Serdar KAYA
Kâbe, hem birinci hem de ikinci Mekke kuşatmasında tahrip olur. 683 yılındaki birinci kuşatmanın ardından tamamen, 692 yılındaki ikinci kuşatmanın ardından ise kısmen yeniden inşa edilir. Bu inşalar keyfi olarak yapılmamakla birlikte, kimi önemli farklılıklar içerir.
Kâbe’nin 605 yılındaki inşası
Kâbe’nin 605 yılında (yani Hz. Muhammed’in İslam öncesi hayatı esnasında) gerçekleşen inşası, bu konuda önemli bir tarihi örnek teşkil eder. 605 yılında, Kâbe’de bir yangın çıkar. Kâbe o gün itibariyle ahşaptan olduğu için, tamamen yanar. [1] Mekkeliler, Kâbe’yi yeniden inşa etmek üzere harekete geçerler. Şehrin takriben 85 kilometre batısındaki Cidde’de o günlerde bir Bizans gemisi karaya vurmuştur. Bu geminin ahşabı, yeni Kâbe’nin yapımında kullanılır. [2]
Yeni Kâbe, eskisinden farklıdır. Şöyle ki, eski Kâbe, yine küp biçiminde olsa da, insan boyunu çok fazla aşmayan, çatısız, ahşap bir yapıdır. Yeni Kâbe’nin yüksekliği ise, öncekinin takriben iki katı kadar olur. Yapımında ahşabın yanı sıra, taş da kullanılır. Yapının tavanı ise, hurma dallarıyla örtülür.
Bu Kâbe’nin yapımında (o tarihte henüz 35 yaşında olan) Hz. Muhammed’in de emeği bulunur. Hacerü’l-Esved’i Kâbe’nin doğu ucuna koyma şerefinin kime ait olacağı konusunda tartışma yaşandığında Hz. Muhammed’in bu soruna nasıl bir çözüm getirdiği hakkındaki meşhur anlatı da, bu inşa sürecinin son kısmına aittir. [3]
Mekke’nin fethi
11 Ocak 630 tarihinde müslümanlar Mekke’yi fethederler. Fethin hemen ardından, o gün itibariyle 25 yaşında olan yeni Kâbe’nin içindeki ve etrafındaki (360 tane olduğu rivayet edilen) putların tamamı kırılır. Bunun dışında, Hz. Muhammed, Kâbe’nin içine girer, ellerini İsa ve Meryem’in tasvir edildiği fresklerin üzerine koyar ve elleriyle işaret ettiği bu freskler haricindekilerin tamamının temizlenmesini ister. [4]
Kâbe’nin yapısında ise, herhangi bir değişikliğe gidilmez. Hacerü’l-Esved de aynen korunur.
Birinci Mekke Kuşatması (683)
683 yılında Emeviler, Birinci Mekke Kuşatması’nı gerçekleştirirler. Husayn bin Nümeyr komutasındaki Şam ordusunun mancınıklarla fırlattığı taşlar ve çıkan bir yangın sonucunda, Kâbe büyük hasar görür. Kimi duvarları yıkılır. Hacerü’l-Esved ise kırılarak üç parçaya ayrılır.
Suriye ordusunun sene sonunda Mekke’yi terk etmesinin ardından, Abdullah bin Zübeyr, zaten büyük hasar görmüş olan Kâbe’yi tamir etmek yerine yeniden inşa etmeye karar verir. Bu kararın bir nedeni de, annesi (ve birinci halife Hz. Ebu Bekir’in kızı) Esma’nın, Aişe’den naklettiği bir hadistir. Bu hadise göre, Hz. Muhammed, Mekke’nin fethinin ardından Aişe’ye, Kâbe’nin aslında orijinal şeklini korumadığını söylemiş, hatta insanların İslam’a yeni girmiş olmamaları durumunda Kâbe’yi yıkıp İbrahim’in inşa ettiği ilk şekliyle yeniden yaptıracağını söylemiştir.
683 yılındaki kuşatma esnasında Kâbe’nin kısmen yıkılınca, Abdullah bin Zübeyr, bu tahribatın böyle bir yeniden inşa için iyi bir fırsat sunduğunu düşünür. Mevcut Kâbe’nin 78 yıllık kısa geçmişine ve ağır hasarlı durumuna rağmen, bazı insanlar Kâbe’yi yıkma fikrinden yine de çekinirler. Hatta, Abdullah ilgili çalışmayı başlattığında, başlarına bir şey geleceğinden korkarak oradan uzaklaşanlar olur. Ancak daha sonra herhangi bir şey olmadığını görünce, geri dönerek ona yardımcı olurlar.
Abdullah, Kâbe’nin sadece duvarlarını değil, temelini dahi ortadan kaldırır. Bu yapıldığında, zeminde, “deve kadar büyük” ifadesiyle tasvir ettikleri kocaman taşlar görürler. [5] Ardından, Abdullah, Kâbe’yi, Hz. Muhammed’in takriben 50 sene önce izah ettiği şekilde yeniden inşa ettirir. Bu yeni Kâbe’nin belki de en önemli farklılığı, zemininin kuzeybatıya doğru takriben iki metre daha geniş olmasıdır. Bir başka deyişle, 684 yılının Kâbesi, Hatim duvarı [6] ile bitişiktir.
Bunun dışında, yeni Kâbe, 14 metre yüksekliğindedir. Duvarları taşlar ile örülmüştür ve bir tavanı da vardır. Abdullah, zemine diktirdiği üç yüksek sütun ile bu tavanı destekler ve böylelikle, tavanın bütün yükünün sadece duvarlara binmesini engeller. Ayrıca, Kâbe’nin kuzey ucuna, tavana çıkan ahşap bir merdiven yaptırır. Yeni Kâbe’nin (biri giriş, diğeri de çıkış için kullanılacak) iki de kapısı vardır. Bu kapılardan biri, bugünkü kapının olduğu yerdedir. Diğeri ise, bu kapının çaprazındaki köşededir.
Abdullah, bunlara ek olarak, kırılan Hacerü’l-Esved’in parçalarını yapıştırır, taşı gümüş bir mahfaza içine koyar ve yeniden eskiden bulunduğu yere yerleştirir. [7]
İkinci Mekke Kuşatması (692)
Emevi ordusu dokuz sene sonra (bu sefer Haccac bin Yusuf komutasında) yeniden Mekke’yi kuşatır. Ordu, şehri yine mancınıklarla taşlar ve Kâbe yine zarar görür.
Kuşatma bu kez Emevilerin zaferiyle sonuçlanır. Dolayısıyla, Kâbe’yi tamir etmek de Emevilere düşer. Kâbe’yi, (halife Abdülmelik bin Mervan’ın direktifleri doğrultusunda) Haccac tamir ettirir. Ancak, Haccac, tamirin bir parça ötesine geçerek, Kâbe’yi İslam öncesi haline yaklaştırır. İlk olarak, Kâbe’nin kuzeybatıya bakan duvarını yeniden geriye çekerek Hatim Duvarı ile Kâbe’nin arasını yeniden açar. Bu duvara bitişik olan ahşap merdiven yerine de, taştan, yeni bir merdiven yaptırır. Abdullah’ın açtığı ikinci kapıyı da taşla ördürerek kapattırır. [8] Birinci kapının ise alt kısmını (eskiden olduğu gibi) yerden yükselterek, ancak merdiven ile girilebilecek hale getirir.
Kâbe, Haccac’ın verdiği bu şekli, bugüne dek korur. Aradan geçen yüzyıllar içinde Kâbe çeşitli afetlerden zarar görse ve zaman zaman bakım altına alınsa da, neticede hep Emevilerin öngördüğü bu mimari esas alınarak onarılır. [9]
Müteakip tamirler
Hz. Muhammed’in Kâbe’yi yıkıp yeniden yapmaktan söz etmesi, Kâbe’nin taşına ya da ahşabına kıymet vermiyor olduğu şeklinde yorumlanmaya müsait. Ancak, insanların, 630 yılı itibariyle ancak 25 yıllık bir geçmişi olmasına ve bir önceki versiyonuna göre ciddi farklılıklar içermesine rağmen ilgili yapıyı bu denli benimsemiş ve dokunulmaz bellemiş olmaları özellikle dikkate değer. 684 yılında, Abdullah bin Zübeyr, büyük ölçüde zaten yıkılmış olan 605 yılı Kâbe’sini tamamen yıkmaktan söz ettiğinde bazı insanların korkup kaçmaları da aynı derecede ilginç. (Fil Vakasına dair anlatıların da bu korkuda etkili olmuş olması muhtemeldir.)
Bu çekinceye başka örnekler verebilmek de mümkün. 1600 yılı civarında Kâbe’nin Suriye’ye (ya da Hatim Duvarına) bakan duvarında çatlamalar olur. Konu, İstanbul’a bildirildiğinde, alimler ne yapacakları konusunda tereddütte kalırlar ve tamirat için cevaz vermekten çekinirler. Müteakip yıllarda ilgili duvarın yıkılma tehlikesi başgösterince, 1612′de Sultan I. Ahmed, tamir emri verir. Ne var ki, 1630 yılında büyük bir sel yaşanır ve Kâbe sular altında kalır. [10] Kâbe’nin yıllar içinde zayıflayan duvarları bu sele dayanamaz. I. Ahmed’in 18 sene önce tamir ettirdiği duvar, bu selde tamamen yıkılır. Diğer duvarlarda ise kısmı yıkımlar ve tahribat olur. Bu şartlar altında, daha geniş çaplı bir inşa ve tamir kaçınılmazdır. Ancak, inşa ve tamirde bulunanlar, mümkün mertebe aynı taşları aynı yerlerde kullanmaya ve 692 yılından bu yana varolan şekle sadık kalmaya çalışırlar. [11]
Bunun dışında, 1958, 1982 ve 1996 yıllarında Suudi Arabistan hükümetince Kâbe’nin farklı kısımlarında çeşitli tamiratlar gerçekleştirilir. Bu tamiratlar, Kâbe’nin taşlarının sökülmesini gerektirdiğinde, taşlar, tamir sonrasında tamamen aynı yere konabilmelerini temin edebilmek üzere numaralandırılır.
Bütün bu hassasiyetler, Kâbe’nin güçlü tarihi mirasına yönelik saygı itibariyle takdire değer olsa da, ilgili taşların önemli bir kısmının Haccac bin Yusuf gibi zalimliğiyle meşhur bir Emevi valisi tarafından döşetilmiş olması bir parça ironiktir. Özellikle, 1600′lü yıllarda tamir gerektiren ve sonra da yıkılan kuzeybatı duvarı, tamamen Haccac döneminin eseridir.
Bazı sorular
Acaba Kâbe bugün bir doğal afet neticesinde yıkılacak olsa, Haccac’ın öngördüğü ve 694 yılından beri varolan İslam öncesi şekliyle mi inşa edilir, yoksa Abdullah bin Zübeyr’in Hz. Muhammed’in tarifi doğrultusunda inşa ettiği 684 Kâbe’si mi ihya edilir? Bu sorunun cevabı herhalde çok fazla tartışma götürmez. Ancak, asıl sorular da zaten bu noktada başlıyor:
(1) Kabe’nin bugünkü mimarisinin ortaya çıkış şekline dair bazı rahatsız edici gerçekler ortadayken, geleneği terk etmeyi insanlar için bu denli zor kılan faktörler neler olabilir? Konunun aslında ilgili gerçeklerin yeterince bilinmemesinden ileri geldiği söylenebilir mi? Eğer sebep bu ise, İslam dünyasının bu konuda ciddi bir bilinç kazanması durumunda, olası bir doğal afetin ardından 694 değil, 684 Kâbe’sini inşa etmenin çoğunluk görüşü haline geleceği söylenebilir mi?
(2) Peki ya tarihi gerçeklere vakıf olmak zaten baştan insanların çoğunluğundan bekleyemeyeceğimiz bir şey ise? Yani, insanlar, çoğunlukları itibariyle, kendileri için önem arz eden kimi tarihi gerçekler hakkında bilgisiz ve meraksız iseler? Eğer durum bu ise, geleneğin hemen her zaman bir dinin orijinal prensiplerinin önüne geçmesi, hatta zaman içinde (istense dahi) dinden ayrılamayacak hale gelmesi kaçınılmaz olmaz mı?
(3) Bu şartlar altında, din ile gelenek arasına kesin bir çizgi çizilebileceğini düşünmek mümkün mü? Böyle yapmak yerine, gelenek ile şekillendiği bilinenler ve gelenek ile şekillenmemiş olması daha muhtemel olanlar gibi nisbeten daha temkinli ve mütevazı kategorilerden söz etmek daha gerçekçi olmaz mı?
(4) İlgili bir diğer önemli konu ise, dini gerçekliklerin algılanış ve anlamlandırılış şekli. Örneğin, Emevilerin Kâbe’nin mimarisi konusunda yaptıkları, İslami mirası şekillendiren gözle görülür bir tasarruf durumunda. Gözle görülür olması, aslında bu tasarrufu son derece basit ve anlaşılır kılıyor. Ancak, “Emeviler, dinin ve dini anlayışın bir parçası haline geldiği için bugün itibariyle fark dahi edemediğimiz neler yapmış olabilirler?” gibi bir soru soracak olsak, bu soruya herkes ancak kendince bir cevap verebilir.
(5) Günde beş defa taştan bir yapıya dönüp ibadet etmek, bu yapının fotoğraflarını duvarlara asmak, uzun yolculuklara çıkarak (etrafında dönmek üzere) bu yapıyı ziyaret etmek ve/veya hazır oraya gitmişken bu yapının hatıra fotoğraflarını çekmek gibi adanmışlık ifade eden davranışlara rastlamak zor değil. Bir yapıya böylesine merkezi ve kutsal bir önem atfedenlerin nasıl olup da bu yapının başına asırlar boyunca neler geldiğini, mevcut şeklini nasıl aldığını, içinde nelerin bulunduğunu ya da etrafındaki öğelerin ne mana ifade ettiğini merak etmedikleri sorusu da bu noktada önemli. Zira, bu büyük ilgi ve ilgisizliğin aynı anda varolması, bir çelişki olarak anlaşılmaya müsait. Ne var ki, inanç, düşünceden ziyade duyguyla ayakta duruyor ve o şekilde anlam buluyor ve yaşanıyor. Benzeri bir duygu merkezli tavır diğer dinlerin bağlıları arasında da yaygın. Tevrat ve İncil’de aktarılan pek çok tarihi hadisenin gerçeklerle örtüşmediğinin bugün net bir şekilde ortaya çıkmış olmasına rağmen yüz milyonlarca insanın halen dini inanç ve pratiklerini sürdürmeleri, biraz da bu duygusallık (ve bu duygusallığın cevap verdiği kimi insani ihtiyaçlar) ile ilgili.
(6) Bütün bunlar Kubbetü’s-Sahra hakkında bize neler söylüyor?
Sonsöz
Pilgrim sunrise
Pagan sunset
Onward journey begun…
––––––
[SONRAKİ YAZI: Sonuç]
––––––
[1] Yangın hadisesinden söz etmeyip, 605 yılında Kâbe’nin yeniden ve daha büyük bir şekilde inşa edilmek üzere bilinçli olarak yıkıldığını aktaran anlatılar da vardır.
[2] Yeni Kâbe’nin inşası öncesinde eskisinin kalıntıları tamamen ortadan kaldırıldığında, yapının zemininde “deve büyüklüğünde” yeşil taşlar ortaya çıkar. İbn-i İshak bu noktada, Lost dizisindeki hadiseleri andıran bir olağanüstü vakaya yer verir. Anlatıya göre, orada bulunanlardan biri bu yeşil taşlardan birinin kenarını bir parça kazar, ardından da elinde bulunan bir sert ve uzun bir cismi oraya saplar ve ilgili cismi kaldıraç gibi kullanarak taşı zemininden kaldırmak ister. Ancak, taşın bir parça kıpırdamasıyla birlikte, bütün Mekke sarsılmaya başlar. Bunun üzerine orada bulunanlar korkarlar ve bu taşlara dokunmazlar.
[3] Anlatıya göre, Hz. Muhammed, Hacerü’l-Esved’in bir örtü üzerine konmasını ve farklı kabilelerin temsilcilerinin örtüyü birlikte kaldırmalarını teklif eder. Örtü Kâbe’nin doğu köşesine getirildiğinde de, taşı kendisi örtüden alarak yerine koyar.
[4] İlgili fresklerin, Kâbe’nin 605 yılındaki inşası esnasında Mekkelilere yardımcı olan Kıpti bir sanatkar tarafından yapıldığı rivayet edilir.
[5] Bu anlatı, 605 yılına dair olanlarla aynı doğrultuldadır. Kâbe’nin temeli de ortadan kaldırıldığında zeminden bir ışığın yükseldiği yönünde anlatılar da vardır.
[6] Hatim Duvarı, Kâbe’nin Suriye’ye bakan tarafında, takriben 131 santimetre yüksekliğinde, yarım daire şeklindeki duvardır. Bu duvarın iç kısmı ile Kâbe arasında kalan bölgeye Hicr adı verilir. Hicr alanı, Kâbe’nin bir parçası kabul edilir ve bu nedenle, tavaf, Hatim Duvarının dışından yapılır. Hz. İbrahim’in karısı Hacer ve oğlu İsmail’in mezarlarının Hicr alanında olduğuna inananlar da vardır.
[7] Hacerü’l-Esved’in başına gelenler de hikayesi ayrıca yazılabilecek kadar detaylıdır. 930 yılının Ocak ayına denk gelen hac mevsiminde (İsmaili mezhebine mensup bir grup olan) Karmatiler, Mescid-i Haram’ı basıp binlerce hacıyı öldürürler. (Bu baskın esnasında, Kâbe’nin kapısını da tahrip ederler.) Karmatiler, baskının ardından, Hacerü’l-Esved’i alır ve (o yıllarda kendi kontrollerinde olan) Bahreyn’in Hecer adlı şehrine götürürler. Hacerü’l-Esved, 952 yılına kadar (yani 22 yıl) orada kalır. İnsanlar bu yıllar boyunca tavaf yaparlarken, Hacerü’l-Esved’in eskiden bulunduğu köşeyi sanki taş oradaymış gibi selamlamaya devam ederler. Hacerü’l-Esved’in Kâbe’deki köşesine geri konması ise, ancak Abbasi yönetiminin Karmatilere yüklü bir ödeme yapmasıyla mümkün olur. Bir de, 1932 yılının Nisan ayına denk gelen hac mevsiminde yaşanan hazin bir öykü vardır: Abdüssettar bin Abdülgaffar adlı Afganistanlı bir hacı, Hacerü’l-Esved’in bir parçasını koparmayı başarır. Abdüssettar, ayrıca, Kabe’nin örtüsünden bir parça kesip alır ve Zemzem kuyusuna inen merdivenlerin bulunduğu yerden bir iki küçük gümüş parça çalar. Abdüssettar yakalanır. Onu yargılayan Suudi makamlar, 8 Temmuz 1932 tarihinde kendisini idam ederler. Abdüssettar’ın Hacerü’l-Esved’den kopardığı parça, 31 Ağustos 1932 tarihinde düzenlenen, üst düzey devlet görevlilerinin de katıldığı bir törenle yerine yapıştırılır.
[8] Kâbe’nin dört duvarında bugün itibariyle 1614 tane taş vardır.
[9] Kâbe’nin mimari yapısını gösteren bir çizim için bkz.: Kâbe’nin mimarisi. Kâbe’nin içini gösteren bir dakikalık bir simulasyon videosu için bkz.: Simülasyon.
[10] Kâbe’nin bulunduğu yeri sel basması çok nadir değildir. Arabistan Yarımadası’nın güney kısmının coğrafi yapısı nedeniyle, Yemen tarafından gelen sular Mekke için her zaman sel tehlikesi oluşturur. Hatta, bu seller hac zamanına denk geldiğinde, hacıların yüzerek tavaf ettikleri de vakidir. 1630 senesini özel kılan, selin kendisi değil, Kâbe’ye verdiği zarardır.
[11] Mümkün mertebe aynı taşları kullanmaktan kasıt, sağlamlığını sürdüren taşları kullanmak ve yeni taşları, sadece kırılan ya da diğer nedenlerden ötürü iş görmez hale gelen taşların yerine kullanmaktır.
––––––
Yazı arşivi: İslam’ın İlk Asrı konulu diğer yazılar
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2019
17.06.2018
6.04.2015
23.03.2015
16.03.2015
20.01.2015
15.01.2015
17.11.2014
1.10.2014
12.08.2014