Alper GÖRMÜŞ
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın geçtiğimiz günlerde Berlin’deki bir toplantıda sarf ettiği, Güneydoğu’da şu anda yaşanan şiddete dair sözler kaçınılmaz biçimde onun bu çerçevede kullandığı eski cümlelerle kıyaslandı. Demirtaş, başlangıcında ‘kahramanca’ ve ‘tarihi’ diye andığı hendek savaşlarıyla ilgili olarak bu defa şöyle konuşmuştu:
“Şiddet başlı başına siyasetin hareket alanını daraltır. Bizler şiddet olaylarının durmasını talep ediyoruz. Şiddet ister doğuda ister batıda nerede olursa olsun kabul edilemez. Mücadelemizi demokratik yollarla yapacağız. PKK neden strateji değiştirdi; bunu onlara sormak lazım. Biz demokratik bir partiyiz ve şiddetin her türlüsünü reddediyoruz. Hendeksavaşları kamu güvenliğini tehdit etti ve şiddeti tırmandırdı. Fakat bunlar diyalogla çözülmeli. Tankla, topla, tüfekle değil.”
Demirtaş’ın beş-altı ay arayla yaptığı iki farklı değerlendirme, daha çok onun ‘çark’ edip etmediği noktasından kıyaslamaya tâbi tutuldu.
Fakat ben asıl şu sorunun cevabının peşindeyim: Şayet Selahattin Demirtaş, bugün artık olgu olarak önümüzde duran şeyi o zaman tahmin edip, Kürtlerin ‘devrimci halk savaşı’na kitlesel düzeyde katılmayacağına inansaydı, PKK’nın ‘strateji değiştirip’ şiddeti yükseltmesine karşı daha net bir tavır alır mıydı, almaz mıydı?
Berlin’deki son açıklamanın, Kürtlerin PKK’nın ilan ettiği kent savaşlarına itibar etmediğinin net bir biçimde ortaya çıktıktan sonra geldiğini düşündüğümüzde, bu soruya “evet, o takdirde Demirtaş hendek siyasetine karşı çıkabilirdi” cevabını verebiliriz.
Elbette sadece bir ihtimalden söz ediyorum, spekülasyon yapıyorum. Yoksa, pekâlâ, “Demirtaş, Kürtlerin ‘devrimci halk savaşı’nı desteklemeyeceğini en başında tahmin etseydi de şimdi dile getirdiğine benzer bir tepki geliştiremez, o cesareti gösteremezdi” diyeceklerin cevabı da bir cevaptır. Hangisinin daha ‘doğru’ bir cevap olduğunu mevcut bilgilerimizle bilemeyiz.
PKK açısından ‘iyimser’ ve ‘kötümser’ yorumlar
Bu nedenle biz ‘olurdu-olmazdı’yı bir kenara bırakalım ve spekülasyon alanından çıkıp olgusal alana gelelim...
Yalın gerçek ortada: Yalnız AK Parti’ye oy veren Kürtler değil, Kürt siyasetine yakın Kürtlerin kahir ekseriyeti de PKK’nın ilan ettiği ‘devrimci halk savaşı’nı ve özyönetim diye tanımladığı hedefi (en azından özyönetimin bu yolla elde edilmesini) desteklemediğini açık bir biçimde gösterdi.
PKK liderliği, bu gerçekliği kendi açısından ‘iyimser’ ve ‘kötümser’ olmak üzere iki yoruma tâbi tutabilir:
Birinci yorum: “Halk bu defa bize katılmadı, fakat başka koşullarda katılmayacağı anlamına gelmez...”
İkinci yorum: “Halk bize katılmadı ve benzer çağrılarımıza bundan sonra da icabet etmeyebilir...”
Yedi-sekiz aydır yaşanan sürecin aşamalarına, PKK’nın beklentilerine ve bugünkü duruma baktığımızda, örgütün gerçekçi davranıp ikinci şıkta ifade ettiğim yorumu benimseme ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Parantez: ‘Kürtler artık PKK’yı ilgilendirmiyor’ yorumları hakkında
Bazı yorumcular, PKK’nın artık Kürt halkıyla ilişkisini kestiğini, ‘kendisi için’ bir örgüt haline geldiğini, ‘bölgesel aktör’ olma yolunda ilerlediğini ve dolayısıyla sadece bölgedeki güç dengelerini dikkate alarak hareket ettiğini savunuyor. Bu yorumculara göre, işte bu nedenle PKK açısından Kürtlerin kitlesel olarak kendisine karşı nasıl bir tavır içinde olduğunun fazlaca bir anlamı yok.
Ben bu görüşe hiçbir biçimde katılmıyorum. Kitlesinden tümüyle kopmuş, salt silahlı militanlara dayanan bir PKK’nın ‘bölgesel aktör’ olma şansı olabilir mi? Buna inanmayan biri olarak, PKK’nın, kitlesinin hiçbir zaman ayaklanmayacağına dair bir hissiyata sahip olması durumunda her şeyi yeniden gözden geçireceğini düşünüyorum.
Yazının bundan sonrasında, önce bütün duygusal zorluklarına karşın PKK’nın neden, son tecrübeden Kürtlerin hiçbir zaman ayaklanmayacağı sonucunu çıkarabileceğini... Ardından da böyle bir tespitin ne türden sonuçlar üretebileceğini göstermeye çalışacağım.
Çekilmiş bir deryada çırpınan balıklar...
PKK’nın, son tecrübeden neden Kürtlerin hiçbir zaman ayaklanmayacağı sonucunu çıkarabileceğini birkaç başlık altında toparlayabilirim:
Birincisi: Güneydoğu’daki kent savaşları birkaç ay sonra bir yılını dolduracak. PKK’nın buralarda, Mao’nun metaforunda olduğu gibi ‘derya’ (halk) içinde gizlenmiş ve derya tarafından korunan gerillalarla, ordu ve polis arasındaki bir savaşı kurguladığını biliyoruz. (Bu kadar tecrübeli bir siyasi-askeri örgütlenmenin, ‘derya’nın çekilip, gerillalarla ordu ve polisi baş başa bıraktığı bugünkü durumu öngöre öngöre bir savaşa girmeyi göze aldığını düşünemeyiz.)
Demek ki PKK, ‘devrimci halk savaşı’nı başlatma kararı aldığında, böyle bir sonucu aklının ucundan bile geçirmemişti.
PKK, çağrısına k
ısmî bir cevap alabilseydi, “bu defa olmadı, bir dahaki sefere olabilir” diye düşünebilirdi. Fakat tablo, sonraki çağrılar için hiç umut vermeyecek bir tarzda temâyüz etti. Bu sonuç, PKK liderliğinde, kendisine müzahir Kürtlerin, iş ayaklanma çağrısına geldiğinde arzulanan cevabı hiçbir zaman vermeyebileceğine dair bir düşünceye yol açmış olabilir ya da yol açabilir.
İkincisi: PKK’nın ‘devrimci halk savaşı’ çağrısı, Suriye’deki başarılı kantonlaşma ile Rojawa ve Kobani direnişlerini izledi. Bu süreçler Kürtlerin milli duyarlılıklarını zirveye taşımıştı. Haziran seçimlerinde AK Partili Kürtlerin dahi HDP’ye yönelmesinde hiç kuşkusuz bu duyarlılığın da rolü vardı. PKK, Kürtlerin Türkiye sınırları içinde (de) kendi kendilerini yönetme (özerklik) çağrılarının bu koşullarda her zamankinden daha etkili olacağını ummuştu, fakat olmadı.
Arzu edilen bir sonuç son derece elverişli koşullarda bile elde edilememişse, beklenti sahiplerini, o sonucun kolay kolay bir daha ortaya çıkmayacağına dair bir düşünceye sevk edebilir.
Üçüncüsü: Bu son çağrının öncesi de vardı. PKK, geçtiğimiz yıllarda da Kürtlerin ancak militan bir ruh edinmeleri durumunda katılabilecekleri eylem çağrıları yaptı, fakat Kürtler hiçbir zaman PKK’nın istediği ölçüde militanlaşmadı.
Arzu edilen bir sonuç, defalarca denendiği halde elde edilememişse, ona dair umutlar her başarısız denemeden sonra biraz daha azalır.
Bu son ve en kapsamlı tecrübe, PKK liderliğini böyle bir düşünceye sevk edebilir.
Parantez: Öngörülemez değildi ama...
Aslında PKK 5 binden fazla mensubunu kaybetmeden de, Kürtlerin ‘devrimci halk savaşı’ çağrısına icabet etmeyeceklerini öngörebilirdi.
Ben kendi payıma, bunun neden mümkün olmadığını geçtiğimiz yılın sonunda kaleme aldığım bir yazıda şöyle özetlemiştim:
“PKK-KCK önderliğinin anlamadığı, anlamak istemediği şey, dünyadaki bütün militanca mücadele içinde olanların anlamadığı, anlamak istemediği şeyle aynı: Kitleler sadece çok istisnai durumlarda militanlaşır.” (Bu özetin açılımını ve gerekçelerimi okumak isterseniz,Serbestiyet’teki, 21 Aralık 2015 tarihli “Bugünün sorusu: PKK Kürt halkını militanlaştırabilecek mi?” başlıklı yazıma bakabilirsiniz.)
PKK ne yapar, devlet ne yapar?
Abdülkadir Selvi, hükümet içinden topladığı bilgilerle, son altı ayda çözüm sürecinin yeniden başlaması talebiyle Kandil’den dört, Avrupa kanadından üç mesaj geldiğini fakat bunların hiçbirinin devlet tarafından değerlendirmeye alınmadığını yazdı. (Hürriyet, 18 Nisan).
Tartıştığımız konu açısından önemli bir bilgi de, Cemil Bayık’ın, kentlerde çarpışan militanlarını geri çekilmeye çağırması idi.
Bütün bunlar, PKK-KCK’nın, dayandığı kitleden gelen ‘tatsız’ mesajların idrakinde olduğunu ve bu mesaj doğrultusunda farklı bir stratejiye yönelebileceğini gösteriyor.
Kürtlerin hiçbir zaman ayaklanmayacaklarına dair bir inancın yerleşmesi, devlet için de yeni bir durum teşkil eder ve devletin bakış açısı da bu yeni durumdan etkilenir.
Böyle bir durumda PKK-KCK’nın ve devletin yeni stratejileri nasıl şekillenebilir? Bu sorunun cevabını da 25 Nisan (Pazartesi) tarihli yazımda açıklamaya çalışacağım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025