Ayşe HÜR
Ortadoğu tarihini 1916'dan başlatmak (veya tarihi 1916'da dondurmak), Ortadoğu'yu Batılıların kuklası gibi tarif etmek, Ortadoğu'daki tüm çatışmaların etnik, dinsel, dilsel, aşiretsel gruplar arasında olduğunu iddia etmek tipik şarkiyatçı yaklaşımlardır
Son aylarda sık sık Ortadoğu’nun içinde bulunduğu durumun bölgedeki devletlerin sınırlarını otel odalarında, cetvelle çizen Büyük Devletler'in ve onların temsilcilerinin hazırladığı 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması’nın sonucu olduğuna, ancak bu anlaşmanın tarihin çöp sepetine atılmasının an meselesi olduğuna dair yazılar okuyoruz. Bu hafta bu tezlerin izini sürmeye karar verdim.
Çok geriye gitmeye gerek yok, Britanya ve Fransa’nın genel olarak dünyanın çeşitli bölgelerindeki, özel olarak da Süveyş Kanalı yüzünden Mısır’daki çıkarlarını korumak için 1902 yılında bir dostluk andlaşması imzaladığı biliniyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1912-1913 Balkan Savaşları’nda içine düştüğü durumun verdiği cesaretle, bu ikili 1912’de Osmanlı topraklarını kendi nüfuz alanları arasında bölen gizli bir anlaşma yapmışlardı. 1915’de, İngiltere ve Fransa’nın yanına Rusya’nın da katılmasıyla dağılmasına muhakkak gözüyle bakılan Osmanlı topraklarının ‘emin ellerde’ olması için bir kez daha paylaşılmıştı. Britanya bununla da yetinmeyerek Hindistan yolunu güvence altına almak amacıyla Mekke Şerifi Hüseyin ile Osmanlı İmparatorluğu’na karşı girişeceği bir ayaklanmaya destek vaadeden özel bir anlaşma yaptı. Şerif Hüseyin’in bilmediği ise, İngilizlerin Arabistan yarımadasını Şerif’in muarızlarından Vahabi lider İbn-i Suud’a vaadettiğiydi. Britanya’nın kendisinden habersiz attığı bu adımlardan rahatsızlık duyan Fransa’nın baskısıyla 1916 yılında bölge yeniden paylaşıldı.
GİZLİ ANLAŞMA NASIL İFŞA OLDU?
Adını görüşmeleri yürüten İngiliz Sir Mark Sykes ile Fransız Albay George Picot’dan alan gizli Sykes-Picot Anlaşması 1917’de Rusya’da iktidarı ele geçiren yeni Sovyet Hükümeti, Çarlık tarafından yapılmış tüm gizli anlaşmaları kamuya açıklamasaydı belki de hiçbir zaman bilinmeyecekti.
İfşa olunduğu tarihten beri 20. yüzyılın en ünlü anlaşması olmayı başaran metni hazırlayan ikisi adam da aristokrat sınıftan ve eğitimden geliyordu. İkisi de Ortadoğu halkları için en iyisini Avrupalı emperyal güçlerin bileceğine inanıyordu. İkisi de Ortadoğu ülkeleri hakkında derin bilgilere sahipti. (Sir Sykes Kürdistan’da saha çalışmaları bile yapmıştı. 1908’de yayımladığı makalesini şu adresten okuyabilirsiniz: Tıklayın)
(Sir Mark Sykes, Kürt Milli Aşireti Reisi İbrahim Paşa’yla, 1915. Kaynak: The Foundation of Kurdish Library&Museum, www.saradistribution.com )
SYKES-PİCOT ANLAŞMASI’NIN KONUSU NEYDİ?
Ama söz konusu anlaşmayı hazırlarken bu bilgilerini kullandıkları çoğu kişi için gayet şüpheliydi, çünkü bu çevrelere göre Ortadoğu’da yaşanan sorunların tohumları bu anlaşma ile atılmıştı.
Gerçekten böyle midir? Öncelikle bir gazete sayfasında ele alınması son derece güç bir konuyu özetlemin zorluklarını hatırlatmak istiyorum. Ayrıca 1) Dünyanın diğer bölgelerinde sınırları sömürgeci güçler tarafından oluşturulmuş devletlere dair araştırma yapmadan, 2) Hem Ortadoğu’nun hem de 1. maddedeki ülkelerin sınırları yapay biçimde çizilmeden önceki tarihini bilmeden, 3) Sınırları büyük devletler tarafından çizilmemiş olan devletlere dair araştırma yapmadan, Sykes-Picot Anlaşması’nın Ortadoğu için ne ifade ettiği konusunda yargıya varmak doğru değil. Ama yine de bazı gerçekler var ki, karşılaştırma yapmadan da yorumlanabilir. Birinci gerçek şudur: Bugün pek çok kişinin sandığı gibi, Ortadoğu’daki devletlerin sınırları Sykes-Picot Anlaşması ile çizilmemiştir. Anlaşma ile yapılan, Ortadoğu’yu Fransızlar ve İngilizlerin doğrudan veya dolaylı kontrolünde olacak beş ‘etki alanı’na ayırmaktı. Bu etki alanlarını şu haritada görebilirsiniz:
(Sykes-Picot Anlaşması'yla belirlenen beş 'etki alanı'nı gösteren harita. Kaynak: www.bbc.com )
Hindistan Yolu’nu korumak açısından hayati öneme sahip olan Filistin’in Fransızlara bırakılması Britanya’nın hiç hoşuna gitmemişti ancak 1915’te Çanakkale’de uğranan hezimetten sonra Britanya müttefiklerine bağımlı hale gelmişti. (Ancak yine de Sir Sykes bu maddeden dolayı ülkesinde ‘günah keçisi’ ilan edildi.) Ayrıca Fransız ve İngiliz nüfuz bölgelerinde bir Arap devletleri konfederasyonu ya da Fransız ve İngiliz nüfuzu arasında bölünmüş tek bir Arap devleti kurulacaktı. Hayfa ve Akka İngilizlerin kontrolüne bırakılırken, İskenderun serbest liman olacaktı. Anlaşmanın esas itibarıyla Almanya ve Rusya'nın ilerde Hindistan Yolu’nun tehdit etmesini önlemek için hazırlandığı anlaşılmakta çünkü o yıllarda Arap Yarımadası'ndaki petrol varlığı bütün boyutları ile ortaya çıkmış değildi.
DEVLETLERİN SINIRLARI SAN REMO’DA ÇİZİLDİ
Sykes-Picot’ta ilk gedik, Britanya’nın 1917’de “Yahudilere Filistin’de bir yurt yaratmak” için (metinde bu terimler kullanılıyor) kaleme aldıkları Balfour Deklerasyonu ile oldu. (Bu konuyu şu yazımda ele almıştım: Okumak için tıklayın)
Peki, Ortadoğu’daki devletlerin sınırı 1916 Sykes-Picot ile çizilmediyse nerede çizildi derseniz, cevabım “Ocak 1919-Ocak 1920 arasındaki Paris Barış Konferansı’nda ama esas olarak 24-25 Nisan 1920’de İtalya’nın San Remo şehrinde toplanan konferans ve sonrasında hayatın içinde çizildi” olacaktır. Sınırlar çizilirken Osmanlı dönemindeki idari yapılanma (Trablusşam, Bağdat, Basra, Musul, Rakka, Lahsa eyaletleri) esas alınmış, ayrıca bazı tarihsel, demografik ve coğrafi kriterlere dayanılmıştı, ama deyim yerindeyse ‘evdeki hesaplar çarşıya uymadı’…
Tek tek devletler düzeyinde süreci biraz anlatmaya çalışayım. (Umarım okurken başınız dönmez, çünkü yazarken benim başım döndü.)
FİLİSTİN’LE TAKAS EDİLEN SURİYE
San Remo sürecinde Fransızlar Suriye’nin tamamını kontrol etmek için Musul ve Filistin’deki haklarından vazgeçmişlerdi. Ardından Suriye’yi işgal ettiler ve İngilizlerin Suriye’nin başına geçirdiği Faysal’ı ülkeden sürdüler. İki yıl sonra Milletler Cemiyeti’nin onayıyla Suriye’yi önce kuzeyde bir Alevi devleti, merkezde Sunni devleti, güneyde ise Dürzi devleti olarak üç parçaya bölmeye kalkıştılar. Homojenleşmenin kadim çatışmaları halledeceğini düşünüyorlardı. Ancak, her grup bir diğerine tahsis edilen toprakta hak iddia ettiği için bu üç devlet yaşama geçemedi. Buna karşılık 1926’da Katolik Kilise’ne bağlı olan ancak ayin biçimleri farklı bir mezhep olan Marunilerin özerk bir yönetim oluşturmasına izin verildi. Suriye’nin kalanı da 11.yüzyıldan beri bölgede varolan bir Batıni mezhebi olan Dürzilerin yaşadığı Dağlık (Cebel) Lübnan, Latakia, Şam ve İskenderun olarak beş yarı-özerk bölgeye ayrıldı. Ancak 1925 yılına gelindiğinde Aleviler, Dürziler, Bedeviler ardarda ayaklanmaya başlamışlardı. Öte yandan Iraklıların 1924 yılında kazandıkları anayasal haklara sahip olamamak Suriyeli aydınların kızgınlığı giderek artıyordu. 1925’te Fransızlar gerginlikleri yatıştırmak amacıyla Şam ve Halep vilayetleri birleştirdiler ancak aynı yıl patlak veren Dürzi ayaklanması Suriye’nin diğer bölgelerine sirayet etti. Ayaklanma ancak 1927’de bitti ancak Fransızlarla Suriyelilerin arası hergeçen gün biraz daha açılıyordu. Fransız yetkililer için milliyetçi taleplere boyun eğmekten başka çare kalmamıştı. Eylül 1936’da iki ülke arasında Suriye’nin bağımsızlığını onaylayan bir andlaşma imzalandı. Buna göre Alevi ve Dürzi bölgeleri yeni ülkeye dahil edilirken, Lübnan bölgesi dışarıda kalacaktı. Ancak söz konusu andlaşma Fransa hükümeti tarafından onaylanmadığı gibi Fransa öteden beri Suriye’ye karşı bir koz olarak kullandığı Hatay sorununda yüz seksen derece çark etti, 1938’de Hatay’ın bağımsız olmasına, bir yıl sonra da Türkiye’ye bağlanmasına razı olarak Suriyeli milliyetçilerden öcünü aldı. (Hatay Meselesi’ni şu yazımda anlatmıştım: Okumak içir tıklayın) Dolayısıyla (bağımsızlığını ancak 1946’da kazanan) Suriye’nin bugünkü sınırları ile Sykes-Picot sınırları arasında dağlar kadar fark oldu.
ÇOK ETNİKLİ, ÇOK DİNLİ LÜBNAN
San Remo Konferansı’nda Dürzilerin yerleşik olduğu dağlık bölgenin (Cebel Dürzi ya da Cebel Lübnan) yanısıra Şii nüfusun yoğun olduğu Bekaa Vadisi ve kıyı şeridi de dahil olmak üzere tüm bölge Suriye’ye bağlanmıştı. Milletler Cemiyeti 1923’de Lübnan’da Fransız Mandası’nı onayladı. Ancak yönetimde Marunilere tanınan ağırlık Dürzilerin tepkisine neden oldu. Dürzi isyanlarını sert biçimde bastıran Fransız yönetimi 1926’dan sonra daha dengeli bir politika izlemeye başladıysa da Arap milliyetçiliği bağımsızlık taleplerinden vazgeçmedi. Nihayet 1936 yılında Lübnan’a bağımsızlık veren bir antlaşma hazırlandı. Bu sırada Suriye’den koparılan Tripoli, Beyrut ve Sidon Lübnan’a dahil edildi. Ancak Fransız hükümetleri Lübnan’ın bağımsızlığını 1946’ya kadar onaylamayarak bölgenin huzura kavuşmasına engel olmayı başardı.
‘ÇÖLÜN KIZI’ GERTRUDE BELL’İN IRAK’I
Irak’ta durum daha da karmaşıktı. Rivayete göre Irak’ın sınırlarını Britanya Kralı VII. Edward’ın danışmanı, devlet adamları W. Churchill ve Lloyd George’un çalışma arkadaşı, ünlü casuslar T.E. Lawrence ve J. Philby’nin sırdaşı olan Gertrude Margaret Lowthian Bell çizmişti. Arkeoloji okuduğu Oxford’u şeref derecesiyle bitiren ilk kadın olarak üniversitenin tarihine geçen, iki kez dünya turu yaptıktan sonra önce İran’a, 1899’da Kudüs’e giden, burada Arapça öğrenen ve Kudüs civarındaki arkeolojik alanların haritalarını oluşturan Bell savaş yıllarını Kahire'de geçirdikten sonra Bağdat ve Basra taraflarında 'siyasi memur' olarak bulunmuştu. 1920'de artık tamamen İngiliz kontrolü altına girmiş olan Irak'taki İngiliz Yüksek Komisyonu'nun Ortadoğu Sekreteri idi. Araplar tarafından ‘Çölün Kızı’ diye adlandırılan Gertrude Bell, bölge hakkındaki engin bilgisi yüzünden Başbakan Churcill’in 1921’de Kahire’de topladığı konferansa davet edilen 40 kişi arasındaki tek kadındı ve güya Irak’ın sınırları Kahire’de çizilmişti.
(Arkeolog Gertrude Bell Ortadoğu’da, 1909)
Bundan emin olmamız zor ama bildiğimiz şu ki Irak’ın mevcut sınırı kademeli olarak çizildi. San Remo sürecinde Fransızların Suriye karşılığında vazgeçtiği Musul bölgesi (yani Kuzey Mezopotamya’nın doğusu) Sykes-Picot ile paylarına düşen Güney Mezopotamya’ya eklenmişti. Böylece ortaya Sykes-Picot’takinden çok daha büyük bir Irak çıkmıştı. İngilizler, Fransızlar tarafından Suriye’den sürüldükten sonra İngiltere’de kendisine bir taht bulunmasını bekleyen Faysal’ı Irak kralı yaptılar, yerli halktan bir ordu oluşturdular ve yeni bir işbirliği andlaşması imzaladılarsa da milliyetçi çevrelerin etkisiyle, Mart 1924’de seçilen yeni hükümet Irak’ın bağımsızlığını ilan etti ancak bu kağıt üzerinde kaldı. 1927’de İngilizlerle daha elverişli bir andlaşma imzalamaya çalışan milliyetçiler bir kez daha başarısız oldular. Ancak İngiltere’de iktidara geçen İşçi Partisi Irak’ın Milletler Cemiyeti’ne üyeliğini destekledi ve Irak’ın bağımsızlığı için görüşmeler başladı. Görüşmeler sonucu Basra’daki İngiliz üslerinin garanti altına alınması, ayrıca İngiliz birliklerinin ülke içinde serbestçe hareketlerine izin verilmesi karşılığında 1930 yılında yeni bir anlaşma imzalandı. 1932 yılında İngiliz Manda Yönetimi resmen sona erdi ve Irak hem Milletler Cemiyeti’nin hem de İngiliz Milletler Topluluğu'nun bir üyesi oldu.
OTEL ODASINDA ÇİZİLEN BRÜKSEL HATTI
Bunlar olurken Irak’ın kuzey yani Türkiye sınırı, bugün Ortadoğu’daki tüm sınırlar için kullanılan meşhur klişenin kaynağı olacak şekilde gerçekten otel odasında çizilmişti. Lozan’da Musul Meselesi halledilemeyince, konu önce ikili ilişkilerle çözülmeye çalışılmış, 1924’te sınır tartışmalarını önlemek için ‘Brüksel Hattı’ diye anılan geçici bir sınır konmuştu. Hat, iddialara göre, Brüksel’de bir otel odasında İngilizlerce oluşturulmuştu. Ancak, her iki tarafın da ‘geçici’ olan bu sınırı kabul etmesiyle, kontrol fiilen İngilizlerin eline geçti. Sınırı belirleyen nihai anlaşma 5 Haziran 1926’da imzalandı. Bu hikayeden de anlaşılacağı gibi, Irak’ın kuzey sınırı da Sykes-Picot anlaşmasıyla ilgili değildi. (Bu sürece dair ayrıntıları merak edenler şu yazıma bakabilir: Okumak için tıklayın)
Irak’ın güney, yani Kuveyt’le ve Suudi Arabistan’la sınırı ise 1923’te çizildi ancak kesin halini 1961’de aldı. Basra Körfezi’nin kuzeybatı ucunda, Suudi Arabistan ile Irak arasında kurulu olan Kuveyt Şeyhliği’nin tarihi 18.yüzyıla kadar gidiyordu ama 1899’da yapılan bir anlaşma ile bölge İngiliz denetimine bırakılmıştı. Bu andlaşma uyarınca Birinci Dünya Savaşı sırasında bölgede bir ‘pretoktora idaresi’ kuruldu. Savaşın nihayetinde daha sonraları Suudi Arabistan adını alacak Necd İdaresi ile Kuveyt arasındaki ilişkiler normalleştirildi ve 1923’de Kuveyt’in Suudi Arabistan’la ve Irak’la bugünkü sınırı üç tarafın katılımıyla çizildi. Ancak, Britanya’nın 1961’de pretoktora idaresine son verip de Kuveyt’in bağımsızlığını tanımasının hemen ardından Irak’ın bu anlaşmaya gönülsüzce razı olduğu anlaşıldığı. Irak bölge üzerindeki tarihsel haklarını ileri sürerek, Kuveyt’in Irak’a bağlanmasını talep ediyordu. Bu tehlike ancak Arap Birliği Teşkilatı’nın Kuveyt’ı üye kabul ederek kanatları altına almasıyla savuşturuldu. (Fakat sorunların hallolmadığı 1991’de Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle anlaşılacaktı.)
İSRAİL, FİLİSTİN VE ÜRDÜN
1917 Balfour Deklerasyonu ile oluşturulan, San Remo’da uluslararası düzlemde kabul gören ‘Yahudi Yurdu’nun ‘Yahudi Devleti’ olması ancak Mayıs 1948’ de mümkün oldu. Devletin sınırları ise 1948-1949, 1967, 1973 savaşlarından sonra bile netleşmedi. Sykes-Picot’un Kudüs ve çevresinde ‘uluslararası denetime tabi bir idare kurması planı da tarihe gömüldü, çünkü Kudüs İsrail’in içinde kaldığı gibi diğer Filistin toprakları Gazze ve Batı Şeria adıyla ikiye bölündü. Bunlardan ilki bir açıkhava hapishanesi iken, diğeri kısmen İsrail’in kontrolünde. Bu durum Sykes-Picot’un sonucu değil, yukarıda linkini verdiğim yazıda anlattığım son derece karmaşık bir sürecin sonucu.
Bölgede bir de Sykes-Picot’da adı bile geçmeyen Ürdün var biliyorsunuz. San Remo’da Filistin’in Yahudiler için bir yurt haline getirilmesine razı olan ancak sonra bundan pişman olan Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Emir Abdullah, Mavera-i Ürdün (Trans Ürdün) bölgesini işgal etmiş ve Suriye’ye saldırmaya kalkmıştı. Ancak Fransızlarla bozuşmak istemeyen Britanya’nın araya girmesiyle Abdullah, Mavera-ı Ürdün’ün başına getirildi. Böylece Britanya Balfour Deklerasyonu’nun kefaretini ödemiş oldu. (1916’da Filistin’i Fransızlara bıraktığı için ülkesinde ağır eleştirilere maruz kalan Sir Sykes’ın, Balfour Deklerasyonu’nun ateşli taraftarı olması da suçluluk duygusuyla açıklanmıştı.) Ürdün Krallığı bağımsızlığını ancak 1950’de kazandı, sınırları da 1950’de Batı Şeria’yı ilhak ederken genişledi, 1967’de geri verirken daraldı.
(Emir Faysal, 1919’da Paris Barış Konferansı’nda, sağında Arabistanlı Lawrence. Kaynak: www.cliohistory.org )
Mısır, Suudi Arabistan, Körfez emirlikleri ve Kuzey Afrika’daki Arap devletleri (ki bugün 22 Arap devleti var) Sykes-Picot çerçevesine girmediği için onların sınırları hakkında bilgi vermeye gerek yok.
İÇİÇE GEÇMİŞ TOPLUMLAR
Sınırların 1916’da değil 1920 sonrasında çizilmesi bir yana, bu sınırların çoğu yerde cetvelle çizildiği doğru. Bunun nedeni sınırların çoğu yerde çöllerden geçmesi. Ama çöl olmayan yerlerde de sınırı şu veya buradan geçirmek için dayanılacak kriterler bulmanın zorluğu da düşünülmeli. Çünkü, Mezopotamya’da Sünnilerle Şiiler, Araplarla Kürtler, Türkmenler, Hıristiyanlarla Müslümanlar ve diğer dinler, aşiretlerle, yerleşik toplumlar asırlardır içiçe yaşıyorlardı. Bu unsurların bir bölümü (göçebe aşiretler) mevsimsel olarak, bir bölümü sosyal, siyasal, askeri ya da ekonomik nedenlerle tarih içinde sürekli hareket halinde olduklarından herbirinin yaşam alanlarını belirlemek zordu.
Örneğin Lübnan ve Suriye’de etnik grup olarak Araplar, Kürtler, Türkmenler, Filistinliler, Ermeniler, Rumlar, Asuriler ve başkaları; dinsel grup olarak Hıristiyanlar, Müslümanlar, Süryaniler ve başkaları; mezhepsel olarak Maruniler, Dürziler, Rum Ortodokslar, Rum Katolikler, Ermeni Apostolikler, Protestanlar ve diğerleri yaşar. Ayrıca elbette dil grupları da vardır.
Irak’ta nüfusun çoğunluğunu Araplar oluşturur. Arapların da yüzde 60’ı Şiidir ve Çelebiler, Musevi, Temmiler, Hasan, Hüseyin, Hafaci, Zevanil, Sand, Salman, Nuaymi, Karagol ve Mavali gibi adlar taşıyan yüzlerce aşiret halinde Basra bölgesinde yoğunlaşmışlardır.
Batı’da toplanmış olan azınlık Sünni Arap nüfus ise genel olarak üç aşiret arasında dağılmıştır. Bunlar Ürdün ve Suriye’ye de yayılmış olan Dileym aşireti, bütün Arap dünyasına yayılmış olan ve Hicaz-Ürdün-Suriye hattında yoğunlaşan Şemmar aşiretinin bir kolu olan Cubur aşireti ve tarihi boyunca gerek Cubur gerekse Türkmen Bayat aşireti ile sürekli çatışma halinde yaşayan Ubeyd aşiretidir. Cuburlar ile Ubeydler arasında da tarihsel kan davası vardır.
Irak’taki en büyük azınlık grubu ise Kürtlerdir. Soran’da ağırlıklı olarak Şafii Kürtler, Bahdinan’da Nakşibendi Kürtler yaşar. (Şengal) bölgesinde Ezidi Kürtler yaşar. (Yoksa ‘yaşardı’ mı demek lazım? Biliyorsunuz, IŞİD tarafından katledildiler, bölgeden çıkarıldılar ya da kaçmaya mecbur bırakıldılar).
İkinci büyük azınlık grubu Telafer, Musul, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Kara Tepe, Hanekin, Mendeli yerleşimlerinden Bağdat'ın güney doğusundaki Bedre'ye kadar uzanan bir şerit üzerinde yaşayan Sünni ve Şii Türkmenlerdir. (Irak ve Suriye Türkmenleri için sırasıyla şu yazılarımı hatırlatayım: Birinci yazıyı içir tıklayın, ikinci yazı için tıklayın ) Bunların dışında Asuriler, Mandayyalar, Ermeniler ve Lurları anmak gerekir.
Bu iç içe geçmişlikler dolayısıyla, Sir Sykes ve Mösyö Picot’un şahsında Britanya ve Fransa isteselerdi de Ortadoğu’da homojen ulus-devletler yaratamazlardı. Yine de Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni statükonun bazen gönüllü ama çoğu zaman zorunlu olarak (hem yetke alanlarındaki yerel güçlerin baskısıyla, hem de kendi ülkelerindeki kamuoyunun baskısıyla) kademeli olarak ulus-devlet formuna dönüştüğü görülüyor.
(1952’de Mısır’da yönetime el koyan Hür Subaylar hareketinin lideri Cemal Abdülnasır, 1956 Süveyş Krizi sırasında sadece Mısırlıların değil tüm Arapların gönlünü kazanmıştı.)
SINIRLARI SÖMÜRGECİLER TARAFINDAN ÇİZİLEN DİĞER DEVLETLER
Ortadoğu Sykes-Picot Anlaşması’ndan önce de güllük gülistanlık bir yer değildi, San Remo sonrasında da olmadı. Ama dışsal faktör olarak 1940’larda İkinci Dünya Savaşı, 1945 sonrasında Soğuk Savaş, Britanya'dan boşalan alanı doldurmaya çalışan ABD, içsel faktör olarak Mısır, Suriye ve Irak’taki Nasırcı ve Baasçı yönetimler, İsrail’i yaşatmak istemeyen Arap devletlerine direnme yolu olarak yayılmacılığı tercih eden İsrail ve Lübnan’daki mezhepçi oluşumlar ve bölgede vekalet savaşları yoluyla çarpışan İran ve Suudi Arabistan tarafından çığrından çıkarılmıştır.
Hala ikna olmayanlara şunu da hatırlatayım: Avrupa hariç, imparatorlukların dağılmasıyla (ki sadece Osmanlı İmparatorluğu değil, Rus Çarlığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağılmış, Britanya İmparatorluğu ise sembolik hale gelmiştir) hemen bütün modern devletlerinin sınırları sömürgeciler tarafından çizilmiştir. Orta ve Latin Amerika ülkelerinin sınırlarını İspanyol sömürgeciler, Afrika ülkelerinin sınırlarını Fransız, Belçikalı, Hollandalı, Alman, Portekizli vb sömürgeciler çizmiştir. ABD-Kanada, ABD-Meksika sınırını Amerikalılar, Hindistan-Pakistan, Hindistan-Afganistan, Pakistan-Afganistan sınırını İngilizler çizmiştir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu ülkelerin sınırlarının çizilme yöntemi (sömürgeciler tarafından mı yerel unsurlar tarafından mı, cetvelle mi, yaşam alanlarını izleyerek mi gibi) ve bu ülkelerin etnik, dinsel, dilsel açıdan bölünmüşlük dereceleri ile bu ülkelerin çatışmasızlık tarihleri ve gelişmişlik düzeyleri arasında bir ilişki olup olmadığını matematiksel yöntemlerle karşılaştıran bilim adamları (makaleyi şuradan okuyabilirsiniz: Tıklayın) eğer tabloları yanlış yorumlamadıysam değişkenler arasında tek tip ilişki bulamamışlar. Örneğin Latin Amerika ülkelerindeki sınırlar 19. yüzyılda sömürgeciler tarafından çizildiği şekliyle muhafaza edilirken ülkeler arasında herhangi bir çatışma olmazken, bazı ülkeler gelişirken, bazıları gelişememiştir. Afrika’da ise bazı ülkeler sürekli birbiriyle çatışırken bazıları çatışmamış, ama Güney Afrika Cumhuriyeti, Nijerya gibi bir kaç ülke hariç hemen bütün ülkeler gelişme, modernleşme sorunları yaşamıştır. Sınırları tarih içinde doğal biçimde ve yerli halklar tarafından çizilen Avrupa ülkelerinin sınır bölgelerindeki sorunlar (Alsas-Loren, Südetler, Tiroller, Transilvanya gibi) ise iki dünya savaşına neden olmuştur. Hala da ellerinde olsa bu bölgeler için üçüncü bir dünya savaşı çıkarmayı hayal eden gruplar vardır. Ama iki büyük savaşa rağmen Avrupa devletleri barışmayı başarmışlar, modernleşme sürecini de kesintisiz devam ettirebilmişlerdir.
ORTADOĞU’YA ŞARKİYATÇI GÖZLE BAKMAK
Sonuç olarak Ortadoğu tarihini 1916’dan başlatmak (veya tarihi 1916’da dondurmak), Ortadoğu’yu Batılıların kuklası gibi tarif etmek, Ortadoğu’daki tüm çatışmaların etnik, dinsel, dilsel, aşiretsel gruplar arasında olduğunu iddia etmek tipik (Edward Said tarzı) şarkiyatçı yaklaşımlardır. Evet, bu devletlerin geç 19. yüzyıl, erken 20. yüzyıl tarihinde Batılı devletler çok hayati roller üstlenmiştir ama bu devletlerin tarihinde Osmanlı’nın rolü daha uzun ve etkilidir. Evet savaş sonrası ortaya çıkan devletler homojen ulus-devletler değildir, evet sınırlar pek çok etnik, dinsel, dilsel, aşiretsel grubu parça parça etmiştir, parçalanmayan gruplar da bu devletlerde mutlu değildir ama Ortadoğu devletleri ama Charles Glass’ın iddia ettiği gibi ‘bayrakları olan aşiretler’ de değildir. Arap devlet teorisinin, Arap milliyetçiliğinin gayet uzun tarihleri vardır. (Merak edenler şu yazılarıma bakabilir (Birinci yazı için tıklayın) (İkinci yazı için tıklayın) Arap milliyetçiliğinin Baasçılık bataklığına saplanmasıyla, yine köklü bir geleneği olan Selefi olan veya olmayan İslamcı ideolojilerin önce milliyetçiliğe eklemlenmesi, sonra onu ekarte ederek kurtuluş reçetesini tek başına yazmaya kalkmasının da Sykes-Picot anlaşması ile ilişkisi yoktur. (Bu konuda şu yazıma bakılabilir: Okumak için tıklayın)
Nitekim bugün Arap Baharı’nı başlatan ve sürdüren güçleri harekete geçiren etnik veya dinsel itkiler değildir, ülkelerindeki baskıcı, çürümüş, kötü yönetimlerdir. Bu kesimler Sykes-Picot öncesine dönmeyi veya ulus-devlet formunu canlandırmayı hedeflemiyorlar. Kabaca söylersek, çok kültürlü, müreffeh, demokratik, barışçıl toplumlar kurmayı hedefliyorlar. Aynı şekilde Ortadoğu’yu kana bulayanların başında gelen IŞİD de Sykes-Picot’u tarihe gömdüğünü iddia ederken, 1916 öncesi statüye geri dönmeyi ya da modern ulus-devletler kurmayı hedeflemiyor. Onun amacı da yepyeni bir statü oluşturmak. Bu statünün Müslüman olmayanları kapsamadığı açık ama tüm Müslümanları da kapsamadığı, hatta tüm Sünnileri de kapsamadığı ortada. Esad’a ve özellikle de IŞİD’e yönelik tüm antipatiye rağmen ABD’nin veya Batılı ülkelerin de bölgedeki sınırları yeniden çizmek gibi bir çabası henüz yok. Aksine bölgeye müdahale etmemek için ayak sürüyor. Rusya ve Çin’in de henüz yok gördüğüm kadarıyla. Varsa bile, Ortadoğu’nun geleceğini (bunun ‘sınırsız’ olmasını diliyorum) esas olarak bölgede yaşayanların çizeceğine inanıyorum. Çünkü artık tek tek bireylerin bile tarihin akışını değiştirmesine olanaklar sunan bir çağda yaşıyoruz. Tarihle ilgilenen biz fanilere düşen en küçük görev ise, önyargılardan ve ezberlerden kaçınmak galiba…
Özet Kaynakça: Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar. Osmanlı İmparatorluğu’nda Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve (1908-1918), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998; Cemal Paşa, Hatıralar, (Yayına Hazırlayan: Alpay Kabacalı), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006; Frank G. Weber, Eagles on The Crescent Germany, Austria and The Diplomacy of Turkish Alliance (1914-1918), Cornell University Press, 1970; Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi, 1982; Mayir Vereté, “The Balfour Declaration and Its Makers”, Middle Eastern Studies, vi (1970), s. 48-76; Leonard Stein, The Balfour Declaration, New York, Simon and Schuster, 1961; Isaiah Friedman, The Question of Palestine 1914-1918, British-Jewish-Arab Relations, Schocken Books, 1973; Karl K. Barbir, “Bellek, Miras ve Tarih: Arap Dünyasında Osmanlı Mirası”, İmparatorluk Mirası. Balkanlar’da ve Ortadoğu’da Osmanlı Damgası, Yayına Hazırlayan: L. Carl Brown, İletişim Yayınları, 2000; Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Yayına Hazırlayan: Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999.
Yazarlar
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilNeden gelişmiş bir ülke değiliz? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDört Tarz-ı Siyaset 31.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon kuruluyor sorular çoğalıyor 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSüveyde’den sonra: Eski çamlar bardak olurken… 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"İMRALI ADASI’NI BARIŞ ADASI YAPACAĞIZ"... 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkan‘III. Dünya Savaşı ihtimali 50/50’ 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUYKU “ÖLÜMÜN OYUNBOZAN” KARDEŞİ. 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünya değişiyor, Suriye’nin Türkiye politikası da mı değişiyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHüseyin için matem, Gazze için ağıt 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayReel sosyalizm neden çöktü? 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Boraİhtiyatlı İyimserlik 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımının toplumsal meşruiyeti nasıl artar? 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanPKK silahları yaktı acaba şehre de demokrasi gelir mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANMuhalefetsiz muhalefet; medyasız medya!... 7.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016