaştırırsa, bölgede kaçınılmaz olarak çatışma ortamına girilir.
Başbakan’ın kibirli ve net ifadelerle olayı reddetmesi, ister istemez akla şunu getirdi. İnsanlar, geçmişte Kürt sorunu nasıl ortaya çıktı diye sordular ve tabii şu cevabı verdiler. Bu ülkede Kürt sorunu, Kürt kimliğinin inkâr edilmesiyle ortaya çıktı. Aslında son yıllarda devletin bu inkâr politikası çok azalmıştı ve sürecin tam daha olumlu bir evreye gitmesi bekleniyordu ki, Uludere olayıyla inkârcı söylem tekrar ruh kazandı. Hükümetin Uludere’deki tutumu, Kürt sorununun çözülemeyeceğine dair inancı besledi. Kısacası, Kürt sorununun çözülebileceğine olan inanç bölgede çok azaldı.
|
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.12.2013
15.09.2013
23.04.2013
22.04.2013
15.04.2013
25.03.2013
18.03.2013
11.03.2013
10.12.2012
4.12.2012