Alper GÖRMÜŞ
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel başkanı olmasından (22 Mayıs 2010) kısa bir süre sonra bir Kemal Kılıçdaroğlu portresi yazmıştım. Portrenin siyasi kariyer ve liderlikle ilgili bölümleri neredeyse mutlak bir olumsuzluk içeriyordu. Son birkaç yıldır, CHP’deki değişimi ve bu değişimde onun oynadığı rolü düşündükçe, içimden hep yeni bir Kılıçdaroğlu portresi yazmak geliyordu. Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin 31 Mart seçimlerindeki başarısındaki payını teslim etme isteğim, bu düşüncemi iyice pekiştirdi. Keza Yıldıray Oğur’un seçimlerden bir hafta sonra kaleme aldığı “Kemal Bey’in hakkı Kemal Bey’e” başlıklı yazısı da benzer bir rol oynadı. Çünkü Kılıçdaroğlu hakkında ben de artık orada yazılanlar gibi düşünüyordum. Şöyle yani:
“Artık karşımızda laiklik bayrağı sallayan, milliyetçilik yapan, askerden medet uman bir CHP yok.
“Bir asırlık parti belki bir iç muhasebeyle olmasa da, çaresizlikten siyaset yapmayı öğreniyor, acil bir ihtiyaç haline geldiği için toplumun farklı kesimlerine ulaşmanın yollarını arıyor.
“(...)
“Ve bütün bu kritik hamlelerin arkasında, bugünlerde adından pek bahsedilmese de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu vardı.
“Bugünlerde bazı muhafazakarlar, ‘en azından yerli ve milliydi’ diye özlemle hatırlasa da Kemal Bey’in görevi teslim aldığı Baykal’ın CHP’si başörtülü cumhurbaşkanı eşi olmaz diye kitleleri sokaklara dökmüş, üniversitelerde başörtüsü yasağını savunan, Kürt meselesiyle ilgili atılan her adımın karşısına dikilen, militarist bir CHP’ydi.
“Dersimli Kılıçdaroğlu’nun CHP’si ise dokuz yıl sonra laik ve milliyetçi histeri krizlerinden kurtulmuş, toplumun merkezine yaklaşmış, sosyal demokrat bir partiye benziyor artık.”
Dokuz yıl önceki Kılıçdaroğlu portremin siyasi kariyer ve liderlikle ilgili bölümlerini aşağıda dikkatinize sunuyorum. Ardından, bugün okuduğumda, o günkü değerlendirmelerimde yanıldığımı düşündüğüm noktaları sizlerle paylaşacağım. Tabii ki büyük bir memnuniyetle...
“Mükemmel ikinci, mutsuz birinci”, Aktüel dergisi, 16 Eylül 2010
Şimdi yerini başka ilaçlar almış olabilir; bizim zamanımızda, vücut ısısı yükselmiş bebeklerine aspirin veren anne-babalarda ikili bir duygu hâsıl olurdu: Bir yandan aspirinin bebeklerinde sağladığı geçici iyilik hâli nedeniyle kendileri de mutlu olur, öbür yandan bu hâlin geçici olduğunu bilmenin huzursuzluğunu yaşarlardı.
Ömrü bitmeden hakiki bir “sosyal”, hakiki bir “demokrat” partiye oy vermek isteyen biri olarak, Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP genel başkanlığına gelmesinden beri, kendimi hararetli bebeğine aspirin verilmiş bir baba gibi hissediyorum.
Mutluyum, çünkü partilerine, bünyede hararete yol açan iltihabı kurutacak bir antibiyotik verildiğini zanneden CHP'lilerin nihayet Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) sandıkta yenebileceklerine inandıkları için demokrasi dışı arayışlarını durduracaklarını düşünüyorum... Huzursuzum, çünkü bünyedeki ilacın antibiyotik değil aspirin olduğunun zannettiğimden de erken bir zamanda anlaşılacağını sezinliyorum ve ortaya çıkacak bu hayal kırıklığının “çağdaş-laik-kentli” kitlelerdeki otoriter arayışları daha da alevlendirmesinden korkuyorum.
Şimdi bütün günahlar onun boynuna...
Daha fazla ilerlemeden, buraya kadar söylediklerimle ilgili olarak şöyle bir tashih yapayım: Aslında, Kemal Kılıçdaroğlu CHP'deki iltihaba “antibiyotik” olabilirdi; genel başkan olmadan önce birkaç kez bunun işaretini vermiş, fakat sonradan geri adım atmıştı.
Tamam da, siz CHP içinden birilerinin “onlar doğruydu, neden geri adım attınız?” dediğini duydunuz mu hiç? Ya da, “CHP'yi değiştirmek” üzere genel başkan seçildiği gün yaptığı kurultay konuşmasında Türkiye'nin en temel demokrasi meselelerini teğet geçmesini dert edinen CHP'lilere rastladınız mı? Bu çerçevede bir soru daha: Siz, “önceki başkan da böyle konuşuyordu ve biz o nedenle iktidar olamadık, bu durumda yine olamayız” diyen tek bir CHP'liye rastladınız mı?
İşte tam bu noktada, onun da tıpkı halefi Deniz Baykal gibi CHP'nin bütün siyasi günahlarının kefaretini ödesin diye genel başkan seçildiği düşüncesine kapılıyorum. Üç yıl önce Baykal için yazdığım satırların, bugün Kemal Kılıçdaroğlu için de geçerli olduğu kanaatindeyim. Yani, partinin asıl sahibi olan laik-elit seçmenler tıpkı Baykal'a yaptıklarını yapacaklar; ondan aynı anda hem tutucu devlet ideolojisinin sözcülüğünü yapmasını hem de iktidar olmasını isteyecekler; bu ideolojiden her sapışında, yani halkın tercihlerine ve taleplerine her yaklaşışında parmak sallayayıp ona geri adım attıracaklar ve fakat sandıkta yenilince de “niye o insanların oyunu alamadın” diye ortalığı birbirine katacaklar... Bence bu, kitlesel bir siyasi ahlaksızlıktan başka bir şey değil.
Laf oturtma temelli muhalefet
Fakat kitlelerin siyasi ahlaksızlığı, siyasi figürlerin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Bir siyasetçi, doğruluğuna inandığı düşünceleri kalabalıkların tahammülfersâ baskısına karşı dahi savunabilmelidir. Benim için bir CHP genel başkanının portresi, onun bu açıdan nasıl bir görüntü arz ettiğinin cevabından ibarettir ve doğrusunu isterseniz, Kılıçdaroğlu için sonuç negatiftir.
Hayır, sadece “söylediğinin arkasında duramayan siyasetçi” imajına gönderme yaparak varmıyorum bu sonuca... Beni asıl, genel başkan seçildikten sonraki “hiçbir şey söylemeyen” hâli kaygılandırıyor. Çünkü neticede bu da, doğruluğuna inandığı düşünceleri birilerini ürkütmemek için dillendirmemek faslındandır.
Muhalefetini giderek polemiğe ve laf oturtmaya yönlendirmesi, bendeki kuşkuyu giderek pekiştiriyor. Acaba, diyorum, kurultay konuşmasında ortaya çıkan içeriksizliğin de gösterdiği gibi Kılıçdaroğlu “bu kadar” bir siyasetçi midir? Ve bu tamir edilemez, giderilemez zaafını gizlemek için mi topu hep oralara atıyor ve oralardan gelen pasları bu kadar hevesle değerlendiriyor?
Başkalarının etkisine, karakterini zorlamayı göze alacak kadar açık oluşu, ondaki “liderlik kumaşı”yla ilgili eleştirilerin haklı olabileceğini gösteriyor.
“Liderlik kumaşı”yla ilgili en büyük handikapı ise şu: Bildiğimiz anlamda “liderlik”ten zevk almıyor... İnsan, bildiği, kendine güvendiği alanda çalışırsa mutlu olur... Yolsuzluk dosyalarıyla uğraşmaya devam etseydi, ömrünün sonuna kadar mutlu bir hayat sürerdi... Fakat şimdi hâkim olamayacağı kadar geniş bir alanda, fazla bilmediği, kendine yeterince güvenmediği bir alanda bulunuyor. Hiç kuşkum yok ki çok endişeli, çok tedirgin bir ruh hâli içinde... O aslında mükemmel bir “ikinci” ve mecburen “birinci” olmuş bütün mükemmel ikinciler gibi giderek derinleşecek bir mutsuzluğun esiri...
Nerede yanıldım?
Yaklaşık dokuz yıl önce işte böyle yazmışım Kemal Kılıçdaroğlu hakkında...
Doğrusunu isterseniz, ölçü olarak o günlerdeki siyasi performansını aldığımızda, o günkü tespitlerimin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Bu durumda haklı olarak soracaksınız: O halde nerede hata yapmışsınız, neyi revize ediyorsunuz?
En temeldeki hatam, Kılıçdaroğlu’nun eleştirdiğim noktalarda zaman içinde değişim gösterebileceğine dair hiçbir açık kapı bırakmamış olmam... Üstelik, portrenin girişinde “genel başkan olmadan önce birkaç kez CHP'deki iltihaba ‘antibiyotik’ olabileceğinin işaretini verdiğini” söylememe rağmen yapmışım bunu. Böyle biri, liderliğinin sonraki yıllarında o işaretlere yeniden dönebilir ve bu kez daha kararlı bir çizgi izleyebilir (bugün olduğu gibi). Buna rağmen hiçbir açık kapı bırakmamam, hatamı daha da katmerli hale getiriyor.
Bugün geldiğimiz noktada, dokuz yıl önce Kılıçdaroğlu’na yönelttiğim ve aşabileceğine hiç ihtimal vermediğim temel eleştiride açıkça yanıldığımı teslim etmeliyim: Evet, o zaman, Kılıçdaroğlu’nun, partisinin tabanındaki seçim kazanmayı imkânsız kılan ideolojik taassubu onaylamadığını, fakat bu eğilimle mücadele yerine ona teslim olduğunu yazmıştım. Bugün ise, Kılıçdaroğlu’nun bu katı eğilimle mücadeleyi uzun vadeye yayarak epeyce yol aldığını görebiliyorum. Belki de bir siyasetçinin katı eğilimleri yumuşatmak için seçebileceği tek doğru yolu seçmişti Kılıçdaroğlu. Ben ise acul bir tavırla bu ihtimale hiç prim vermemiştim.
Keza zaman, dokuz yıl önceki portrenin başlığına çıkardığım tespitin de geçerli olmadığını açık bir biçimde göstermiş durumda: Meğer birinci olmayı seviyormuş ve “ikinciliğine aşkla bağlı olmaktan” kaynaklanan bir mutsuzluğu da yokmuş.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025