Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Medeni
4.07.2013
2338

 Aramızda üç bin kilometre vardı.

Ben Budapeşte’de, sağanak yağmurlu bir günde, sakince ev işleri yaparken, Lice’de Kayacık Köyü’nde insanların üzerine ateş açıldı.

18 yaşında, yasal olarak çocukluğu henüz geride bırakan Medeni Yıldırım’ın vurulduğundan, kurşunların ateşlendiği silahlar daha soğumadan benim de haberim oldu.

Medeni’nin kurşunlara hedef olduğu, karakol (pardon devlet diliyle ‘kalekol’) yapımına yönelik protestoda, sekiz kişinin daha nasıl yaralandığını olayları neredeyse ânı ânına takip etmek, “başbelası” Twitter sayesinde mümkündü.

Mesela gazeteci Veysi Polat’ın yeğeni idi Medeni; ama Veysi, yaşadığı kaybın acısını içine kapanıp yaşayamadı; susmak yerine, yazdı, paylaştı ve sayesinde biz de, “karanlıkta” kalmadık.

Diğer bir yeğeni, henüz 20 yaşındaki Ronida Pervane’nin de sırtından vurulduğunu, omzuna isabet eden kurşunlar için ameliyata gireceğini de sıcağı sıcağına duyduk.

Veysi’nin dürüstlüğünü, meslek ahlakını bildiğimizden, “güvenilirşeffaf” bilgi alan, benim gibi başkaları da, gönülden bağlandı yaşananlara.

Ateş bu kez sadece düştüğü yeri değil, bizi de yaktı.

Veysi, Medeni’nin töreninin yapıldığı günün gecesi;

Bu gece ilk ayrılık gecesi... Toprağa misafirdir artık Medeni... Anne kuzusuna hasret, yaslar yüreğini boşluğa... Oxir be bra...” yazmıştı.

Saniyeler içinde, ben de üç bin kilometre öteden yazdıklarını okudum; sekiz yaşında oğlum yanımda uyuyordu.

Utandım.


“Kalekolun” adı ayıp

Suyu, altyapı hizmetleri olmayan bir köye, devletin alay eder gibi karakol inşa etmesi, adını da “kalekol” koyması, bunun da savunulması, ayıptır, günahtır.

Ağır silahlarla donanmış özel harekâtçıları, askerleri, orada burada halkın içine yerleştirirseniz, bu kadar acılar yaşanmış yerlerde, kan dökülmesine davetiye çıkarırsınız.

Elbette kalekol yapılacak” diyen beton devlet kafasındakiler, önce, “benim bir insan olarak vazgeçilmez saydığım hizmetlerden hangileri, Lice ve daha birçok yerde eksik bırakılıyor; devlet, su, kanalizasyon, elektrik gibi benim elzem saydığım ihtiyaçların ne kadarını Türkiye’nin her yerinde karşılamaya çaba gösteriyor” diye bir sorsunlar kendilerine...

Britanya’da polisin çok istisnai durumlar dışında silah taşımasının önündeki “ahlaki engel” ne diye araştırıp soruşturan devlet görevlisi var mı?

Kuzey İrlanda’nın, “silah taşıma hakkı” olan tek polis gücüne sahip olması, orada ne gibi sorunlara yol açtı; hâlâ da açmakta... Peki, bunu samimi bir merakla mesele eden kaç “devlet sözcüsü uzman” var?

Çözüm”, devletin pençesinde tatlı rehavet içindeki “uzmanlardan”, “görevlilerden” soruluyor; onlar da, “barış” ise vicdanlara emanet olmasın diye kendilerini paralıyorlar.

Evrensel kuraldır, silah elde, belde olunca, ateşlenebilir; PKK çekilirken, “bölge” kademeli olarak toptan silahsızlandırılma yoluna gidilebilirdi.

10 yılı aşkın süredir iktidarda olan AKP’nin, hiç mi il, ilçe teşkilatı yok, olabileceklerden “merkezi” haberdar edip, güvenlik güçlerinin silahlarına hâkim olmasını sağlayabilecek?

Herkesi fişleyen, dosyalayan, dinleyen, ölçen biçen istihbarat var da, insan hayatını kurtarmaya odaklı çalışması hiç mi yok?

Benim gibi insanlar, bunları söyleyince, “bölgenin şartları gözönüne alındığında...” diye başlayan tiradlarla, “naiflikle” suçlanıyor.

Uyuşturucu meselesi...

Yeni karakol yapılmıyor...

Gene de, Türkiye’de bir sürü insan çile çekerken, benim Budapeşte’de, rahat ve huzur içinde olmaktan duyduğum utancı, utancı, İstanbul’da, İzmir’de duyan birçok insan oldu. Sokaklara döküldüler, itiraz ettiler.

Vicdani utancı ifade etmenin kolay yolu yok; duyduğu hicabı, üzüntüyü iletmenin de...

Gene Liceli Ceylan Önkol’un sırtından vurulmasıyla ilgili yaşananları anımsayalım... “Lice Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 2009’da, 12 yaşındaki Ceylan’ın ölümü ile ilgili açılan soruşturmada takipsizlik kararı vermesi gerçekten bizim için ne ifade ediyor? ‘Ya o benim kızım olsaydı’ bencilliği de mi yok içimizde?” diye yazmıştım nisanda.

Bölgenin özelliği gözönüne alındığında...” denerek, Ceylan’ın vurulmasının sıradanlığından, olağanlığından, beklenebilirliğinden dem vuruluyordu.

En tehlikelisi, riyânın bir devlet kimliği hâline gelmesi.

Ve bu riyânın en beter tezahürü de, daha önce, darbeler dönemi boyunca olduğu gibi, devlet dışı “sivillerden” bir kesimin de, kendi çıkarlarını kollamak, egolarını tatmin etmek için “devletçiklerinin” etrafına bir dokunulmazlık, eleştirilmezlik kozası örmesi.

Hâl böyle olunca ülke çözülür, ama devlet hiçbir sorunu çözemez.

Keşke, nisanda, Ceylan’ın sırtından vurulmasıyla ilgili soruşturmada takipsizlik kararı verilmesi yüksek sesle eleştirilse, “çözüm sürecini baltalıyorsunuz” diye bu kararı sorgulayanlara “düşman” diye saldırılmasaydı...

Belki o zaman, devletin yönetim kademesi, kusurlarından haberdar olur, eksiklerini gidermek için tedbir alır, Medeni’nin ölümüne giden yolun taşlarını döşemezdi.

Gene de, riyâya rağmen barış gelecek; çünkü bu ülkenin “insanlarının” kalbi çok büyük; devlet de, bu insanlara layık olabilmek için değişecek.

Adını kan ve riyâ ile lekeleyenleri, tarih hep utandırır.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar