Ayşe HÜR
Mustafa Kemal, başından beri Musul'un Misak-ı Milli sınırları içinde olmadığının farkındaydı. Ancak Kürtleri Milli Mücadele'ye katılmaya razı etmek için Musul'u kurtarma hedefini canlı tutmak gerektiğini biliyordu. Sonunda İngilizler'le 500 bin Pound'a anlaşıldı.
Ne zaman Ortadoğu’da karışıklık çıksa, Türkiye’de birileri fırsattan istifade ederek Misak-ı Milli sınırları içinde olduğu halde, uluslararası komplolarla yitirildiğine inanılan Musul’u geri almak için harekete geçmekten söz eder. Bu günlerde de benzer bir hava var. Peki, bundan 88 yıl önce ne oldu da Musul Türkiye sınırları dışında kaldı? Musul’dan petrol alacağımız kaldı mı? Musul’u geri almak mümkün mü?
Kasım 1922-Nisan 1923 arasında devam eden Lozan Barış Görüşmeleri sırasında en büyük tartışmalar Musul konusunda yaşanmıştı. Musul, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında Osmanlı ordularının elindeydi. Ancak bu durum, Britanya’nın Kudüs ‘fatihi’ General Allenby’nin Musul’u almasını beklemeye tahammülü olmamasından dolayıydı. Yoksa Musul’un düşmesi çok yakındı. Nitekim Britanya hükümeti, ancak Mütarekenin 7. ve 16. maddelerinin daha sonraki bir askerî müdahaleye izin verdiğine kanaat getirdiğinde anlaşmayı imzalamıştı. 16. Madde’de “Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri’nin kumandanlarına teslim olunacaktır” denirken, 7. Madde, İtilaf Devletleri’ne güvenliklerini tehdit edecek durumda stratejik noktalarını işgal etme hakkı tanıyordu. Musul da Irak sınırları içinde olduğuna göre, herkes Musul’daki güçlerin de teslim olacağının farkındaydı. Dahası, Musul komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, Musul’un güneyindeki bir köyü basarak yüz kadar kişiyi öldürünce, 7. Madde’nin uygulanması için bahane aramaya gerek bile kalmamıştı. İngilizler 9 Kasım 1918’de Musul’u teslim alırken, Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın işgali 21 pare top atışıyla kutlamak gafletinde bulunduğunu da hatırlatalım.
Bu tarihçe yüzünden Türk tarafı Musul’un yeni devletin sınırları içinde olması gerektiğini ileri sürüyor, İtilaf Devletleri ise buna karşı çıkıyorlardı. Alt komisyonlarda Türk temsilcisi İsmet Bey ile Britanya temsilcisi Lord Curzon günler, aylar boyu birbirine taban tabana zıt görüşleri dile getirdiler. (Bu tartışmaları ve bunun TBMM’ye yansımalarını internet nüshasına ekledim.) Sonunda taraflar Musul hariç diğer konularda anlaştılar ve 24 Temmuz 1923 tarihinde anlaşma imzalandı.
1924 Haliç Konferansı
Lozan Barış Antlaşması’nın 3. Maddesi’ne göre eğer Türkiye ile İngiltere, dokuz ay içinde Musul konusunda bir anlaşmaya varmazlarsa sorun Milletler Cemiyeti´nde çözülecekti. Türk-İngiliz görüşmeleri, 19 Mayıs 1924´te, İstanbul´da, Kasımpaşa’daki eski Bahriye Nezareti (bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) binasında başladı. Tarihe Haliç Konferansı olarak geçen görüşmelerde Türk Heyeti’ne TBMM Başkanı ve İstanbul Milletvekili Fethi Bey, İngiliz Heyeti’ne ise Britanya’nın Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox başkanlık ediyordu. O günlerde, İngiltere’de iktidarı (ilk kez) devralan İşçi Partisi Hükümeti’nin, daha önceki yönetimin Musul politikalarını haklı bulmaması, hele Musul’un Mondros Mütarekesi’nden sonra ‘fethedilerek’ alınmasını çok yakışıksız bulması, Türkiye’nin lehine bir atmosfer yaratmıştı. Ama Britanya’nın İstanbul’daki temsilcisi Lindsay’e göre Türkiye’de “Musul konusunda ne bilgili, ne de konuyla ilgili insan” vardı. Dolayısıyla Türk kamuoyunun baskısından çekinmeye gerek yoktu!
Bu atmosferde başlanan toplantının ilk oturumunda, Ali Fethi Bey, Musul halkının üçte ikisinin Türk ve Kürtlerden oluştuğunu, etnik nedenlerle bu bölgenin Türk sınırları içinde kalması gerektiğini, daha önceki hiçbir antlaşmanın Musul´u Irak’ın içinde saymadığını belirterek söze girdi. Dikkati çeken husus, konuşmada Misak-ı Milli’den tek satır bile söz edilmemesi idi. İsmet Paşa’nın Musul’da status quo’nun çiğnendiğine dair protesto notasına yer bile vermeyen basın, İngiltere’ye karşı son derece olumlu dil kullanırken, İtalyanların Sicilya ve Rodos’a yığınak yaptığını aktararak aba altından sopa gösteren İngilizlerin ekmeğine yağ sürüyordu. İngiliz istihbaratına göre bütün bunlar, Mustafa Kemal’in bilgisi dahilindeydi ve Türklerin İngiltere ile iyi geçinmek uğruna Musul’dan vazgeçmeye hazır olduğunun işaretiydi. Ancak, bu raporlardan cesaret alan İngiliz temsilcilerinin, ‘kimsenin malı olmayan topraklar’ (no man’s land) diye niteledikleri Hakkâri Vilâyeti’ne bağlı Beytüşşebab, Çölemerik ve Revanduz kasabalarını da talep etmesi, Türk tarafının moralini iyice bozdu ve konferans 5 Haziran 1924 günü tatil edildi. Konu Britanya tarafından Milletler Cemiyeti’ne havale edildi. 10 Eylül 1924’te Cenevre’ye giden Ali Fethi Bey, bir Belçika gazetesine verdiği demeçte “hakça bir karar verileceğine güveninin tam olduğunu” belirtecek kadar aymazlık içindeydi.
Otelde çizilen sınırlar O günlerde Milletler Cemiyeti Konseyi’nin dört sürekli üyesi, Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan Britanya, Fransa, İtalya ve Japonya’ydı. Geçici üyeler ise Brezilya, Çekoslovakya, İspanya, İsveç, Belçika ve Uruguay gibi görece zayıf ülkelerdi. Fethi Bey, 24 Eylül 1924 günkü genel toplantıda Musul’un kaderinin tayini için en kestirme yolun halkoyuna başvurmak olduğunu belirtip, İngiliz delegesi de buna itiraz edince, Irak üzerindeki İngiliz mandası kabul edildi. Sınır tartışmalarını önlemek için ‘Brüksel Hattı’ diye anılan geçici bir sınır konmuştu. Hat, iddialara göre, Brüksel’de bir otel odasında İngilizlerce oluşturulmuştu. Ancak, her iki tarafın da ‘geçici’ olan bu sınırı kabul etmesiyle, kontrol fiilen İngilizlerin eline geçti.
Konuyu incelemek ve bir rapor yazmak için İsveçli eski diplomat Aff Wirsén’un başkanlığında kurulan üç kişilik komisyonun Türkiye’nin askeri temsilcisi Cevad (Çobanlı) Paşa’nın eşliğinde Musul’da yaptığı inceleme gezisi, mevsimin kış olması, Cevad Paşa’nın basiretsizlikleri (örneğin Türklerin ağırlıkta olduğu Altınköprü’de 10 tane Türk tanık bulma işi becerilememişti) ve İngilizlerin entrikacılığı gibi nedenlerle güvenli bilgi derlenmesine olanak sağlamamıştı. Yine de komisyon, bölgenin nüfus yapısına bakılırsa bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının gerektiğini söylemekle birlikte, bunu ekonomik ve coğrafi nedenlerle tavsiye etmedi. 13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said İsyanı, Türklerin Kürtlerin temsilcisi oldukları yönündeki tezlerine ciddi bir darbe vurdu. Komisyon Musul’un Irak’a bağlanmasına karar verdi. Bunun için sadece iki şartı vardı: Musul bölgesinin 25 yıl süreyle Milletler Cemiyeti mandası altında kalması ve bu süre içinde Kürtlere iyi davranılması, mahkeme ve okullarda Kürt yöneticilerin atanması ve Kürtçenin resmi dil kabul edilmesiydi.
İmtiyaz karşılığı vazgeçme
Şeyh Said İsyanı’nı bastırmak için bölgeye 30 bin asker sevk edilmesi ve Osmanlı Bankası’ndan yüklüce para çekerek bunu ordunun donanımında kullanması Türkiye’nin kararı tanımayarak Musul’u işgal edeceği endişesini yaratmıştı ancak şaşırtıcı biçimde Türkiye karara itiraz etmekle yetindi. İngiltere’nin konuyu Milletler Cemiyeti’ne götürme teklifini İsmet Paşa, Cemiyet’te Türkiye’ye bir sandalye verilmesi karşılığında onaylayabileceği imasında bulundu. Daha da ilginci Türkiye’nin konu ile ilgili temsilcilerinden Zekai Bey İngiltere’ye Musul’dan çekilmesi ve Osmanlı borçlarına ilişkin tahvilleri elinde bulunduranları desteklememesi karşılığında Türkiye topraklarında petrol çıkarma, liman ve demiryolu yapma ve Türkiye’ye 15 milyon Poundluk borç verme imtiyazı (!) teklif etti. Bu durum, Türk tarafının bazı çıkarlar karşılığı Musul’dan vazgeçmeye hazır olduğu kanısını iyice güçlendirmişti. Türk tarafının tezlerini kabul ettirememesi üzerine Cenevre’deki temsilcilerini geri çekmesi karşı tarafın işini daha da kolaylaştırdı.
Komisyonlar, incelemeler, divan kararları ile geçen sekiz aydan sonra Milletler Cemiyeti Meclisi, 16 Aralık 1925’te Wirsén Komisyonu’nun önerilerini onaylayan bir karar aldı. Karardan birkaç gün önce, İngiliz istihbarat servisleri, Meclis’te konu hakkında konuşan İsmet İnönü’nün yumuşak tavrına ve Mustafa Kemal’in Musul’dan ziyade, modernleştirme projelerine önem verdiğine dair raporlarını merkeze geçmişti bile. Nitekim Milletler Cemiyeti’ne Türk hükümetinin ve basının tepkisi son derece yumuşak oldu. Gösterilen tek manidar tepki, ertesi gün Sovyet Rusya ile bir dostluk anlaşması imzalamaktı.
Uzun vadeli hedefler
Sonuç İngiltere’nin öngördüğü şekilde olmuştu. Çünkü İngiltere Başbakanı Chamberlain’e göre de facto bir otokrat olan Mustafa Kemal gerilimin tırmandırılmasına bir süre göz yumduktan, hatta sürece kişisel katkıda bulunduktan sonra, son aşamada tehlikeli bir oyunu istediği noktada durdurarak, seçimini barıştan yana kullanacaktı! İngiltere de bu oyunda kendisine düşen rolü oynadı ve Ortadoğu’daki uzun vadeli çıkarlarını düşünerek Türkiye’nin kırılan onurunu onarmak için bir plan yaptı. Çünkü Britanya için Musul’un Irak’a bağlanması ne kadar önemliyse, Türkiye’nin Batı ittifakı içinde tutulması da o kadar önemliydi.
Türkiye’ye, Musul tazminatı Irak petrollerinin lisans hakkı (royalty) gelirlerinden ömür boyu yüzde 10 pay vermeye karar verilecekti. Hükümet, Lindsay’e gerekirse bu hisseyi yüzde 15’e çıkarma yetkisi de vermişti. Hatta eğer Türkiye bu geliri 25 yıl gibi sınırlı bir süre almakla yetinirse, payın yüzde 25’e çıkarılmasına bile razı olacaklardı. Ancak bu pay yatırımların tamamlandığı yıldan itibaren verilecekti. Türk tarafı İngilizlerin fikrini memnuniyet verici buldu ama daha toplantının başlarında payını hemen nakde çevirmek istediğini bildirdi. İngiltere buna olumlu baktı ama Türkiye’nin para karşılığında Musul’dan vazgeçtiği izleniminin doğmaması için anlaşmanın Türkiye’nin lisans gelirlerine katılacağı şeklinde düzenlenmesine ve anlaşmanın sonuna “Türk tarafı isterse payını paraya çevirir” hükmü konmasına karar verildi. Ödenecek payların karşılığı ise 500 bin Pound olarak tespit edildi. Türkiye önce bu payı çok az buldu. Londra’ya durumu rapor eden Lindsay’e hükümet, payı 1 milyon Poun’da kadar çıkarma yetkisi verdi. Ancak Lindsay, son kez şansını deneyerek, Türkiye’ye 500 bin nakdi ödeme ile 25 yıl süre ile royalty gelirlerinden yüzde 10 pay alma arasında bir seçim yapmasını söyledi. Ertesi gün, İngiliz tarafını şaşkınlığa düşüren bir şey oldu: Türk hükümeti Musul’dan, 25 yıl süre ile yüzde 10 pay karşılığı vazgeçmeye hazır olduğunu açıkladı. Sadece söz konusu payını bir yıl içinde 500 bin pounda çevirme hakkını saklı tutmak istiyordu!
Tahmin edileceği gibi İngilizlerin ağzı kulaklarına varmıştı. Çünkü başlangıçta vermeyi düşündüklerinin çok altında bir fiyata işi bağlamışlardı! Düzeltilmiş anlaşma, 6 Haziran 1926 günü TBMM’de sadece iki ret ve bir çekimser oya karşılık 143 oyla kabul edildi. Anlaşılacağı üzere, o gün 283 üyenin büyük bir kısmı Meclis’e gelmemişti. Gelselerdi durumun değişeceği şüpheliydi ama gerek halkın, gerekse basının anlaşmaya hiç tepki vermemesi, İngiliz istihbaratçılarının daha önceki tespitleriyle uyum içindeydi. Hakikaten de o günlerde Musul kimsenin umurunda değildi. Zaten gündem de, çok değil bir hafta sonra, İzmir’de Mustafa Kemal’e bir suikast teşebbüsünün ortaya çıkarılmasıyla radikal biçimde değişecekti.
Bunlar ne anlama geliyor?
Mustafa Kemal, başından beri Musul’un Misak-ı Milli sınırları içinde olmadığının farkındaydı. Ancak Kürtleri Milli Mücadele’ye katılmaya razı etmek için Musul’u kurtarma hedefini canlı tutmak gerektiğini biliyordu. Kürtlerle ilişkiler 1921’den itibaren bozulmaya başlayınca, İngilizlerden Kürtlere kültürel özerklik dışında bir hak vermeyecekleri garantisini alınca, büyük Kürt nüfusu ile ileride Türk ulus-devletine sorun çıkarması muhtemel Musul’u dışarıda bırakıvermişti! Üstelik bunu öyle ustaca yaptı ki, bu sancılı yıllar boyunca Meclis’teki muhalifler tasfiye edilirken, kamuoyu Musul için siyasi ve diplomatik her şeyin yapıldığına inandırıldı. Haziran ayında İzmir’de kendisine bir suikast yapılacağı yolunda yeterli istihbarata sahip olduğu halde ısrarla şehre gitmesi bile Musul meselesi ile ilgili olabilirdi. Mustafa Kemal’in tek yanlış hesabı, İngilizlerin Türkiye’yi Batı ittifakına kazanmak için daha fazla ödemeyi göze aldıklarını fark edememesiydi.

Yazarlar
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016