Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Gazetecinin gözleri
2.11.2013
2717

 

Gazetecinin gözleri

Doğumunun 100. yılında, savaş fotoğrafçısı Robert Capa’nın “zamanı aşan” kıymeti nedir?

Budapeşte’de Ulusal Müze’deki “Capa 100: Kumarbaz” adlı sergiye gitmeden önce, aklımda bu soru vardı.

Cephede, askerî çıkartmalarda hep, savaşı en iyi yansıtan fotoğrafları çekebilmek için en önde, çatışmanın hemen yanı başında yer almasına neden olan cesareti mi?

Dünyanın dört bir yanından haber veren ilk gazetecilerden biri olması mı?

Fotoğrafçılıkla yazarlığı birleştiren, görsel malzeme ile yaşama dair bir hikâye anlatan gazeteciliğin ilk ve bugünün ölçülerinde bile en kaliteli örneklerinden bazılarını ortaya koyması mı?

1913’te Budapeşte’de doğdu; asıl adı Endre idi. Giyim eşyaları satan bir dükkânı olan bir anne ve terzi bir babayla, Macaristan’da o dönemde nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan Yahudi orta sınıfının ‘sıradan vatandaşlarından’ biri olarak büyüdü. Daha geniş bir entelektüel çevre arayışı, Endre’nin 18 yaşında Berlin’de okumaya gitmeyi seçmesine neden oldu.

1920’ler, dergilerde fotoğraf ve görsel malzemenin ilk kez kullanılmaya başlandığı dönemlerdi. 1925’te, efsanevi marka Leica’nın her yere taşınabilen pratik fotoğraf makinesinin sahneye çıkması, Almanya’nın basın fotoğrafçılığının kilit noktalarından biri hâline gelmesine yol açtı. Endre de, Budapeşte’de başladığı fotoğrafçılığa, Berlin’de giderek daha fazla kapılmaya başladı.

1933’te, Almanya’daki Nazizm furyasına daha fazla katlanamayarak Paris’e gitti.

Paris’te, kendisi gibi Orta Avrupalı bir Yahudi olan Gerda Taro’ya âşık oldu; “Robert Capa” bu ilişkiden doğdu.

Beraberce, “ünlü Amerikalı fotoğrafçı Robert Capa” kişiliğini yarattılar ve Endre’nin resimlerini, bu isimle normalde satılacağından daha yüksek rayiçle pazarlamaya başladılar. “Cápa”, yani Macarca “köpekbalığı”, Endre’nin okuldaki takma adıydı.

İspanya İç Savaşı, Capa’nın yaşamında iz bırakan diğer bir dönüm noktası oldu.

1936’da bu savaşta, vurulmuş bir askerin yere düşüşünü temsil eden resim çekildi. Bu fotoğrafta, vurulduğu an kolları çarmıha gerilmiş gibi açılan, elindeki tüfek savrulan askerin, kimliği, savaşın hangi tarafında olduğu; en önemlisi de fotoğrafın mizansen olup olmadığı hâlâ konuşuluyor, araştırılıyor. Savaşta birçok fotoğrafı Capa ile beraber çeken, kendi resimlerine de Capa’nın imzasını atan Taro’nun bu kareyi asıl çeken olduğu veya Capa’nın resmin mizansenini yaratırken, askerin gerçekten vurulduğu da iddialar arasında...

İspanya’daki diğer dönüm noktası, Taro’nun 1937’de savaşta öldürülmesiydi. Capa, savaş koşullarına tezat, naif görünüşlü, cephedeki lakabı La pequeña rubia (Küçük Sarışın) olan Taro için, “bizi ancak kazma-kürek,” yani mezar “ayırır” demişti; öyle de oldu.

Capa, İspanya’dan sonra Japonya-Çin, 2. Dünya Savaşı, İsrail-Filistin ve son olarak da, Hindiçin savaşlarını izledi. Kendisi de, gene savaş fotoğrafları çekerken 1954’te bir mayına basarak Vietnam’da öldü.

Budapeşte’de 100. yaşını kutlayan sergide, onun kendi yüzü, sadece serginin en sonunda gözüküyor.

Capa’nın ünlü Amerikalı yazar John Steinbeck ile Sovyetler Birliği’nin savaş sonrası değişimini anlatan haberleri gibi kupürler, 20. yüzyılın ilk yarısının daha dün gibi çekilmiş duran resimli tarihinden sonra, en son bu olayları yansıtan, bu yaşamı yaşayan gözleri görüyor insan.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar