Ayşe HÜR
Adalet heykelinin sağ elindeki kılıç, adaletin dağıtılmasında gerekirse zor kullanılmasını, sol elindeki terazi ise hassasiyeti sembolize eder.
Gerek adli davalarda gerekse siyasi davalarda öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki, adalete duyulan güvenimin son kırıntıları da yok oluyor. Geçen yıl Anayasa Mahkemesi’nin yeni binasının önüne konulan Adalet Heykeli ile ilgili tartışmaları hatırladım. Konu tartışılmıştı çünkü Aslan Başpınar’ın eseri, alışılmışın dışında bazı özelliklere sahipti. Bir kere, eski heykel gibi ‘Grek stili’ giyinmemişti. Şalvar benzeri bir alt giysisi vardı. Üst giysisinin göğsünde ayyıldız vardı. Dahası, eski heykeldeki zayıf kadının yerini ‘balıketi’ denilen tipte, tombul bir ‘Türk kadını’ almıştı. Ama bunlardan daha fazla dikkati çeken, dünyadaki çeşitli adalet binalarının önüne dikilmesi âdet olan adalet heykelleri, adaleti kişilerin kimliğine bakmadan dağıttığını simgelemek için gözü bağlı tasvir edilirken, bizim heykelin gözleri açıktı.
Zeus’un eşi Themis ve kızı Dike
Batı’da bu tür heykellere esin veren, Eski Yunan’da adı Themis olan bir tanrıçaydı. Yunan mitolojisine göre Zeus’un eşlerinden biri olan Themis, tanrısal kuralları temsil ediyordu. Onun karşıtı ise insansal kuralları (yasaları) temsil eden Nomos’tu. Mitolojide, Themis’in bir efsanesi yoktu çünkü her yerde ve her zaman var olduğu kabul edilirdi. Themis’le Zeus’un kızı olan Dike de annesi gibi adaletle ilgili bir mitolojik figürdü. Eski Yunan’da mahkemede verilen hüküm için ‘diken didonai’ denilmesi Dike kültüyle ilgiliydi.
Neden gözleri bağlı?
Romalılar, Themis’ten ziyade Dike’ye benzeyen adalet tanrıçalarına Iustitia adını verdiler. Mitolojiye göre, Iustitia insanların gitgide daha çok suç işlemesi üzerine gökyüzüne çekilmişti. Bugün Batı dillerinde adalet kavramı için kullanılan ‘justice’, ‘justicia’, ‘justiça’ gibi kelimeler onun adından geliyor. Modern zamanlarda dünyanın değişik yerlerindeki adalet binalarının önlerine konması âdet olan heykeller de bu Iustitia’dan esinlenmiş. Batı’daki heykellerin genellikle sağ elinde bir kılıç, öteki elinde ise bir terazi olur. Kılıç, adaletin dağıtılması sırasında gerekirse zor kullanılmasını, terazi ise hassasiyeti ve hakkaniyeti sembolize eder.
Heykelin gözlerine gelince: Bizdeki kanının tersine, dünyada bu heykellerin bazen gözleri açık bazen kapalı. Yani bu konuda kesin bir kural yok. Ama ağırlıklı olarak gözü kapalı heykeller tercih ediliyor. Nitekim 13 Aralık 2012 günü Pınar Selek’in 14 yıldır derin güçlerce bitirilmeyen davasını izlemek için gittiğim ‘Avrupa’nın en büyük adalet sarayı’ diye takdim edilen adaletsizlik mekânının fuayesindeki iki devasa heykelin gözleri kapalıydı.
Bizdeki tartışmaya dönersek, belki de o günlerde Radikal’in eski yayın yönetmeni İsmet Berkan’ın dediği gibi “Adaletimiz, demokrasimiz, hukuk devletimiz, askerimiz, polisimiz, devlet düzenimiz, coğrafyamız, ‘şartlarımız’ bize özgüydü, bir de bize özgü Adalet Ana’mız oldu ve eksiğimiz tamamlandı, fena mı oldu?” demek lazım. Çünkü ancak böyle yaparsak yaşadığımız onca adaletsizliği makulleştirip, bu ülkede yaşamaya katlanabiliriz…
Övünmek gibi olmasın ama, biz bize benzeriz!
Bilirsiniz, ‘özbeöz yerli’ Adalet Heykeli’ni içimize sindirmemize yardımcı olan ünlü “Biz bize benzeriz” vecizesi Mustafa Kemal’e aittir. Eski olmasına rağmen etkileri günümüze kadar süren bir zihniyet örüntüsünü formüle eden bu cümleyi Mustafa Kemal 1 Aralık 1921’de TBMM’de yaptığı konuşmada sarf etmiştir. Hüseyin Avni (Ulaş) Bey’in başını çektiği muhalif İkinci Grup’un, kanunun yasama, yürütme ve yargı yetkilerini hükümetin elinde toplanmasına neden olduğunu yani ‘kuvvetler ayrılığı’ (yani demokrasi) değil ‘kuvvetler birliği’ (yani diktatörlük) ilkesine uygun olduğunu ileri sürmesi üzerine kürsüye çıkan ve 31 sayfalık uzun nutkuna başlayan Mustafa Kemal bir yerde şöyle der: “Efendiler bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir hükümet değildir. Ve gerçekten kitaplarda var olan hükümetlerin, bilimsel mahiyeti bakımından, hiçbirine benzemeyen bir hükümettir. Fakat milli hâkimiyeti, milli iradeyi oluşturan tek bir hükümettir, bu öze sahip bir hükümettir! İlmi ve sosyal noktadan bizim hükümetimizi ifade etmek gerekirse ‘halk hükümeti’ deriz!...Bundan dolayı bu ve bu gibi yönlendirmelerle ve açıklamalarla hükümetimizin dayandığı temelin, ilmi çalışmaya dayanan bir temel olduğunu açık bir şekilde görürüz, fakat ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş! Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle övünmeliyiz! Çünkü biz bize benziyoruz efendiler...” (Alkışlar, alkışlar...)
Bu sözler Cumhuriyet tarihi boyunca, en tepeden en alta toplumun her kesimi tarafından öyle beğenilmiş, öyle içselleştirilmiştir ki, ne zaman Türkiye demokrasi ya da insan hakları açısından eleştirilse, cevap hazırdır: “Ama biz Avrupa değiliz, bizim özel koşullarımız var.” Ne zaman dış politikadaki bir adımımız eleştirilse, cevap hazırdır: “Ama biz İsviçre değiliz. Bizim dört bir yanımız düşmanlarla çevrili.” Şimdi de ne zaman hukuk sistemimiz eleştirilse cevap hazır: “Ama biz AB ülkesi değiliz, bizim darbeci ordumuz ve derin devletimiz var!”
“Odunu koysam milletvekili seçilir”
Ama, bütün kabahati Mustafa Kemal dönemine yıkmayalım. 14 Mayıs 1950’de “Yeter Söz Milletindir” sloganı ile CHP’ye karşı ezici bir seçim zaferi kazanan DP’nin Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes’in kendi sınırsız gücünü övmek için söylediği “Odunu bile koysam milletvekili seçilir”, partili milletvekillerinin gücünü övmek için söylediği “Siz isteseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” vecizelerini hatırlayalım. 1957 seçimlerinde CHP’nin 31 milletvekilini 178’e çıkarması üzerine “Allah bir daha, 27 Ekim gecesini bana göstermesin” demek zorunda kalacak olan Menderes’in tarihten ders almadığını gösteren “Bu demokrasi değildir, kan davasıdır” sözü ise DP deneyimi için sonun başlangıcına işaret eder.
“Sizi ben bile kurtaramam”
18 Nisan 1960 tarihinde hükümetin CHP’nin ve bir kısım basının faaliyetlerini soruşturmak için bir tahkikat komisyonu kurulmasına karar vermesi ise sondan bir önceki durağa. İşte tam o günlerde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, rejimin ‘asıl sahibinin’ kim olduğunu hatırlatan o ünlü konuşmasını yapar: “Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam.” Ardından teyakkuz halindeki darbecilere yeşil ışığı yakar: “Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır!”
“Tenkit değil tenkil zamanıdır”
DP’li Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın yaklaşan darbeye karşı bulduğu çare ise ‘tahrikçileri tenkil etmek’tir. ‘Tenkil etmek’ ‘başkalarına ibret olacak şekilde cezalandırmak, uzaklaştırmak, sürmek’ anlamına geldiği için, konuşmanın muhatabı olan Prof. Ali Fuat Başgil, Bayar’ı yanlış duyduğunu düşünerek “Tenkit mi dediniz efendim?” diye sormuş, aldığı cevap “Tenkit zamanı çoktan geçti. Şimdi tahrikçileri tenkil zamanıdır” olmuştur.
Harbiyelilerin ve üniversite öğrencilerinin kulaktan kulağa saydıkları ‘555 K’ şifresiyle, 5. ayın 5. günü, saat 5’te Kızılay’da toplananlar, Menderes’i tartakladıklarında, Şevket Süreyya Aydemir’in iddiasına göre, o gün Menderes, Bayar’a istifasını sunmuş, ancak Bayar bunu kabul etmediği gibi Menderes’e “Kızılay’a git ve ateş emri ver” demiştir.
“Sel gibi kan akıtırım”
Ama Menderes ve Bayar ikilisi geç kalmıştır. İnönü’den işareti alan ordu 27 Mayıs 1960’ta iktidara el koyar. Temmuz başlarında Demokrat İzmir gazetesinde ‘demokratik’ (!) darbenin başı Cemal Gürsel’in şu sözleri okunur: “Gerekirse sel gibi kan akıtırım!” Kastettiği darbeye karşı çıkanlardır. Gürsel’in 16 Kasım 1960 tarihli İsveç gazetesi Dagens Nyheter’de çıkan demecindeki şu tehdit ise daha da tüyler ürperticidir: “Eğer yola yordama gelmezlerse, dağlı Türkler (Kürtler) rahat durmazlarsa, ordu, şehir ve köylerini bombalayıp yıkmakta, tereddüt etmeyecektir. Öyle bir kan gölü olacaktır ki, onlar da ülkeleri de yok olacaktır.”
“Sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz”
1970 sonrasının en ünlü siyasi figürü Adalet Partili Süleyman Demirel’in vecizelerini yazmaya kalksam bu sayfa dolar. Ama bunlar arasında biri vardır ki, Demirel’in ‘adalet’ anlayışını pek güzel sembolize eder. Şöyle ki, 23-24 Aralık 1978 günleri Kahramanmaraş’ta baltalı, palalı ülkücü-faşist saldırganlar tarafından, resmi rakamlara göre 111, gayri resmî kaynaklara göre bunun en az iki katı insanın (Alevinin), doğranarak, işkence edilerek, yakılarak katledilmesi, çok sayıda kadına tecavüz edilmesi, göğüslerinin kesilmesi, 552 ev ve 289 işyerinin tahrip edilmesinden sonra kendisini sıkıştıran gazetecilere Demirel şöyle der: “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz!”
“Asmayalım da besleyelim mi?”
1 Mayıs 1977, Çorum, Sivas, Kahramanmaraş katliamları ile ‘olgunlaştırılan’ koşulların sonucu 12 Eylül darbesi olur. Darbecilerin başı Kenan Evren’in en meşhur sözü, “Asmayalım da besleyelim mi?” olacaktır. 17 yaşında olduğu halde adli tıp raporu ile yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’le ilgili bir soruya cevap verirken söylediği bu yüz kızartıcı söz, bu toplumun asırlardır siyasi sorunları çözmek için bulduğu en etkili yolun, “Kuracaksın meydana darağacını, sallandıracaksın üç beş tane!” şeklindeki zihniyet kodlamasının yeniden formüle edilişinden başka bir şey değildir. Evren idam deyince susmayı bilmez: “Bize ‘sizde niye idam var?” diye soruyorlar. Biz onlara soruyor muyuz ‘sizde niye idam yok’ diye?” der, “Adalet yerini bulsun diye bir sağdan bir soldan asıyorduk. Eğer sağdan 2 asmışsak ertesi gün 2 de soldan asıyorduk” der, der oğlu der…
Vecize fabrikası Kenan Evren “Çankaya’yı artık bırakıyorum. Heveslileri gelsin, biz hevesimizi aldık” dedikten kısa süre sonra ülke ‘sivillere’ (!) teslim edilir. Darbecilerin kurdurdukları MDP’nin Genel Başkanı Turgut Sunalp, gözaltına alınanlara işkence yapıldığı ve copla tecavüz edildiği haberlerine sinirlenir ve tarihe geçen şu vecizeyi yumurtlar: “Niye cop kullansınlar, taş gibi delikanlılarımız var!” Neyse ki, bu sözün hayırlı bir sonucu olur ve Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) seçimlerde bir varlık gösteremez.
" Birkereden bir şey olmaz "
Darbe sonrası döneminin yıldızı Turgut Özal’ın yerel seçimlerin beş yılda bir yapılmasına ilişkin anayasa hükmünü soran gazetecilere “Anayasayı bir kere delmekten bir şey olmaz” demesi, “Bu kadar az maaşla nasıl geçinilecek?” sorusuna “Benim memurum işini bilir...” cevabı vermesi, 1991 yılında “Irak Savaşı’na Amerikalıların yanında girersek bir koyar üç alırız” demesi Evren’in sözlerinden sonra insana öyle masum gelir ki...
Necmetin Erbakan’ın Refah Partisi (RP) ile Tansu Çiller’in Doğru Yol Partisi’nin (DYP) Refah-Yol Koalisyonu’nu kurmasından sonra Erbakan’la Çiller dönemin ‘adalet’ anlayışını anlatan bir vecize yarışına girerler. Örneğin 1996 yılında, derin devletin kirli çamaşırlarının bir araba kazasında ortaya dökülmesi demek olan Susurluk Skandalı’ndan sonra Başbakan Yardımcısı Çiller, “Bu millet uğruna, ülke uğruna, devlet uğruna kurşun atan da yiyen de her zaman bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidirler...” diye çetelere koltuk çıkacak, Başbakan Erbakan skandalın aydınlatılmasını isteyenleri “glu glu dansı yapıyorlar” diye alaya alacak, Adalet Bakanı Şevket Kazan, Avukat Ergin Cinmen’in önderlik ettiği Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Kampanyası’nı yürüten sivil toplumu “Mumsöndü oynuyorlar” diye tahkir edecektir.
2002’den beri sahnenin esas yıldızı Tayyip Erdoğan. Gerek içerde, gerekse dışarıda birilerine sürekli kükreyen Erdoğan’ın ‘adalet’ konulu özlü sözleri arasında benim favorilerim, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması bağlamında yaptığı “Yargıya zaten gerekeni söyledik” itirafı ile Muhteşem Yüzyıl’ın yayından kaldırılması bağlamında yaptığı “Bu konuda ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gereken kararı vermesini bekliyoruz” açıklaması. Sadece bu iki cümle bile, Mustafa Kemal’in 1921’de “Biz bize benzeriz” savunmasını yapmasına neden olan “Rejimimiz kuvvetler ayrılığına mı yoksa kuvvetler birliğine mi dayanıyor” sorusunun günümüzde de geçerliliğini koruduğunu düşündürmüyor mu size? Bana fena halde düşündürüyor...
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016