Arife KÖSE

İlker Başbuğ’un mektupları üzerine
23.03.2013
3672

 Ergenekon davasında savcı, verdiği mütalaada aralarında İlker Başbuğ'un da bulunduğu 10 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet, Veli Küçük hakkında ise 6 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istedi.

Fırat'ın doğusundan batısına her yerde barış rüzgarları eserken, darbeciler, 30 yılda kırk bin kişinin canına mal olan katiller, tam da olmaları gereken yerde kalmaya devam edecek. Ancak tabii ki Ergenekon davası, derin devlet ile Özel Harp Dairesi ile hesaplaşmak için yeterli değildir. Dünyanın hiçbir yerinde bu süreç sadece mahkemeler aracılığı ile nihayete ermedi. Ancak bu suçları işleyenleri cezalandırmak, benzer suçların bir daha işlenmemesinin önemli önkoşullarından birisidir.

Bugüne kadar memlekette yaprak kımıldasa ulusa sesleniş konuşmaları yapmayı adet hâline getirmiş olan askerler, Ergenekon mütalaasının ardından da, bu sefer mektuplar aracılığı ile bu devlet geleneğini sürdürmeye çalıştı.

İlker Başbuğ iki mektup gönderdi. Birinci mektup "Teröristler Muteber Tanık, Ülkenin Genelkurmay Başkanı Değil", ikinci mektup ise "Türk milletine Savunmamdır" başlığını taşıyor.

Birinci mektubun başlığı, sadece kendini yargılayan sivil mahkemeyi tanımamakla kalmıyor, doğrudan barış sürecini hedef alıyor. Başbuğ, "Yüce Türk Milleti"ne seslenerek, "senin adına yargılama yaptığını ifade eden Mahkeme, terörist Şemdin Sakık'ı muteber bir tanık olarak dinlemiş, buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti'nin Genelkurmay Başkanlığı'nı yapmış emekli Orgeneral Işık Koşaner ile Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı'nın tanıklığına itibar etmemiş ve onları dinlememiştir" diyor.

Şemdin Sakık'ın tanıklığı ayrı bir konu ama neden mahkeme "Türkiye Cumhuriyeti'nin Genelkurmay Başkanlığı'nı yapmış" ya da orgeneral, kuvvet komutanı ya da Jandarma Genel Komutanı olmuş birisinin tanıklığına herkesten ve her şeyden çok itibar etmek zorunda?

Neden bunların tanıklığı ve verdikleri ifadeler, beş yıldan beri devam eden mahkemenin elindeki delilleri geçersiz kılacak kadar önemli sayılmalı?

Mahkeme, elindeki delilleri suçun oluştuğu konusunda kanaate varmak için yeterli sayıyorsa, neden illa ki bu komutanları da ya da İlker Başbuğ'un dinlenmesini "emrettiği" kişileri de dinlemek zorunda?

Bu soruların tek bir cevabı var; çünkü İlker Başbuğ aslında şunu söylüyor; "bu devletin de bu milletin de sahibi biziz. Yıllarca biz ne dersek o oldu. Şimdi siz benim emrettiğim kişileri dinlemeden nasıl karar verirsiniz! Ben de sizin verdiğiniz kararı tanımıyorum."

Yani ne İlker Başbuğ, ne diğer Ergenekoncular ne de onları savunanlar, bugüne kadar bu ülkede yaşayan halklara çektirdiklerinden dolayı en küçük bir pişmanlık bile duymuyor, yanlış yaptıklarını düşünmüyor. Can çekişirken bile posta atmaya, "biz ne dersek o olur" demeye devam ediyorlar.

Başbuğ mahkemeyi, Erdoğan'ın sözlerini görmezden gelmekle suçlayarak şöyle diyor: "Sayın Başbakan da bu konu üzerinde değerlendirmelerde bulunmuş ve şunları söylemiştir:

"Generallerimiz emekli olsun, muvazzaf olsun yani hiçbirisine bir defa kalkıp da, yani alışılmış anlamda bir terör örgütü mensubu demek çok ciddi yanlıştır, affedilemez. Yani şu anda kendileri bulundukları makam itibarıyla, yani kendilerini sağlamda görseler bile, tarih onları affetmez." Sayın Başbakan ve değerli hukukçu Sn. Prof. Özgenç ne söylerse söylesin; "bulundukları makam itibarıyla, kendilerini sağlamda görenler" in düşüncelerinde bir değişiklik görülmemektedir. Eğer bu yaklaşım tarihin bile affedemeyeceği boyutta ciddi ise, ortada bir görev vardır. Görev de, öncelikle sözlerinin arkasında durması gereken, yetkili siyasi makamlara düşmektedir".

Peki, ne oldu sizin "bağımsız yargı" masalınıza? Ama tabii, söz konusu olan generallerse, bağımsız yargı da neymiş canım! Hiç de gelişme yok değil tabii, Başbuğ mektubunda siyasetçileri "sözlerinin arkasında durmaya" davet ediyor. En azından siyasetten medet ummayı öğrenmiş bir nebze de olsa.

Belki de en dikkat çekici nokta şu; Başbuğ mektubun hiçbir yerinde, "hayır, ben bu hükümeti yıkmak için hiçbir şey yapmadım" demiyor. Sadece "siz bana nasıl olur da terörist dersiniz?" diyor.

Genelkurmay Başkanı'ndan terörist olmaz mı?

Başbuğ, ikinci mektubunda, "Nasıl olur da Türkiye'nin Genelkurmay Başkanlığı'nı yapmış bir kişiyi terör örgütü yöneticisi olmakla suçlarsınız?" diye soruyor. Bunu bir hukukçunun ağzından söylerse daha meşru olacağını düşünmüş olmalı ki, bu fikrini TCK'yı hazırlayanlardan birisi olan Sn. Prof. İzzet Özgenç'ten alıntı yaparak ifade ediyor.

Şöyle diyor Özgenç: "Türkiye'de Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmış ve bu görevden yaş haddinden emekli olarak ayrılmış olan bir kişinin görevi başında iken terör örgütünün yöneticisi olarak faaliyet icra ettiğini iddia etmek, bir akıl tutulmasının yansımasıdır."

Her şeye olduğu gibi kimin terörist olup kimin olmadığına da İlker Başbuğ karar veriyor. Yıllardır bu ülkede darbelerden mağdur olmuş, cezaevlerinde işkence görmüş; oğlunu, kızını, kocasını fail-i meçhule kurban vermiş; başörtüsü taktığından dolayı okula gidememiş, iş bulamamış; ordu tarafından fişlenmiş milyonlarca insana soralım bakalım, Genelkurmay Başkanı'ndan 'terör örgütü yöneticisi' olur mu olmaz mı?

İnternet andıcı yalan mı?

Başbuğ mektubunda "İnternet Andıcının, daha önce açılmış olan sitelerle bir ilişkisi yoktur. Ağustos 2008'den önce açılmış olan siteler Şubat 2009 kapatılmıştır. İnternet andıcı ile açılması planlanan sitelere yönelik çalışma ise, siteler hiçbir zaman aktif hâle getirilmeden, yayına geçirilmeden, görülen lüzum üzerine 19 Haziran 2009'da sona erdirilmiştir. Dolayısıyla, Şubat 2009'dan Ağustos 2010'a kadar olan süreçte Genelkurmay Başkanlığı'nın bu amaçla kullanabileceği internet sitesi yoktur" diyor.

Buradaki temel mesele şu: İnternet andıcının kökeni, Genelkurmay'ın 2000 yılında Başbakan Bülent Ecevit imzasıyla yayımlanan bir kararnameyi "işine geldiği gibi" yorumlayıp, internette hükümete, dindarlara, Kürtlere ve Ermenilere karşı onlarca kara propaganda sitesi kurmasına dayanıyor.

Bu siteler, 4 Şubat 2009 tarihli Taraf gazetesinde ortaya çıkarılınca kapatıldı. Ancak iki hafta sonra dört yeni site için daha hazırlık yapılmaya başlandı. Bu dört site için hazırlanan andıçta 12 rütbeli subayın parafı bulunuyor ve bunlardan bir tanesi "komutana arz" notuyla birlikte Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız'a ait. Buradaki kilit nokta, sonradan hazırlanan bu ikinci andıcın, dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a bildirilip bildirilmediği. Başbuğ, kendi döneminde bu sitelerin yayın yapmadığını, hazırlıklardan Kasım 2009'da haberdar olur olmaz emir vererek hazırlıkları durdurduğunu iddia etmişti. Peki, Başbuğ bu hazırlıkları öğrenince bir soruşturma, inceleme vs başlatmış mı? Hayır.

Dolayısıyla Ergenekon savcılarının, İlker Başbuğ'u asıl olarak internet andıcındaki rolüne dayanarak örgüt yöneticiliği yapmaktan da suçlu bulması, Balyoz davası kararıyla aynı mantığa dayanmaktadır. İlker Başbuğ bu andıçtan haberdardır, imzası olmaması haberdar olmadığı anlamına gelmez. Kaldı ki dava sürecinde hem Hasan Iğsız hem de Dursun Çiçek, andıçtan haberi olduğu konusunda İlker Başbuğ'u işaret etmişti. Hakkında müebbet hapis istenen Çiçek, mahkemede verdiği ifadede "Andıcı İlker Başbuğ'a siz mi arz ettiniz?" sorusuna "Ben kimseye arz etmedim. Ancak Başbuğ'a evrak olarak çıktığını biliyorum. Şifai arz olmadı" cevabını vermişti.

Andıç Başbuğ'a gönderilmiş, fakat kendisi bunun suç olduğunun çok iyi farkında olduğu için imzalamadan bir kenarda tutmuş ve yapılanlara göz yummuştur.

Hatırlarsanız, Balyoz davasında da hakimler, yasadışı bir oluşumda askeri yazım kurallarına uyulamayacağını belirtmiş ve Balyoz sanıklarının suçlu olduğuna karar vermişti. Balyozcuların tüm çabalarına rağmen, AİHM, geçtiğimiz günlerde Balyoz delillerini ikna edici bularak tutuklama süresinin normal, tutuklama kararının da doğru olduğuna karar verdi.

Darbeciler tutuklandığı için çözümü konuşabiliyoruz

İlker Başbuğ, Ergenekon davası mütalaasının ardından yayınladığı iki mektupta da, dava boyunca yaptığı gibi hukuki savunma yapmıyor, kamuoyuna oynuyor. Zaten her ikisinde de "Türk milleti"ne sesleniyor ve ikinci mektubunu "Türk milletine savunmamız devam edecektir" diyerek bitiriyor.

Orhan Kemal Cengiz, AltÜst dergisinin 9. Sayısında yayınlanan söyleşisinde şöyle diyor: "Burada çok ciddi bir örgütsel savunma yapılıyor. Sanıkların neredeyse tamamı böyle bir örgütün olmadığını, tüm bunların uydurma olduğunu söylüyor. Bu, tipik bir örgüt savunmasıdır, alan savunmasıdır. Bazı delillerde tartışmalar var. Bunlar Ergenekon'dan çok Balyoz ve OdaTV gibi davalarda var. Bunların birkaç açıklaması olabilir; birincisi güncellenmiş olabilir. İkincisi, birileri zaten suç olan delilleri daha da suçlu göstermek için kurcalamış olabilir. Eğer böyle bir şey varsa onlar da cezalandırılmalıdır. Ama büyük bir propaganda ile karşı karşıyayız. Davanın başında daha ilk cephanelikler çıkarken savunma hattı şöyle gelişmeye başladı: "Bu cephaneliği buraya onu çıkartanlar gömmüştür" dendi. Bu savunma hattı hiç kırılmadı. Buna inanmaya bu kadar hevesli bir medya grubu, bunu savunmaya yönelik barolar, yani bunun bu kadar ciddi ideolojik alıcısı olduğu sürece durum hep böyle olacak. Çünkü sanıklar hâlâ, "Biz buradan kurtulacağız ve biz buradan ancak dayanışma içinde kurtulacağız" umudunu koruyor."

Ancak Başbuğ, bugüne kadar ileri sürdüğü iddiaların tümünün yalanlandığını unutuyor. "Boru" dediği lav silahlarının TSK tarafından gömüldüğü TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'na MİT tarafından gönderilen raporlarda doğrulanırken, "kağıt parçası" dediği internet andıcının da kendisine iletildiği bizzat Dursun Çiçek tarafından itiraf edildi.

Barış rüzgarlarının estiği, darbecilerin ve katillerin hak ettikleri cezaları aldıkları günlerden geçiyoruz. Kirli savaşın komutanları darbe yapmaya kalktıkları için tutuklandılar ve Kürt sorununun demokratik çözümünü konuşmamız böyle mümkün oldu.

Hem barış sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi hem de bu ülkede darbeci geleneğin tamamen yok olması için mutlaka daha da ileri gidilmesine, Özel Harp Dairesi, Seferberlik Tetik Kurulu, JİTEM ve kozmik odalardaki "sırların" açığa çıkmasına ihtiyaç var.

Darbe karşıtlarının haykırdığı ve mücadele sonucu kazanılan sloganı bir kez daha söylüyoruz: İlker Başbuğ, çeneni kapa! Tüm darbeler, darbe girişimleri, darbeciler ve halka karşı savaş yürüten devlet görevlileri yargılansın!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar