Halil BERKTAY
[16 Mart 2014] 1 Mart’tan bu yana bir takım sağlık sorunları çalışma zamanımı epey kısıtladı; olduğu kadarını da başka işlerime ayırmak zorunda kaldım. Ve tabii, daha öncesinden de başlayarak, yazamadığım iki haftada bir yığın olay, fikir ve tavır birikti. En önemlileri, kabaca (1) Berkin ve başbakan. (2) Tahliyeler, muhalefet, yargı ve başbakan. (3) Basın özgürlüğü, “kendi” basını, “kendi” basınına talimatları ve başbakan. (4) HDP’ye saldırılar, Güneydoğu oyları, KCK ve başbakan. (5) Kutuplaşma, cepheleşme ve başbakan. (6) Başbakanın sonu ve başbakan.
Özetle, oradan da baksan başbakan, buradan da baksan başbakan. Temel, yapısal konular hakkındaki görüşlerimi değiştirmiş değilim. Benim için Cemaat, AKP’den çok daha kötü (çünkü çok daha milliyetçi, çok daha Kürt düşmanı, çok daha hoşgörüsüz, çok daha köktendinci ve çok daha şeriatçı). 17 Aralık yolsuzluk operasyonu, ilk andan itibaren hoparlörlüğünü yapmaya hazırlanmış medya kesimleri ve adım adım piyasaya sürülen kasetleriyle, aşikâr ki “anormal” yöntemlerle yürütülen bir siyaset mühendisliği denemesi. Hükümeti ne olursa olsun ve ardından ne geleceği sorusunu hiç sormaksızın, seçimler dışı bir alanda devirme girişimlerine karşıyım. Hele, en son artık o kadar çırılçıplak hortlayan öyle bir “yeni 27 Mayısçılık” var ki (Oral Çalışlar dün Radikal’de değinmiş), elbette en çok ve tam cepheden ona karşıyım (ve bütün demokratların bu konuda da net görüş belirtmesinden yanayım).
Öte yandan, aşikâr ki Türkiye’nin bir de başbakan sorunu var. Son derece belirleyici. Öyle şeyler yapıyor; yaptığı veya yapmadığının ötesinde, öyle bir tarzda konuşuyor, daha doğrusu bağırıyor ki, siyaset namına ne varsa derinden etkiliyor. Başlı başına çok negatif bir siyaset kültürü oluşturuyor (ya da, mevcut canhıraşlığı büsbütün deforme ediyor). Üslûp, içeriğin kendisi oluyor. Ayakta kalacağım derken, AKP’ye bir “kimlik” düşmanlığı gütmeyen insanları dahi bıktırmayı, bezdirmeyi, “yeter, artık bu adamın sesini duymayayım” noktasına getirmeyi, özel olarak kendisinden nefret ettirmeyi başarıyor.
Şimdi, önce Berkin. Bu sitede sırasıyla Kemal Sayar (12 Mart: Acının aritmetiği olur mu?), Tuncer Köseoğlu (14 Mart: Ekmek) ve Vahap Coşkun (15 Mart: Sağduyu çağrısının muhatabı kim olmalı?), söylemek istediğim hemen her şeyi, hem de çok güzel söylemişler aslında; dolayısıyla şu kısa notlar, daha çok kendi tutumumu belirtmekle sınırlı.
Berkin ve hayatı, Berkin ve eylemi, Berkin ve ölümü, Berkin’in cenazesi, sonra cenaze ve başbakan, dolayısıyla Berkin ve başbakan. Bunların hepsi ayrı ayrı meseleler. Fakat o kadar sert ve katı bir zıtlaşma içindeyiz ki, hem AKP ve RTE düşmanlığında kenetlenen kesim, hem bizzat RTE, hepsini toplayıp birleştirme ve tek bir mesele gibi göstermede israr ediyor.
Tabii kendi açılarından ve dolayısıyla zıt yönlerde; birinin ak dediğine diğeri kara diyerek. İşin içinde (Gezi sırasındaki tâciz tartışmasında da görüldüğü gibi), bir yalan propaganda ve dolayısıyla her şeyin yalan propagandanın çürütülmesi veya ayakta tutulmasına indirgenmesi boyutu da var. Benim kişisel, vicdanî kanım o ki, Kabataş’ta vapurdan inen Zehra Develioğlu, evet, sırf başı örtülü bir kadın olduğu için orada tâcize uğradı. Bu, yeteri kadar utanç verici. Ama sonradan bu, her nasılsa, çok şişirilmiş bir öyküye dönüştü. Kendisi ve ailesinden Erdoğan’ın nutuklarına giden yolda, belden yukarısı çıplak bir neo-Nazi vahşiler grubunca yerlerde sürüklenme, dövülme, tekmelenme anlatısı şekillendi. Başbakan bunu çok dillendirdi ve ballandırdı. Neden sonra ortaya çıkan güvenlik kamerası görüntülerinde ise, belirli bir tâciz ânı var ama böyle şiddet unsurları yok. Sonuçta, muhalefetin meseleyi sırf bu noktaya indirgeme çabalarının çirkinliği bir yana (bu konuda bkz Hidayet Tuksal’ın 19-21 Şubat, Gürbüz Özaltınlı’nın 23 Şubat ve Yaprak Zihnioğlu’nun 1 Mart yazıları), bence de orada iktidar açısından bir yalan propaganda söz konusu.
Berkin olayında ise yalan propaganda devirmeci muhalefetle başlıyor; oradan iktidara sıçrıyor ve zıddını, hem de çok aşırı zıddını türetiyor. Berkin Elvan apolitik miydi? Eylemsiz miydi? Olayların içinde hiç yoktu da, sadece ekmek almak için dışarı çıkmışken bir kaza fişeğine mi kurban gitti? Hiçbiri doğru değil korkarım. Berkin’in yoksul bir Alevî ailesinin erken radikalleşmiş çocuğu olduğu çok açık. Doğrudan doğruya babası, oğlundan — başlı başına bir haklılık zemini haline, yani “solcuydu öyleyse ne yaparsa yapsın haklıydı” noktasına getirmeksizin — “aktivistti” diye söz ediyor. İnternette, yığınlafacebook’ta, yüzü kırmızı bir poşuyla örtülü, parmaklarıyla zafer işareti “v” yaparken, ya da sapanla polise taş veya bilye, her neyse, atarken resimleri dolaşıyor. Gerçi montaj olduğu iddiası da var; bilemem tabii ama öte yandan, marjinal sol gruplardan, şimdiki ününü 8 Mart’ta kadın gruplarına saldırıp dövmeye borçlu olan biri, kendi sitesinde “Berkin’in komünist ruhu bize örnek olsun” gibi densiz zırvalıklar yazabiliyor. Ve bütün bunlarla birlikte, acılı annesinin her nasılsa sarf ettiği “ekmek almaya gitmişti” cümlesi, Berkin realitesinin tamamı haline geliyor. Yüz binlerin katıldığı cenazesine, ister 15 yaşında, canlı, sevimli, gözlerinden zeka ve sıcaklık fışkıran bir çocuğun aylar boyu komada kalıp 16 kiloya kadar erimişken son nefesini vermesinin doğurduğu gerçek keder; ister polis şiddetine öfke; ister samimiyetsiz, çifte standartlı bir bunalım avcılığı — ama öyle veya böyle, hükümete ve özellikle başbakana karşı artan bir tepki yansıyor.
Madalyonun diğer yüzünde, cenazede somutlanan protestonun boyutlarından belki de ürken ve sinirleri bozulan başbakan, bunu alıp “teröristti” veya “terörist örgütlere bağlıydı” yakıştırmasına dönüştürüyor. Sataşmayı uzatıyor da uzatıyor; Berkin’in bilyeleriyle gömülmesinden, ailesinin de çocuklarının bilye atan “terörizm”ini desteklediği sonucunu çıkarıyor. Dahası, yolsuzluk soruşturmalarına karıştığı için istifa eden (ettirilen) Egemen Bağış, Zafer Çağlayan’ı çağrıştıran bir fütursuzluk ve haddini bilmezlikle (bkz Markar Esayan, Çağlayan’a “teşekkür” borçluyuz, 9 Mart 2014), twitterhesabından cenazeye katılanlara “ölü seviciler” diye dil uzatan bir pislik yayıyor.
Pes doğrusu. Durumu hiç mi tartamıyorlar; ağızlarından çıkanı kulakları hiç mi duymuyor? Kamuoyunun bu kadar hassas olduğu bir noktada, gencecik bir çocuk için “teröristti [öyleyse öldürülmesi çok da haksız değildi]” imâsında bulunmak, tam bir empatisizlik, nobranlık ve nâdanlık değil de nedir? Tamam, “devrim ve demokrasi kahramanı” diye övmesin de; ilk söz olarak alt tarafı bir çocuktu; ölümüne içim yandı; keşke oralarda olmasaydı gibi, asgarinin asgarisi bir şey söylemek de mi imkânsızdı? “Duygusal zekâ” (emotional intelligence) denen şeyden bu kadar mı yoksunlar? Onyıllar boyu resmî ideoloji, soykırımın Ermeniler rahat durmadığı için gerçekleştiğini (dolayısıyla soykırım sayılamayacağını!) vurguladı; Ayşe Kulin de geçenlerde aynı ruhsuzluğu tekrarladı. Erdoğan’ın, bir polis “faili meçhul”üne kurban gitmiş Berkin’in toprağa verilmesinin ardından ölen çocuğa yaptığı suçlamaların iyice haşin bir Ayşe Kulin’likten ne farkı var? Devamında başbakan, Filistinli ve Suriyeli çocuklara veya Burak Karamanoğlu’na ağlamazken Berkin’e ağladıkları için de muhalefeti çifte standartlılıkla suçladı. İyi de, tam tersi, yani kendisinin sırf bazı “şehit”lere sahip çıkması, ya Filistin ve Suriye çocuklarına gösterdiği sevgi ve şefkati Berkin ve ailesinden (veya geçmişte Ceylân’dan ya da Uludere/Roboski’de ölenlerden) esirgemesi, bu sefer kendi çifte standartlılığı olmuyor mu – bir politikacı, bu kadar basit bir soruya muhatap olabileceğini zerrece aklına getirmeksizin, nasıl olur da bu kadar yukarıdan alır, sesini bu kadar yükseltir acaba?
Serbestiyet’teki ilk iki yazısında Gürbüz Özaltınlı (11 ve 20 Kasım 2013), Gezi tecrübesinden hareketle Erdoğan’ın ne kadar eleştirilmeye ve eleştiri duymaya muhtaç olduğunu uzun uzadıya anlatmıştı. İkinci yazısının başlarında, olayların “tetikleyici motivasyon”u açısından başbakanın “hayatın her alanına ilişkin, karışan – öğreten – isteyen – ahlak farklılıkları üzerinden diş gıcırdatan, azarlamayı seven” özelliklerinin büyük rol oynadığına ve polis şiddetine duyulan infialle birleştiğine dikkat çekiyor, bu tesbitini örneklerle açıklıyordu. Daha ileride, gösterilerin tırmanmasına “katkı”sını ise şöyle eleştirmişti:
Gezi çadırlarının sabaha karşı saldırılıp yakılması, eylemcilerin dövülmesi karşısında gelişen ilk protestolara çok sert bir dille ve aşağılayarak tepki göstermesi vahimdi. Polis şiddetinin haksız ölçülerde olduğunu kabul eden sözlerini etkisizleştirecek, inandırıcılığını ortadan kaldıracak derecede, vurgularını eylemcilerin haksızlığı ve değersizliği üzerine kurdu.
Gezi’den on ay, Özaltınlı’nın çözümlemelerinden dört ay sonra bugün, başbakan hiçbir şey duymamış, anlamamış ve öğrenmemiş gibi. Bakalım, seçimlerden sonra ne olacak? Diyelim ki kazandı; yine çıkıp barışçı, birleştirici bir “balkon konuşması” yapabilecek, “kendinden” saymadığı o diğer kültür ve kimlik kıtasına el uzatabilecek mi? Buradan daha yumuşak bir saygınlığa dönüş var mı, Başbakan Erdoğan için? Bence çok zor.
Yazarlar
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları






















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024