Ayşe HÜR
Mustafa Kemal, başından beri Musul'un Misak-ı Milli sınırları içinde olmadığının farkındaydı. Ancak Kürtleri Milli Mücadele'ye katılmaya razı etmek için Musul'u kurtarma hedefini canlı tutmak gerektiğini biliyordu. Sonunda İngilizler'le 500 bin Pound'a anlaşıldı.
Ne zaman Ortadoğu’da karışıklık çıksa, Türkiye’de birileri fırsattan istifade ederek Misak-ı Milli sınırları içinde olduğu halde, uluslararası komplolarla yitirildiğine inanılan Musul’u geri almak için harekete geçmekten söz eder. Bu günlerde de benzer bir hava var. Peki, bundan 88 yıl önce ne oldu da Musul Türkiye sınırları dışında kaldı? Musul’dan petrol alacağımız kaldı mı? Musul’u geri almak mümkün mü?
Kasım 1922-Nisan 1923 arasında devam eden Lozan Barış Görüşmeleri sırasında en büyük tartışmalar Musul konusunda yaşanmıştı. Musul, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında Osmanlı ordularının elindeydi. Ancak bu durum, Britanya’nın Kudüs ‘fatihi’ General Allenby’nin Musul’u almasını beklemeye tahammülü olmamasından dolayıydı. Yoksa Musul’un düşmesi çok yakındı. Nitekim Britanya hükümeti, ancak Mütarekenin 7. ve 16. maddelerinin daha sonraki bir askerî müdahaleye izin verdiğine kanaat getirdiğinde anlaşmayı imzalamıştı. 16. Madde’de “Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri’nin kumandanlarına teslim olunacaktır” denirken, 7. Madde, İtilaf Devletleri’ne güvenliklerini tehdit edecek durumda stratejik noktalarını işgal etme hakkı tanıyordu. Musul da Irak sınırları içinde olduğuna göre, herkes Musul’daki güçlerin de teslim olacağının farkındaydı. Dahası, Musul komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, Musul’un güneyindeki bir köyü basarak yüz kadar kişiyi öldürünce, 7. Madde’nin uygulanması için bahane aramaya gerek bile kalmamıştı. İngilizler 9 Kasım 1918’de Musul’u teslim alırken, Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın işgali 21 pare top atışıyla kutlamak gafletinde bulunduğunu da hatırlatalım.
Bu tarihçe yüzünden Türk tarafı Musul’un yeni devletin sınırları içinde olması gerektiğini ileri sürüyor, İtilaf Devletleri ise buna karşı çıkıyorlardı. Alt komisyonlarda Türk temsilcisi İsmet Bey ile Britanya temsilcisi Lord Curzon günler, aylar boyu birbirine taban tabana zıt görüşleri dile getirdiler. (Bu tartışmaları ve bunun TBMM’ye yansımalarını internet nüshasına ekledim.) Sonunda taraflar Musul hariç diğer konularda anlaştılar ve 24 Temmuz 1923 tarihinde anlaşma imzalandı.
1924 Haliç Konferansı
Lozan Barış Antlaşması’nın 3. Maddesi’ne göre eğer Türkiye ile İngiltere, dokuz ay içinde Musul konusunda bir anlaşmaya varmazlarsa sorun Milletler Cemiyeti´nde çözülecekti. Türk-İngiliz görüşmeleri, 19 Mayıs 1924´te, İstanbul´da, Kasımpaşa’daki eski Bahriye Nezareti (bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) binasında başladı. Tarihe Haliç Konferansı olarak geçen görüşmelerde Türk Heyeti’ne TBMM Başkanı ve İstanbul Milletvekili Fethi Bey, İngiliz Heyeti’ne ise Britanya’nın Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox başkanlık ediyordu. O günlerde, İngiltere’de iktidarı (ilk kez) devralan İşçi Partisi Hükümeti’nin, daha önceki yönetimin Musul politikalarını haklı bulmaması, hele Musul’un Mondros Mütarekesi’nden sonra ‘fethedilerek’ alınmasını çok yakışıksız bulması, Türkiye’nin lehine bir atmosfer yaratmıştı. Ama Britanya’nın İstanbul’daki temsilcisi Lindsay’e göre Türkiye’de “Musul konusunda ne bilgili, ne de konuyla ilgili insan” vardı. Dolayısıyla Türk kamuoyunun baskısından çekinmeye gerek yoktu!
Bu atmosferde başlanan toplantının ilk oturumunda, Ali Fethi Bey, Musul halkının üçte ikisinin Türk ve Kürtlerden oluştuğunu, etnik nedenlerle bu bölgenin Türk sınırları içinde kalması gerektiğini, daha önceki hiçbir antlaşmanın Musul´u Irak’ın içinde saymadığını belirterek söze girdi. Dikkati çeken husus, konuşmada Misak-ı Milli’den tek satır bile söz edilmemesi idi. İsmet Paşa’nın Musul’da status quo’nun çiğnendiğine dair protesto notasına yer bile vermeyen basın, İngiltere’ye karşı son derece olumlu dil kullanırken, İtalyanların Sicilya ve Rodos’a yığınak yaptığını aktararak aba altından sopa gösteren İngilizlerin ekmeğine yağ sürüyordu. İngiliz istihbaratına göre bütün bunlar, Mustafa Kemal’in bilgisi dahilindeydi ve Türklerin İngiltere ile iyi geçinmek uğruna Musul’dan vazgeçmeye hazır olduğunun işaretiydi. Ancak, bu raporlardan cesaret alan İngiliz temsilcilerinin, ‘kimsenin malı olmayan topraklar’ (no man’s land) diye niteledikleri Hakkâri Vilâyeti’ne bağlı Beytüşşebab, Çölemerik ve Revanduz kasabalarını da talep etmesi, Türk tarafının moralini iyice bozdu ve konferans 5 Haziran 1924 günü tatil edildi. Konu Britanya tarafından Milletler Cemiyeti’ne havale edildi. 10 Eylül 1924’te Cenevre’ye giden Ali Fethi Bey, bir Belçika gazetesine verdiği demeçte “hakça bir karar verileceğine güveninin tam olduğunu” belirtecek kadar aymazlık içindeydi.
Otelde çizilen sınırlar O günlerde Milletler Cemiyeti Konseyi’nin dört sürekli üyesi, Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan Britanya, Fransa, İtalya ve Japonya’ydı. Geçici üyeler ise Brezilya, Çekoslovakya, İspanya, İsveç, Belçika ve Uruguay gibi görece zayıf ülkelerdi. Fethi Bey, 24 Eylül 1924 günkü genel toplantıda Musul’un kaderinin tayini için en kestirme yolun halkoyuna başvurmak olduğunu belirtip, İngiliz delegesi de buna itiraz edince, Irak üzerindeki İngiliz mandası kabul edildi. Sınır tartışmalarını önlemek için ‘Brüksel Hattı’ diye anılan geçici bir sınır konmuştu. Hat, iddialara göre, Brüksel’de bir otel odasında İngilizlerce oluşturulmuştu. Ancak, her iki tarafın da ‘geçici’ olan bu sınırı kabul etmesiyle, kontrol fiilen İngilizlerin eline geçti.
Konuyu incelemek ve bir rapor yazmak için İsveçli eski diplomat Aff Wirsén’un başkanlığında kurulan üç kişilik komisyonun Türkiye’nin askeri temsilcisi Cevad (Çobanlı) Paşa’nın eşliğinde Musul’da yaptığı inceleme gezisi, mevsimin kış olması, Cevad Paşa’nın basiretsizlikleri (örneğin Türklerin ağırlıkta olduğu Altınköprü’de 10 tane Türk tanık bulma işi becerilememişti) ve İngilizlerin entrikacılığı gibi nedenlerle güvenli bilgi derlenmesine olanak sağlamamıştı. Yine de komisyon, bölgenin nüfus yapısına bakılırsa bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının gerektiğini söylemekle birlikte, bunu ekonomik ve coğrafi nedenlerle tavsiye etmedi. 13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said İsyanı, Türklerin Kürtlerin temsilcisi oldukları yönündeki tezlerine ciddi bir darbe vurdu. Komisyon Musul’un Irak’a bağlanmasına karar verdi. Bunun için sadece iki şartı vardı: Musul bölgesinin 25 yıl süreyle Milletler Cemiyeti mandası altında kalması ve bu süre içinde Kürtlere iyi davranılması, mahkeme ve okullarda Kürt yöneticilerin atanması ve Kürtçenin resmi dil kabul edilmesiydi.
İmtiyaz karşılığı vazgeçme
Şeyh Said İsyanı’nı bastırmak için bölgeye 30 bin asker sevk edilmesi ve Osmanlı Bankası’ndan yüklüce para çekerek bunu ordunun donanımında kullanması Türkiye’nin kararı tanımayarak Musul’u işgal edeceği endişesini yaratmıştı ancak şaşırtıcı biçimde Türkiye karara itiraz etmekle yetindi. İngiltere’nin konuyu Milletler Cemiyeti’ne götürme teklifini İsmet Paşa, Cemiyet’te Türkiye’ye bir sandalye verilmesi karşılığında onaylayabileceği imasında bulundu. Daha da ilginci Türkiye’nin konu ile ilgili temsilcilerinden Zekai Bey İngiltere’ye Musul’dan çekilmesi ve Osmanlı borçlarına ilişkin tahvilleri elinde bulunduranları desteklememesi karşılığında Türkiye topraklarında petrol çıkarma, liman ve demiryolu yapma ve Türkiye’ye 15 milyon Poundluk borç verme imtiyazı (!) teklif etti. Bu durum, Türk tarafının bazı çıkarlar karşılığı Musul’dan vazgeçmeye hazır olduğu kanısını iyice güçlendirmişti. Türk tarafının tezlerini kabul ettirememesi üzerine Cenevre’deki temsilcilerini geri çekmesi karşı tarafın işini daha da kolaylaştırdı.
Komisyonlar, incelemeler, divan kararları ile geçen sekiz aydan sonra Milletler Cemiyeti Meclisi, 16 Aralık 1925’te Wirsén Komisyonu’nun önerilerini onaylayan bir karar aldı. Karardan birkaç gün önce, İngiliz istihbarat servisleri, Meclis’te konu hakkında konuşan İsmet İnönü’nün yumuşak tavrına ve Mustafa Kemal’in Musul’dan ziyade, modernleştirme projelerine önem verdiğine dair raporlarını merkeze geçmişti bile. Nitekim Milletler Cemiyeti’ne Türk hükümetinin ve basının tepkisi son derece yumuşak oldu. Gösterilen tek manidar tepki, ertesi gün Sovyet Rusya ile bir dostluk anlaşması imzalamaktı.
Uzun vadeli hedefler
Sonuç İngiltere’nin öngördüğü şekilde olmuştu. Çünkü İngiltere Başbakanı Chamberlain’e göre de facto bir otokrat olan Mustafa Kemal gerilimin tırmandırılmasına bir süre göz yumduktan, hatta sürece kişisel katkıda bulunduktan sonra, son aşamada tehlikeli bir oyunu istediği noktada durdurarak, seçimini barıştan yana kullanacaktı! İngiltere de bu oyunda kendisine düşen rolü oynadı ve Ortadoğu’daki uzun vadeli çıkarlarını düşünerek Türkiye’nin kırılan onurunu onarmak için bir plan yaptı. Çünkü Britanya için Musul’un Irak’a bağlanması ne kadar önemliyse, Türkiye’nin Batı ittifakı içinde tutulması da o kadar önemliydi.
Türkiye’ye, Musul tazminatı Irak petrollerinin lisans hakkı (royalty) gelirlerinden ömür boyu yüzde 10 pay vermeye karar verilecekti. Hükümet, Lindsay’e gerekirse bu hisseyi yüzde 15’e çıkarma yetkisi de vermişti. Hatta eğer Türkiye bu geliri 25 yıl gibi sınırlı bir süre almakla yetinirse, payın yüzde 25’e çıkarılmasına bile razı olacaklardı. Ancak bu pay yatırımların tamamlandığı yıldan itibaren verilecekti. Türk tarafı İngilizlerin fikrini memnuniyet verici buldu ama daha toplantının başlarında payını hemen nakde çevirmek istediğini bildirdi. İngiltere buna olumlu baktı ama Türkiye’nin para karşılığında Musul’dan vazgeçtiği izleniminin doğmaması için anlaşmanın Türkiye’nin lisans gelirlerine katılacağı şeklinde düzenlenmesine ve anlaşmanın sonuna “Türk tarafı isterse payını paraya çevirir” hükmü konmasına karar verildi. Ödenecek payların karşılığı ise 500 bin Pound olarak tespit edildi. Türkiye önce bu payı çok az buldu. Londra’ya durumu rapor eden Lindsay’e hükümet, payı 1 milyon Poun’da kadar çıkarma yetkisi verdi. Ancak Lindsay, son kez şansını deneyerek, Türkiye’ye 500 bin nakdi ödeme ile 25 yıl süre ile royalty gelirlerinden yüzde 10 pay alma arasında bir seçim yapmasını söyledi. Ertesi gün, İngiliz tarafını şaşkınlığa düşüren bir şey oldu: Türk hükümeti Musul’dan, 25 yıl süre ile yüzde 10 pay karşılığı vazgeçmeye hazır olduğunu açıkladı. Sadece söz konusu payını bir yıl içinde 500 bin pounda çevirme hakkını saklı tutmak istiyordu!
Tahmin edileceği gibi İngilizlerin ağzı kulaklarına varmıştı. Çünkü başlangıçta vermeyi düşündüklerinin çok altında bir fiyata işi bağlamışlardı! Düzeltilmiş anlaşma, 6 Haziran 1926 günü TBMM’de sadece iki ret ve bir çekimser oya karşılık 143 oyla kabul edildi. Anlaşılacağı üzere, o gün 283 üyenin büyük bir kısmı Meclis’e gelmemişti. Gelselerdi durumun değişeceği şüpheliydi ama gerek halkın, gerekse basının anlaşmaya hiç tepki vermemesi, İngiliz istihbaratçılarının daha önceki tespitleriyle uyum içindeydi. Hakikaten de o günlerde Musul kimsenin umurunda değildi. Zaten gündem de, çok değil bir hafta sonra, İzmir’de Mustafa Kemal’e bir suikast teşebbüsünün ortaya çıkarılmasıyla radikal biçimde değişecekti.
Bunlar ne anlama geliyor?
Mustafa Kemal, başından beri Musul’un Misak-ı Milli sınırları içinde olmadığının farkındaydı. Ancak Kürtleri Milli Mücadele’ye katılmaya razı etmek için Musul’u kurtarma hedefini canlı tutmak gerektiğini biliyordu. Kürtlerle ilişkiler 1921’den itibaren bozulmaya başlayınca, İngilizlerden Kürtlere kültürel özerklik dışında bir hak vermeyecekleri garantisini alınca, büyük Kürt nüfusu ile ileride Türk ulus-devletine sorun çıkarması muhtemel Musul’u dışarıda bırakıvermişti! Üstelik bunu öyle ustaca yaptı ki, bu sancılı yıllar boyunca Meclis’teki muhalifler tasfiye edilirken, kamuoyu Musul için siyasi ve diplomatik her şeyin yapıldığına inandırıldı. Haziran ayında İzmir’de kendisine bir suikast yapılacağı yolunda yeterli istihbarata sahip olduğu halde ısrarla şehre gitmesi bile Musul meselesi ile ilgili olabilirdi. Mustafa Kemal’in tek yanlış hesabı, İngilizlerin Türkiye’yi Batı ittifakına kazanmak için daha fazla ödemeyi göze aldıklarını fark edememesiydi.

Yazarlar
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilNeden gelişmiş bir ülke değiliz? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDört Tarz-ı Siyaset 31.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon kuruluyor sorular çoğalıyor 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSüveyde’den sonra: Eski çamlar bardak olurken… 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"İMRALI ADASI’NI BARIŞ ADASI YAPACAĞIZ"... 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUYKU “ÖLÜMÜN OYUNBOZAN” KARDEŞİ. 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkan‘III. Dünya Savaşı ihtimali 50/50’ 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünya değişiyor, Suriye’nin Türkiye politikası da mı değişiyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHüseyin için matem, Gazze için ağıt 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Boraİhtiyatlı İyimserlik 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayReel sosyalizm neden çöktü? 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımının toplumsal meşruiyeti nasıl artar? 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanPKK silahları yaktı acaba şehre de demokrasi gelir mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANMuhalefetsiz muhalefet; medyasız medya!... 7.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016