Atilla YAYLA
Bankaların kâr etmesinin Türkiye için yararlı olacağına dair yazıma bazı abartılı eleştiriler geldi. Ben ekonomiye kazan-kaybet yaklaşımı ile kazan-kazan yaklaşımının bankaların kârına bakışı etkileyeceğine işaret etmiş ve kazan–kazan bakışı açısından bankaların kâr etmesinin sadece kendileri için değil memleket için de iyi ve yararlı olduğunu belirtmiştim. Biliyorum, kazan-kazan perspektifini benimsemeyenlerin bunu kavraması ve kabul etmesi zor. Bununla beraber, meseleye daha teknik açıdan da bakılabilir. Bu durumda da bankaların ‘ekonomiye zarar verici’, ‘sömürücü’ bir kâr seviyesine yükseldiği iddialarının doğru olmadığı görülür. Bu yazıda -değerli iktisatçı Ünsal Çetin’den aldığım bilgi notunu da kullanarak- bunu yapacağım.
Bankacılık sektöründeki hiç kimse aşırı kâr sözünü kabul etmeyecektir. Bunun sebebi onların işin içinde -yaygın tabirle, mutfağında- bulunmaları. Başka bir deyişle sektörün işleyiş usullerini ve şartlarını bilmeleri. Bankaların aşırı kâr ettiğini söyleyenler sağlam bir zemine dayanmadan konuşuyor. Görüşlerinin daha etkili olabilmesi ve yararlı bir tartışmaya -fikir alış-verişine- zemin hazırlaması için ölçülerinin ne olduğunu açıklamaları ve de bankaların ne kadar kâr etmesi gerektiğini düşündüklerini söylemeleri gerekir.
Aslında bankaların bırakın ‘aşırı’ kârı, “çok” kâr ettiği iddiası bile çok tartışılır. Finans sektörünün sağlıklı bir yapıya sahip olmasının ekonomi açısından hayatî önem taşıdığı da başarılı bankacılık için kârlılığın şart olduğu da biliniyor. Nitekim bu gerçekler hükümet üyeleri tarafından da zaman zaman dile getiriliyor. Meselâ, Başbakan Yardımcısı Mehmet şimşek Mayıs ayı içinde şu sözleri sarf etti:
"Maalesef finansal okuryazarlık Türkiye'de sınırlı olduğu için, bankalar kâr açıklıyorlar, 'Birinci çeyrekte şu kadar milyar kâr ettiler'. Ondan sonra herkes diyor ki 'Ya bu kadar kâr ettiler, biraz daha bunları zapturapt altına alın'.
Ancak işin gerçeği farklı…
Sermayeni reel olarak koruyabilmiş misin? Burada da artık kritik eşiklere gelmiş durumdayız. Kârlılık oranı yüzde 11'in altında. Hazine'nin borçlanma faiz ortalamasına baktığınız zaman yani hiçbir şey yapmasanız, eskiden olduğu gibi Hazine'ye verseydiniz, o zaman bu kadar eleman neden çalıştıracaksınız, bu kadar riski neden alacaksınız. Onun için bizim sektörel yaklaşımımızın sağlıklı, rasyonel bir söylem ve eylem bazında götürülmesi gerekiyor." (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1882865-simsek-bankaciligin-karlilik-oranlarinda-kritik-esige-geldik).
Şimşek’in buradaki ölçütü özsermaye/kârlılık oranı. ‘Aşırı’ kârdan bahsedenlerin ölçüsünün ne olduğu ise belirsiz.
Devlet devamlı borçlanma ihtiyacı içinde. Bunun için tahviller çıkarıyor. Banka sahipleri bankacılık faaliyeti yapmayıp özsermayeleriyle sırf Hazine borçlanma senedi satın alsalar -hiç riske girmeden- hatırı sayılır getiri elde ederler. Durum buyken, yatırımcılar banka kurmak ve ayakta tutmak için çalışma yoluna gidiyorsa bu ülkeye büyük katkıdır. O yüzden özsermaye kârlılığının enflasyon oranı ve hazine borçlanma oranı gibi kıstas seviyelerden yukarı tırmanması arzuya şayandır; üzülecek değil sevinilecek bir durumdur.
Türkiye’de geçen yıl sektörün özsermaye kârlılığı azalma eğilimindeydi. Yaman Törüner Haziran ayında bu konuda şöyle yazmıştı:
“Bloomberg, Merkez Bankası, BRSA raporlarından yola çıkılarak Oliver Wyman tarafından geliştirilen grafikte, yıllar itibarıyla bankalarımızın vergi sonrası (post tax) hisse getirisi (return on equity) ve sermaye maliyeti (cost of capital) gösteriliyor. Sermaye maliyetinin hisse getirisinin üstünde olduğu durumlarda, bankalar sermayelerinden yiyor demektir. Bu durumda, bankaların borsalardaki hisse fiyatları defter değerlerinin bile altında gerçekleşir.
2010 yılından beri, Türkiye’de banka kârlılıkları sürekli biçimde düşüyor. Bu durum yabancı bankaların ülkemizi terk etmesine ve milli bankalarımızın da kredi verememesine neden oluyor. Yabancı hisse senedi yatırımcıları da ülkemizden çıkıyor. Artık bankalar büyümeyi bir kenara koyup, kârlılıklarını artırma yoluna gitmek zorundalar.(http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/yaman-toruner/dis-finansman-ihtiyacimiz-yuksek-2261947/)
Durum yeteri kadar açık. Ana sorun ise şu: Kârlılık artışını sorun olarak görenlerin bakış açısının piyasa süreci paradigmasına aykırı olması. Bankaların işleyişinin piyasadaki diğer firmaların işleyişinden çok farkı yoktur. Sektörün kârlılığını artırması orta ve uzun vadede piyasaya yeni girişlerin olmasını, mevcut oyuncuların da reel sektörü daha fazla destekleyebilmesini sağlar. Özsermaye kârlılığının artması sayesinde kredi kaynakları artar. Kredilerde artış kredi faiz oranlarını daha düşük seviyelere çeker. Sektörel bazda düşük bir özsermeye kârlılığı ise bunun tersine sebep olur. Kaynaklar azaldıkça kredinim fiyatı -yani kredi faizleri- yükselir.
Yaman Törüner'in belirttiği gibi 2010'dan bu yana bankaların öz sermaye kârlılığında bir düşüş vardı. Bu yıl tablo değişti. Bankalar daha yüksek kâr artış oranları yakalamaya başladı. Ama yine de bu iddia edildiği gibi ‘aşırı’ bir kârlılık değil. Türkiye ile benzer yapıdaki ülkelerle kıyaslandığında bir ortalama bir kârlılık düzeyi söz konusu.
Selva Demiralp tartışmaların hararetlendiği günlerde bu konuya şu satırlarla dikkat çekmişti:
“Geçtiğimiz haftanın gündeminde bankaların kârlılık oranı vardı. Kimi yorumcular bankaların çok kâr ettiğini ve sistemi sömürdüğünü ileri sürerken, kimisi mevcut kâr oranlarının makul seviyelerde olduğunu dile getirdi. Bankaların çok ya da az kâr ettiklerine neye göre karar vereceğiz?
Öncelikle kârlılık oranını nasıl ölçeceğimize karar verelim. Dünyada yaygın bir şekilde kullanılan kârlılık ölçüsü bankanın koymuş olduğu öz kaynağa oranla ne kadar kâr ettiğini gösteren ROE (Return on Equity) ölçüsü.
Öz kaynak kârlılığı değerine baktığımızda, Türkiye için son dönemde yüzde 15 üzerine çıkmış bir rakamdan bahsediyoruz. Tek başına değerlendirdiğimizde, öncelikle yüzde 10’luk enflasyon oranını bu nominal getiriden düşmemiz lazım. Çünkü koyduğunuz sermayeden enflasyonun üzerinde bir kâr etmezseniz net getiriniz olmaz.
Şimdi yüzde 15’lik ROE değerini benzer gelişmekte olan ülkelerle kıyaslayalım. NYU’dan Aswath Damodaran’ın yaptığı hesaplara göre Ocak 2017 itibarıyla gelişmekte olan ülkelerin bankacılık sistemi yüzde 14 ile yüzde 19 arasında bir öz sermaye kârlılığı değerine sahip. Riskin daha az olduğu gelişmiş ülkelerde kârlılık oranının da azalması beklenir. Nitekim oran ABD’de yüzde 9 civarındayken Avrupa’da yüzde 4-yüzde 7 aralığında seyrediyor. Avrupa için oldukça düşük olan bu kârlılık oranının ise otoriteler tarafından bir endişe unsuru olduğunun altını çizmek lazım.
Bu çerçeveden baktığımızda, son dönemde artmış da olsa bankalarımızın öz sermaye kârlılıklarının benzer risk profiline sahip gelişmekte olan ülkelere kıyasla yakın seviyede olduğunu görüyoruz. Üstelik bizim enflasyon seviyemizin gelişmekte olan ülkeler arasında da yukarıda olduğunu unutmayalım.” (http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/selva-demiralp/bankalar-cok-mu-kar-ediyor--2500038/
Bankalarımız kâr ettikçe güçlenir. Onlar güçlendikçe Türkiye’nin sermaye stoku artar. Artan sermaye stoku yatırıma daha fazla kaynak, daha fazla kaynak ise daha yüksek ekonomik büyüme demektir. Finans sektörünün sağlam olmadığı bir ülkede ekonomik büyümenin hayal olduğunu Türkiye zaten kendi tecrübelerinden biliyor. Bu yüzden, finans sektörümüzün güçlenmesi yönündeki her gelişmeyi sevinçle karşılamak lâzım.
Yazarlar
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları






















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.04.2021
24.04.2020
12.02.2020
13.11.2019
28.07.2019
28.05.2019
22.05.2019
14.05.2019
12.05.2019
18.04.2019