Alper GÖRMÜŞ
“Putin köpeği kuduz hale gelmişti dişlerini söktük, ağzına verdik. Daha doğrusu kuzeyimizden sonra güneyimizde de bize sataştı, diş biledi, diş gösterdi, biz de dişlerini söktük ağzına verdik...”
Bilhassa Ortadoğu hakkındaki kapsayıcı, bilgi ağırlıklı yorumlarıyla dikkat çeken; Milli Gazete, Zaman,Yeni Şafak, ve Yeni Asya gibi gazetelerin dış haberlerini yönetmiş olan Mustafa Özcan gibi bir gazetecinin Türkiye-Rusya krizini ele alış biçimi işte böyle oldu.
Türkiye’de gazeteciler, kendi devletleri bir çatışmanın parçası olduğunda garip bir öfori içine giriyorlar, devletle aralarındaki mesafe tamamen kapanıyor, adeta devlet aygıtının organik bir parçası haline geliveriyorlar.
Bu “duyarlılık” dile de yansıyor, haberler “biz” kalıbıyla verilmeye başlıyor. Oysa gazetecilerin devlet kararlarını, eylemlerini “biz” kalıbıyla haberleştirmesi onları devletle özdeşleştirir. Türkiye’de bu oluyor ve iktidarda kim varsa, ona yakın medya devletle “sizli bizli” oluyor, “giriyor, vuruyor.”
Türk Hava Kuvvetleri’nin Türkiye sınırlarını ihlal eden bir Rus uçağını düşürmesi sonrasında, benzer bir tabloyu sadece Mustafa Özcan örneğinde olduğu gibi yorumlarda değil, haberlerde, hatta manşetlerde de gördük.
Mesela (25 Kasım tarihli manşetler):
“Rus çizgiyi aştı, vurduk” (Star), “Uyardık, vurduk” (Yeni Şafak), “İhlal ettiler, düşürdük” (Akit), “Uyardık, vurduk” (Türkiye), “Sınırı aştı, vurduk” (Takvim), “Son kez uyardık ve vurduk” (Yeni Yüzyıl), “10 kez uyardık” (Vatan), “Tam 10 kez uyardık, günah bizden gitti” (Sabah), “Sabrımızı test ettiler” (Akşam).
Bu “sizli bizli”, “vurdulu kırdılı” gazetecilik dilinde dikkat çekici bir nokta daha var. Dikkat edilirse, bu dili kullanan gazeteler, devleti şu anda yöneten iktidarın çizgisine muvafık olan gazeteler... Oysa eskiden bu dilin sahibi, başta Hürriyet olmak üzere merkez medya gazeteleri olurdu. Yani şöyle: Devleti kim yönetiyorsa, onun medyası “giriyor, vuruyor...” Ya da şöyle: Çatapatlı durumlarda “girdik, vurduk” haberciliğinde başı çeken gazetelere bakarak iktidarda kimin olduğunu öğrenebilirsiniz!
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
RUSYA YA DA RUSLAR YERİNE “RUS” DENDİĞİNDE...
Türkiye ile Rusya arasındaki uçak düşürme krizinin ardından gazete haberlerinde, köşelerinde soğuk savaş yıllarının anti-komünist hissiyatını akla getiren garip bir dil peydahlandı. Bu dilin alâmet-i fârikalarından biri de “Rusya” ya da “Ruslar” yerine “Rus” sözcüğünün tercih edilmesiydi.
İlk bakışta “Rusya’yı vurduk” ile “Rus’u vurduk” arasında; ya da “Ruslar çılgına döndü” ile “Rus çılgına döndü” arasında bir fark yokmuş gibi görünüyor. Oysa var, çok büyük bir fark var.
Türk medyasındaki, “gıcık” kapılan devletler ve milletler yerine o milletin tekil ifadesinin yaygın kullanımı öylesine bir tasarruf değil; bilinçli, nefret yüklü bir tasarruf...
Ben bunu yıllar önce, ilk kez “Rum çatlatan açılış” başlıklı bir Hürriyet haberini okurken fark etmiş, keşfimi okurlarla şöyle paylaşmıştım:
“(...) Bu kullanımda, mesela ‘Araplar’ sözcüğüyle ‘Arap’ sözcüğü arasında dağlar kadar büyük bir anlam farkı vardır. ‘Araplar’ nötr bir vurguya işaret ederken, ‘Arap’, bu ırka yönelik sevgisizlik-nefret vurgusunun en kestirme ifadesine bürünür.
“Geçenlerde, Arapların Türklerle ilgili algısındaki olumlu değişimleri gösteren bir araştırma yayımlandı. Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi, bu araştırmayı ele aldığı yazısına ‘Arap'ın gözüyle’ başlığını uygun görmüştü.
Yazıyı okuduğunuzda, başlığın neden ‘Araplar'ın gözüyle’ değil de ‘Arap'ın gözüyle’ olduğunu daha iyi anlıyordunuz.
“Aynı pratiğin ‘Rum’ ve ‘Ermeni’ versiyonlarının daha da yaygın bir kullanım alanı var. Girin Google'a, tırnak içinde ‘Rum'un’ yazın, karşınıza yüzlerce şu tarzda cümleler çıkacak: ‘Rum'un yeni mülk oyunu’, ‘Rum'un barıştan anladığı bu’, ‘Rum'un kırk yılda yapamadığını Talat ve ekibi altı ayda yaptı’, ‘Rum'un esiri olmamak için çalışıyoruz...’
“Başlıktaki ‘Rum çatlatan açılış’ı da yine Hürriyet'ten aldım. Bu gazetemiz, Kıbrıs Türk kesimindeki bir otelin açılışını bu başlıkla vermeyi uygun görmüştü. Neden ‘Rum çatlatan?’ Çünkü şarkıcı Jennifer Lopez, Rumların protestosundan ürkerek, yaptığı anlaşmaya rağmen bu otelin açılışına gitmemiş, açılış o'nsuz yapılmıştı.
“Bu cümlelerdeki ‘Rum’ yerine ‘Rumlar’ koyun ve cümleleri bir daha okuyun. Göreceksiniz ki ‘Rumlar’a yönelik eleştiri yine bâkidir, fakat nefret dozu hayli azalmıştır.”
Aynı okumayı son günlerin gazetelerindeki, “Rusya” ile “Ruslar” yerine “Rus” sözcüğünü tercih eden haberler-yorumlar için yapın; aradaki nefret dozu farkını hemen fark edeceksiniz.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
GAZETECİLİK SIR İFŞA ETME MESLEĞİDİR*
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, yaz aylarında gazetede yer alan bir haber gerekçe gösterilerek muhtelif suç isnatlarıyla tutuklandılar. Temel suçlama, devletin gizli kalması gereken belgelerini yayımlamak... Öteki suç isnatları, bu temel suçlamaya bağlı olarak dile getiriliyor.
Son tutuklamalar, siyasi iktidarlarla gazeteciler arasındaki kadim tartışmayı bir kez daha gündemimize getiriyor. Cevabını aradığımız soruları şöyle özetleyebiliriz:
a) Gazetecilerin, devlet sırlarının haberleştirilmesi hususunda uyması gereken kurallar ve etik sınırlar var mıdır?
b) İktidar sahiplerinin tanımladığı “milli çıkarlar” çerçevesi, gazetecilerin (de) uyması gereken bir çerçeve midir? Belli bir tarihsel momentte “milli çıkar”ları hangi davranışın ve gazetecilik çizgisinin temsil ettiği bilinemeyeceğine göre, gazetecilerin “milli çıkar” ölçüsüyle hiçbir işlerinin olmaması gerektiği gibi bir yaklaşım çok mu “uçuk”tur?
Gazetecilik ve sırlar...
Toplumlar ve bireyler, kendi hayatları üzerinde doğrudan etki yapan bu güç odaklarının sırlarını ortaya serebilecek güçten ve kapasiteden yoksundurlar. Gazetecilik, en temelde işte bunun için vardır. Dünyadaki en büyük sır saklayıcılar devletlerdir. Dolayısıyla, ontolojik olarak toplumun bir parçası olan gazeteciler her zaman devletlerle çatışırlar. Devletler gazetecileri sevmezler.
Sır ifşasının sınırları
Gazeteciliği özünde “sır ifşa etme mesleği” olarak tanımladıktan sonra, bu “öz”e halel getirebilecek herhangi bir sınırlamayı kabul etmek güç görünse de, her ilke gibi bu ilke de nüanslıdır. Öyle uç örnekler verilebilir ki, bu ilkeyi savunmak neredeyse imkânsız hale gelir.
Fakat şunu da biliyoruz ki, siyasi-ideolojik tartışmalara uç örneklerle katılıp muhatabını o örnekler üzerinden sıkıştırmaya çalışanlar, bunu, özgürlükçü-demokratik-insani tutumlara karşıtlıklarını gizlemek için yaparlar. Çünkü bu prensipleri doğrudan ve külliyen inkâr etmek ya da onlara karşı çıkmak zordur ve bu nedenle uç örneklere baş vurmak onlar için kurtarıcı olabilir. Uç örneklere başvurmak işkence gibi bir konuda dahi kafa bulandırıcı olabilir ama (“bir terörist, 1 saat sonra patlayıp yüzlerce insanın ölümüne yol açacak bir saatli bombanın yerini biliyor ama konuşmuyor, polis onu işkenceyle konuştursa, bu durumda da işkenceye karşı çıkar mısın?”) bu, işkencenin bir insanlık suçu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Tıpkı bunun gibi: Gazetecilerin devlet sırlarını ifşa etme hak ve görevleri vardır ve uç örnekler bu temel prensibi ortadan kaldırmaz.
“Milli” gazetcilik
Devletlerin gazetecilere karşı kullandıkları “devlet sırrı” argümanı, madalyonun bir yüzüdür; madalyonun öbür yüzünde “gazetecilerin milli çıkarlara aykırı hareket etmemeleri” gerektiği yazar.
Devletler bunu talep eder ama böyle bir şeyi kabul eden gazeteci kendisini bir devlet görevlisi derekesine indirgemiş olur. Oysa gazeteci devletin değil toplumun bir parçasıdır ve görevi toplumun bilme hakkını iktidarlara-devletlere karşı savunmaktır.
Ayrıca şu da var: Belirli bir tarihsel anda bir haberin yayımlanmasının mı yoksa yayımlanmamasının mı “milli çıkarlar”a uygun olduğuna kim karar verecek? Bu soru doğru ve meşru bir sorudur, çünkü belirli bir tarihsel momentte devlet ve hükümet yetkilileri, medya ve hatta kamuoyunun geniş kesimleri tarafından “milli çıkar”lara aykırı olarak değerlendirilebilecek kimi haberlerin tarih tarafından aklandığı; “milli çıkar”ın ilk anda göründüğünün tersine haberin yayımlanmamasında değil yayımlanmasında yattığının ortaya çıktığı da sık sık şahit olunan bir gazetecilik durumudur.
O nedenle, “tarihin müsveddecileri” olan gazeteciler, haberleri “milli çıkar” parametresiyle değil kamuoyunun bilme hakkı parametresiyle değerlendirmelidirler.
Cumhuriyet’in haberi
Geldik, Can Dündar ve Erdem Gül’ün haberinin “devlet sırrı” ve “milli çıkar” kriterleri karşısındaki pozisyonuna...
Ortada örtülü bir devlet operasyonunun, dolayısıyla bir “devlet sırrı”nın olduğu muhakkak. Fakat iki gazeteci devlet görevlisi olmadıklarına göre bu sırrı gizlemek (yayımlamaktan imtina etmek) gibi bir mükellefiyetleri yok. (Devlet, haberi kim sızdırmışsa onun peşine düşmeli, gazetecilerin değil. TıpkıWikiLeaks belgelerinde olduğu gibi.)
Öte yandan, iki gazetecinin, bu haberi yayımlayarak Türkiye’nin “milli çıkar”larına aykırı hareket ettikleri de öne sürülemez. Yukarıda da anlattığım gibi, bunun cevabını ancak tarih verebilir.
Cumhuriyet’in haberinin bu ölçülerle “gazetecilik dışı” sayılıp, haberde imzası olanların yargılanması kabul edilemez.
Fakat Cumhuriyet’in haberi ciddi bir ahlaki problemle malûldü; bunu söylemeden bitirmek istemiyorum.
Gazete, fotoğraflarını yayımladığı silahların IŞİD’e gittiğini iddia ediyordu, fakat haberde bunu doğrulayan hiçbir bilgi yoktu. Haber, silah yüklü TIR’ların Suriye’ye gittiği iddiasıyla yetinip, silahların gerçekte hangi gruplara gönderildiği sorusunu belirsiz bıraksaydı bu eleştiri geçersiz olurdu. Fakat bu haliyle haber, hakikatin tecellisi ve hatırı için değil de Türkiye’nin IŞİD’le doğrudan işbirliği yaptığı yönündeki propagandaya malzeme üretmek amacıyla kotarılmış izlenimini veriyor.
*Bu yazı, Al Jazeera Türk’te 28 Kasım’da yayımlanmış yazımın kısaltılmış versiyonudur. Yazının tamamı için: http://aljazeera.com.tr/gorus/gazetecilik-sir-ifsa-etme-meslegidir
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ERKEK ŞİDDETİNİN NEDENİ AK PARTİ İKTİDARI MI?
Her yılın 25 Kasım’ı bütün dünyada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kutlanıyor.
Geçtiğimiz hafta, gazetelerimiz 25 Kasım’da ve izleyen birkaç günde konuya ilişkin geniş haberlere ve değerlendirmelere yer verdiler.
Seküler-Batılı bir hayat tarzını savunan kadın köşe yazarları ile kadın derneklerinın çoğu, enerjilerini yine son 10-15 yılda sayıları hızla artan kadın cinayetlerini AK Parti iktidarına bağlamak için harcadılar. Bu çevrelerin öne sürdüğü temel teze göre, AK Parti iktidarıyla birlikte kadın erkeğin arkasına itildi, kazanımlarını kaybetti ve erkekler karşısında güçsüz düştü. Cinayetlerin katlanarak artmasının nedeni buydu.
Toplumdaki bütün olumsuzlukları otomatik olarak AK Parti iktidarına faturalama çabası yalnızca iktidar karşıtı propagandanın ikna gücünü zayıflatmakla kalmıyor, entelektüel bir tembelliğe de yol açıyor.
Bu meselede de aynı şey oluyor ve cinayetleri AK Parti’ye faturalamak için kadınların erkeklerin gerisine itildiği propagandasına hız veriliyor. Oysa önyargısız bir bakış, kadın cinayetlerinin, tam tersine, kadınların toplumda öne çıkmaya başlamalarıyla ilgili olduğunu gösterebilir.
Ali Bulaç’ın önerisi
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın birkaç yıl önceki fırtınalar kopartan yazısını hatırlayacaksınız: Bulaç, kadınların çalışma hayatına giderek daha fazla katılması ile erkek şiddeti arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu öne sürmüş, çareyi de “fıtrat”larına hitap ettiği kadınları eve geri çağırmakta bulmuştu: “Kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır...”
Sanıldı ki, kadınların çalışması ile erkek şiddeti arasında bağ kuran ilk kişi Ali Bulaç’tır... Oysa bu mesele, bazı sosyologlar arasında çok uzun bir süredir devam eden soğukkanlı bir tartışmanın konusuydu.
Ali Bulaç’ın yazısının problemi, bu iki olgu arasında bağ kurmasında değildi; yazının problemi, bu tespiti yaptıktan sonra, çareyi erkeğin kadın üzerindeki “doğal” iktidarının devamında görmesindeydi...
Azalan erkek iktidarı
Gelelim sözünü ettiğim tartışmaya...
Benim izleyebildiğim kadarıyla, tartışmayı Türkiye’ye ilk taşıyan kişi, Yeni Şafak’ın sosyolog yazarı Fatma Barbarosoğlu olmuştu. 2006’da şöyle yazmıştı:
“Özellikle şehirlerde yaşanan sıkıntıların, ailedeki çözülmenin sebebi ataerkillik değil, azalan erkek kimliğindeki sorumluluk kaybı. Çünkü ataerkil örüntünün sınırlayan, fakat aynı zamanda koruma maksadı taşıyan yapısı çökmüş, sadece sınırlayan ama sorumluluk almayan ayağı kalmıştır. Aile içi şiddetin temelinde de sorumluluk almayan erkeğin, ‘erkek’ olduğunu hissetmek ve hissettirmek için şiddete başvurduğu bir durum söz konusu.”
Barbarosoğlu, aile içindeki geleneksel “erkek iktidarı” kaybını ise üretimdeki ve işin örgütlenmesindeki değişikliklere bağlıyordu:
“Bunu teknolojinin kullanılış biçiminden ve hizmet sektörünün en geniş sektör olmaya aday olmasından yola çıkarak söylüyorum. Beden gücünün devre dışı kalması, yeni dünya düzeninin beyin gücü ve özellikle ‘tasarım’ merkezli olması, toplumsal örgütlenmeyi kadınlar üzerine bina ediyor.”
Erkek, ‘eve bakan kişi’ olmaktan çıkıyor, ve...
Boğaziçi Üniversitesi’nden sosyoloji profesörü Nükhet Sirman da, benim yayın yönetmeni olduğum Nokta dergisine verdiği bir söyleşide (2007) benzer görüşler dile getirmişti. Sirman, kadının iş hayatındaki yeni konumunun son 15-20 yılda bir “erkeklik krizi”ne yol açtığını savunuyordu. Çünkü erkek artık “eve bakan” kişi olmaktan çıkıyor ve “otoritesi sarsılıyor”du.
2011’de, Türkiye feminizminin önde gelen isimlerinden Prof. Fatmagül Berktay da Akşam gazetesinde yayımlanan bir söyleşisinde (16 Ekim 2011) bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirmişti:
“ -Türkiye’de kentleşmenin, kapitalistleşmenin hızı tabii ki artıyor. Bu, aynı zamanda kadınların mücadelesiyle birlikte belirli hakların kazanılmasına yol açıyor. (...) Eskiden, annelerimizin yaptığı gibi ‘ya bu diyardan gidersin ya bu deveyi güdersin’ demiyorlar. Haklarını kullanmak, örneğin boşanmak istiyorlar.
“ -Bu da erkeklerde reaksiyona mı neden oluyor?
“ -Evet, ellerindeki gücü, iktidarlarını kaybetmek istemiyorlar. Ama fark etmeseler de o güç zaten büyük oranda kaybolmuş durumda. O yüzden, bana sorarsanız güçsüzlüğün simgesi şiddete başvuruyorlar.”
Nihayet: 5 Şubat 2013’te CNNTürk muhabiri Göksel Göksu’nun, katıldığı 5N1K programında söyledikleri, bütün bu teorik yaklaşımların doğrulanması olarak görünmüştü bana...
Göksu, uzun bir çabanın sonucunda hazırlayıp sunduğu “eşlerini, sevgililerini öldürmüş erkekler”le cezaevlerinde yaptığı söyleşileri anlattığı programda, kadın cinayetlerinin, kadınların bağımlılık statülerinin sürdüğü geleneksel ilişkilerden çok, kadınların güçlenmesi sonucu eski tipte egemenlik ilişkilerinin bozulmaya, kaymaya başladığı ilişkilerde ortaya çıktığını söyledi.
Yani aslında “şehirli”, “modern” erkek şiddeti, son 30-40 yılda şekillenmiş, dipten gelen ve devrimsel sonuçları olan değişimin bir türeviydi...
Meseleyi böyle ele almanın riski
Meseleyi böyle ele almanın risklerinin farkındayım... Kadınların kendi ayakları üzerinde durabilmelerinin erkek şiddetini tetiklediği öne sürüldüğünde, buradan otomatik olarak “demek ki sen kadınların evlerinden dışarı çıkmamasını savunuyorsun” suçlamasına sıçranabiliyor.
Oysa bu popülist-siyasi suçlama tümüyle geçersiz.
Mesele, bu sosyolojik olguyu tesbit ettikten sonra kime hitap edeceğimizde düğümleniyor.
Ali Bulaç gibi kadınlara hitap edip, onlara “huzur evde” mi diyeceğiz, yoksa erkeklere hitap edip, “tarihin ve teknolojinin bu aşamasında artık eski egemenlik ilişkilerini sürdüremezsiniz; aklınızı başınıza alın” mı diyeceğiz?
Biz tabii ki erkeklere hitap edeceğiz...
NOT. Serbestiyet'te yeniden yazmaya başlayacağıma dair anonsta ben "Medyakronik'in ve Kronik Medya'nın yaratıcısı" olarak takdim ediliyordum. Şu düzeltmeyi yapmayı borç biliyorum:Medyakronik'i Kürşat Bumin ve Ümit Kıvanç'la; Kronik Medya'yı ise Kürşat Bumin'le birlikte hazırladık.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Sırada Türkiye mi var?
19.06.2025 - ‘Siyasi çözüm’ Gülen cemaatinin tabanındaki ‘aidiyet suçluları’nın psikolojik travmalarına merhem olabilir mi?
17.06.2025 - “DEM, demokrasiye ihanet ediyor” korosuna karşı cesur, âdil, ahlaklı bir cevap; Özgür Özel’den…
8.06.2025 - Demokratikleşme olmadan barış mümkündür fakat bunu durmaksızın tekrar etmekte bir problem var
1.06.2025 - Vicdan duygusunun sızamadığı bir sevme biçimi olarak ultra milliyetçilik
11.05.2025 - Kürt sorunu, PKK sorunu, PKK’lılar sorunu
8.05.2025 - İrfanından nasiplenebilecek miyiz?
4.05.2025 - “Medyanın yüzde 70’inin genel yayın yönetmeni olarak devlet ve iktidar” bahsi
29.04.2025 - Müsâdeme-i efkârdan müsâdemenin doğduğu dünyanın dışından yazılmış bir kitap okudum
25.04.2025 - Sırrı Süreyya Önder: Bir önyargı parçalayıcısı…
21.04.2025
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
MEMET
ÇOK SAÇMA BİR YAZI