Alper GÖRMÜŞ
SUNUŞ
Birkaç yıl önce bana, köye uğramış bir gece kalmıştı. Sabah kahvaltıda ona tam emeklilik hayalimi anlattım:
“Sabah yataktan kalkıyorum, yapacak hiçbir şey yok. İstersem akşama kadar bahçede uzanıp gökyüzünü seyredebilirim.”
Sevan’ın cevabı: “Ben o yataktan kalkamam ki!… Kalktığımda kafamda en az 10 iş olmalı ki o günün akşamını getirebileceğime inanayım…”
Sevan böyle biri… Çalışacak, didinecek, üretecek, sonuç alacak… Ancak böyle mutlu olan, ancak böyle hayatını anlamlı kılabilen biri…
Onun bu yanını çok iyi bildiğim için, şu anda cezaevinde yaşadığı hayatı öğrendiğimde içim cız etti. Hele ki son mektubunun son cümlesini okuduğumda: “Günden güne küçüldüğümü hissediyorum…”
Ona bu cümleyi yazdıran cezaevi hayatını da kendi satırlarıyla özetleyeyim (Sevan’ın, oğlu Tavit’in yönettiği sosyal medya hesapları üzerinden takipçileriyle paylaştıklarını bana gönderen Özlem Yağız’a teşekkürlerimle):
1 Ocak
Yarın hapse giriyorum. Süre belli değil; tahminimce iki yıldan kısa olmayacaktır. Açık cezaevi mi kapalı mı emin değilim. Bilgisayar ve haberleşme imkânları nasıl olacak bilmiyorum.
(…)
4 Ocak
Torbalı Açık Cezaevi’nin kütüphanesini adam etmek için Dersim Ovacık’lı Mehmet ile kolları sıvadık. Bol kitaba ihtiyacımız var. Roman, siyaset, tarih, okul kitabı, çocuk kitabı her şey olur. Özellikle yayıncı dostlarımızın yardımları makbule geçecek. Adres: Torbalı Açık Cezaevi, İzmir.
9 Ocak
Kitap yağmaya başladı. 3 günde 400′e yakın kitap geldi. (…) Nasıl tasnif edeceğiz, nereye sığdıracağız diye tartıştık. Telefonlar ettik, yer karosu gelsin, kitap rafı gelsin, masa sandalye gelsin.
Bugün müdüriyetten çağırdılar. Meğer yasakmış. Müdür beyler tedirgin olmuşlar. “Gerekirse devletimiz gönderir, senin üzerine vazife değil” dediler. Gelenleri de iade edeceklermiş.
Heyhat, güzel kitaplar vardı halbuki.
12 Ocak
Gözümüz aydın, kitap bağışına izin çıktı! Dünkü gazetelerde çıkan haberler burada paçaları tutuşturdu. Üstüne bakanlıktan telefon gelmiş, “Hop, ne oluyor” diye. Havalar birden değişiverdi.
(…)
CEZAEVİ MEKTUBU-4
Bilgisayar kesinlikle yasakmış. Internet? Allah muhafaza! Adam “yazarmış”, yazı mazı yazar, gene amirlerimizden fırça yeriz. Yasakla gitsin.
Kütüphane işine de çok bozuldular. 700 küsur kitap gelmiş. Onları günler boyu tek parmak daktiloyla demirbaş kaydına geçireceğiz diye harcadığı mesaiye mi yansın, bakanlıktan yediği fırçaya mı yansın? Mesai saatleri dışında kütüphaneyi kullanmamızı yasakladılar.
Ne yapalım, biz de koğuşta pinekliyoruz. Mardinli Selman’ın esprilerine gülüyoruz. Cafer Usta’nın Kazablanka maceralarını dinliyoruz. 4. Koğuştaki iktidar savaşını (180. kez) analiz ediyoruz.
Günden güne küçüldüğümü hissediyorum.
Geçtiğimiz yıl bugünlerde Yeni Aktüel için kaleme aldığım Sevan Nişanyan portresinin giriş bölümü şöyleydi:
“’Güzel’ tutkusu, akıl, öfke, mücadele… Bütün bunlar tamam da, Sevan Nişanyan demek, onlardan ve her şeyden önce bitmez tükenmez bir enerjidir: Aktif olmadan var olamayan bir adamla karşı karşıyayız…”
Aktif olmadan var olamayan bir adam günden güne küçülmez de ne olur?
İşte benim gözümden Sevan Nişanyan…
***
O anda acaba başka kim o kadar sakin kalabilir?..
Sevan Nişanyan, Şirince’deki ruhsatsız minik otelini kapatmak için gelen jandarmalara karşı içerde, koltuğuna kurulmuş olarak direnmektedir. Oda dolusu jandarmalardan ikisi Nişanyan’ı kollarından tutmuş kaldırmaya çalışmaktadır. Öyle bir anda, hadi geçtik silahlı jandarmaların insan üzerinde yaratması normal olan gerilimi, insanın suratında, fizikî güç harcıyor olmaktan dolayı bir gerilim oluşur. Fakat hayır, Nişanyan sanki bir film izlemektedir; belki en fazla bir gerilim filmi… Bacak bacak üzerine atılmış, elller -sağ elde bir sigara olmak suretiyle- bilekten birleştirilmiş olarak sakince kucağa bırakılmıştır.
Fotoğrafı görmeseydim ve bana böylece anlatılsaydı, “onu tanıyorsunuz” tüyosunu almak koşuluyla tahminimi hemen yapıştırırdım: Sevan Nişanyan!
Haklılık duygusuyla dopdolu olduğu apaçık fotoğraftaki adamın gerçekte yasal olmayan bir iş yaptığını bildiğini de ekleyeyim ki Nişanyan’ın ne kadar “tuhaf” bir adam olduğu iyice çıksın ortaya.
Peki bu nasıl olmaktadır? Gayet basit: Çünkü o, haklılık duygusunu “yasallıktan” değil, ölçülerini kendisinin koyduğu bir meşruiyet algısından alır. Bu meşruiyet algısının kaynağı “güzellik”tir. “Güzel” bir şey yaptığına inanıyorsa, onun “yasa dışı” olmasının hiçbir önemi yoktur. Nişanyan onu yapar, ceremesini de çeker.
Onun “güzel”le ilişkisini kavramadan “tuhaflıklarını” anlamlandırmak imkânsızdır.
Sondan bir önceki “marifet”i kaya mezarını, son “marifet”i olan otobiyograik kitabı Aslanlı Yol’da anlatırken şöyle sormuştu:
“Seni esir alan nefsini, köle kılan çıkarını ve sosyal mecburiyetleri hepten bir kenara itip bir şeyi sadece ‘güzel’ olduğu için yapabiliyor musun?”
Denklemin unsurları
Fakata sadece “güzel”den giderseniz de anlayamazsınız Nişanyan’ı… Denklemi çözebilmek için, belki ondan da güçlü başka bir motivasyon kaynağı olan “mücadele” ve “kavga”yı da işin içine katmalısınız. Zaten kaya mezarı projesinini motivasyon kaynaklarını sayarken, “felsefi boyut”tan (güzellik) önce bunu zikreder…
2008′in mayısında Emniyet ve Jandarma, kendisine suikast düzenleneceğine dair çok kuvvetli istihbarat aldıklarını ve artık korumalarla dolaşması gerektiğini söylerler (2011′de Kafes Eylem Planı açığa çıkınca mesele aydınlanacaktır). Kaya mezarını yapmaya işte o günlerde karar verir:
“Öleceksem bari şanımla öleyim, dedim. Amerikan filmlerinde gördüğümüz şık bir el hareketi vardır, ortaparmağı kaldırmak suretiyle yapılır. O el hareketinin kalıcı ve güzel bir örneğini yapmaya karar verdim.”
Muazzam bir enerji
“Güzel” tutkusu, öfke, mücadele… Bütün bunlar tamam da, Sevan Nişanyan demek, onlardan ve her şeyden önce bitmez tükenmez bir enerjidir: Entelektüel boyutlu ya da değil, aktif olmadan var olamayan bir adamla karşı karşıyayız… Sadece kendi bildiklerinin pratiğini yaparak ve bununla yetinerek yaşayabilecek biri değil o. Usanıyor bir süre sonra ve “başkaları olarak” olmayacak yeni maceralara girişebiliyor.
Ben, neredeyse rutine ve monotonluğa övgüler düzecek kadar yavaşlık delisi bir adam olarak bir gün ona, “uyandığımda yapmam gereken hiçbir şeyin olmadığı günlerin gelmesini istiyorum” dediğimde bana verdiği cevabı hiç unutamıyorum: “Öyle bir durumda ben o yataktan kalkamam ki!”
Yeterince açık ve vurguluydu sözleri, fakat ben yine de otobiyografisinden yapıp ettiklerini, girip çıktığı işleri, seyahatlerini, maceralarını okurken nefessiz kaldığımı hissettim. O kadar enerjiyi nereden, nasıl devşirdiğine şaştım kaldım.
Bunlardan sadece birini anlatayım…
1989′da Alman kız arkadaşıyla Mainz kentinde buluşur. Kısa bir süre sonra Berlin Duvarı yıkılır. İkili, “sosyalizmin yıkıntıları arasında” dolaşmaya karar verir. Görürler ki her ulus biribirine düşman, müthiş bir milliyetçilik… Sevan, “barbarlara medeniyeti öğretmek görevimiz” diyerek dili döndüğünce “yanılgılarını izah etmeye” çalışır. Bu arada şunu da gözler: Bu “milliyetçiler”in çoğu, kendilerini ABD’ye ve Batı’ya atıp paçayı kurtarmanın yollarına bakmaktadır.
“Vize verirler mi bana? Sen yolunu bilirsin!” soruları ânında ışığı yakar zihninde:
“Budur, dedim. İnsanlar hizmet istiyor madem, hizmet edeceksin. Mainz’a döndüm. Bir büro tuttum. Kosova’da ve Bükreş’te yerel gazeteye üçer satırlık bir ilan verdim: Vize danışmanlığı, başka bazı hizmetler. İnanması zor ama altı çuval mektup geldi. (…) İstanbul’a dönüp evimi kapattım. Oradan New York’a geçtim. İki-üç ay kalıp işin oradaki altyapısını hazırladım. Mevzuatı inceledim, gediklerin buldum. Bir çöpçatanlık bürosuyla anlaştım. Küçük ilanlar piyasasını araştırdım. Şirket kurdum, vergi kaydı aldım. Varşova’ya gittim. Orada bir danışmanlık şirketiyle anlaştım. Sonra Prag. Arada Tiflis Erivan, Bakü. Gene Mainz.”
Metin buradan, “sonuçta yapamadım ama” diyen yeni bir paragrafa geçtiğinde rahatladığımı hissettim. Nişanyan’ın enerjisi beni yormuştu çünkü. Paragrafın devamını o memnuniyetle okudum:
“Devamını getiremedim. On sene öncesi olsa getirirdim, uluslararası yalnız kurtluk kariyerine intibak edemeyecek kadar yorgundum artık.”
Bu yorgunluk ve evsiz barksızlık duygusuyla Türkiye’ye kesin dönme kararı alır. Bir yıl sonra da Müjde Tönbekici’yle tanışacak, hayatında yeni bir sayfa açılacaktır.
Evlilik ve Şirince
Tanışırlar, çok kısa bir süre içinde evlenirler (1992), üç yıl sonra da Şirince’ye yerleşirler.
Sevan-Müjde evliliğine biraz daha yakından bakmamız gerekiyor, çünkü buradan, Sevan Nişanyan’ın yalnız siyasal otoritelerle ilişkilerinde değil, özel ilişkilerinde de haklılık duygusu çok yüksek ve otoriter bir şahsiyet olduğunu çıkartabiliyoruz.
Sevan Nişanyan, görünüşünden anlaşılması bile aslında duygusal kapasitesi çok yüksek bir adam… Fakat hayatını kurarken duyguları pek iplemez, akıl her zaman ön plandadır.
Otobiyografisinde anlattığı evlilik öncesi Sevan-Müjde diyalogları, aklın onun hayatındaki yerini ve önemini çok güzel betimliyor:
“(…) Bu evliliği bir sanat eserine çevirmemiz lazım, beraber büyük işler yapmamız lazım, bir hayat tarzı yaratmamız lazım, öyle ki bırakıp gitmenin bedeli dayanılmayacak kadar ağır olsun. Buna var mısın? Varım.”
Evliliğini -kendi kelimeleriyle- “kusursuz evlilik” olarak, örneği görülmemiş bir “güzellik” olarak kurmak istiyordu. Tasarladığı şey bir tür “inşaat”tı. Harcını “akıl” ve “enerji”nin oluşturduğu “güzel” bir inşaat!
Fakat bir yerde Sevan varsa, orada “öfke”nin olması da kaçınılmazdır. Aslında, evlilik öncesi diyaloglarda bu da vardı:
“Senden bir tane büyük ricam var dedim. Yalvarırım benimle kavga etme. Asla etme. Bir kere bile etme. Çünkü ben kavgada acımasızım. Köprüleri çok kolay yıkarım. Terk edip gitmenin özgürlüğüyle sarhoş olan birini kavgada yenemezsin. Seni sıfırlar geçer. Sırf zevki için kavgayı tırmandırır, tahmin bile edemeyeceğin seviyelere taşır.”
Ardından, “Yazık ki anlaşma öyle yürümedi. Belki de imkânsızdı, kim bilir?” diyor Sevan Nişanyan.
Tabii ki imkânsızdı. Nitekim on beş yıl sonra Müjde Nişanyan’a karşı o dramatik eylemi gerçekleştirecek ve ipler kopacaktı.
Müjde Nişanyan, ayrılmalarından sonra bu olayı anlatırken şöyle demişti: “Geçen gün Sevan bana, ‘aynı şeyi sen yapmış olabilirdin, sence benim tepkim böyle mi olurdu?’ dedi. Çok komik bulurmuş, güler geçermiş. Ben de döndüm dedim ki, ‘böyle bir şeyi ben sana yapsaydım, sen beni silahla kovalardın Sevan!’”
Doğrusu ben, öyle bir durumda Sevan’ın ne yapacağı hususunda Tönbekici’nin sözlerinin gerçeğe çok daha yakın olduğunu düşünüyorum.
Sevan, diyorum, keşke o muazzam enerjisinin bir bölümünü de kendisini tanımaya ayırabilseydi.
http://serbestiyet.com/sevan-nisanyan-akil-enerji-ofke-tutku/
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Sırada Türkiye mi var?
19.06.2025 - ‘Siyasi çözüm’ Gülen cemaatinin tabanındaki ‘aidiyet suçluları’nın psikolojik travmalarına merhem olabilir mi?
17.06.2025 - “DEM, demokrasiye ihanet ediyor” korosuna karşı cesur, âdil, ahlaklı bir cevap; Özgür Özel’den…
8.06.2025 - Demokratikleşme olmadan barış mümkündür fakat bunu durmaksızın tekrar etmekte bir problem var
1.06.2025 - Vicdan duygusunun sızamadığı bir sevme biçimi olarak ultra milliyetçilik
11.05.2025 - Kürt sorunu, PKK sorunu, PKK’lılar sorunu
8.05.2025 - İrfanından nasiplenebilecek miyiz?
4.05.2025 - “Medyanın yüzde 70’inin genel yayın yönetmeni olarak devlet ve iktidar” bahsi
29.04.2025 - Müsâdeme-i efkârdan müsâdemenin doğduğu dünyanın dışından yazılmış bir kitap okudum
25.04.2025 - Sırrı Süreyya Önder: Bir önyargı parçalayıcısı…
21.04.2025
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
LUCY
ELLERINIZ SAGLIK SAYIN MIROGLU LUTFEN YILMAYIN KALEMINIZI SUSTURMAYIN SIZIN GIBI ZIHNIYETE HERZAMANKINDEN DAHA COK IHTIYACIMIZ VAR BIZLERIN SESI SIZ VE SIZINGIBI AYDINLAR BU ARADA GECENLERDE ASKERDE ARKADASI TARAFINDAN ERMENI OLDUGU ICIN SAKA JLE VURULUP KATILI KORUNAN GENCI DE UNUTMAYALIM