Cemil KOÇAK

Cemil KOÇAK
Cemil KOÇAK
Tüm Yazıları
Herkesin Birbirine Titizlendiği Bir Demokrasi
25.02.2011
3526

“Yirmi birinci yüzyıl asıl şimdi başlıyor.” Son on yıl içinde bu söz farklı bağlamlarda birkaç kez dile geldi. En sonuncusu Barack Obama Amerika’ya başkan seçildiğindeydi. Ama ne yazık ki hiçbir seferinde gerçek bir yeni başlangıç yaşanamadı. Oysa Başkanlık yemin töreninde ve hele birkaç ay sonra Kahire’de yaptığı konuşmalarda Obama nasıl da umut vermişti herkese.

Şimdi, diye düşünüyor insan, acaba birkaç on yıl sonra tarihçiler 25 Ocak 2011’i dünya çapında yeni bir başlangıcın tarihi olarak mı kabul edecekler, dünya gelişmesi ele alınırken Tahrir öncesi ve Tahrir sonrası diye mi konuşuluyor olacak? (Tahrir’in Arapça Özgürlük demek olması ne güzel bir rastlantı!)

Mısır’da Mübarek sonrası nasıl bir rejim ortaya çıkacak, kimse bunu öngörebilecek durumda değil. Ancak öyle şeyler yaşandı ve yaşanıyor ki, ne olursa olsun, sadece Mısır değil bir bütün olarak Ortadoğu, dolayısıyla tüm küresel gelişim geri dönüşü olmayan yeni bir sürece adım atıyor gibi görünüyor.

25 Ocak 2011 sadece “Mübarek sonrası bir Mısır’ın başlangıcı” olarak kalacak gibi değil. Tahrir Meydanında asıl yepyeni bir halk hareketi boy attı. Eşi benzeri sadece Doğu’da değil, Batı’da görülmedik bir hareket bu. Tarih bu kadar geniş ve bu kadar barışçıl ve bu kadar kararlı bir eyleme daha hiç tanık olmadı. Hemen her sınıftan insanlar, işçiler, küçük işletmeciler, gençler, erkekler-kadınlar, özellikle kadınlar, başı örtülü-başı açık kadınlar, İslamcı kadınlar-feminist kadınlar, Müslümanlar-Kipti Hıristiyanlar, liberaller, solcular, Marksistler, Müslüman kardeşler, genç demokratlar; günlerce hep birlikte özgürlük ve adalet, sivil ve demokratik bir rejim talebinin ardında durdular ülkeleri için, tüm halk için. Hiçbiri sadece kendisi için bir şey istemedi, hiçbiri öne çıkmaya, kendi hegemonyasını dayatmaya çalışmadı. Hepsi de belki hayatlarında ilk defa bu kadar farklı kesimlerle, değişik kimliklerle bir araya geliyordu. Eylem içinde birbirlerini anlamaya başladılar, karşılıklı empatiden aralarında benzersiz bir dayanışma oluştu. Daha birkaç hafta önce İskenderiye’de birbirlerini telef eden Müslümanlarla Kiptiler, şimdiTahrir Meydanında birbirlerinin ibadetine muhafızlık yapıyordu. Mısır halkı – temsilcileri değil – ülkesinin tarih yapıcı aktörü olarak rol almaya başladı.

Uzun yıllardır, otoriteye ve dine boyun eğmeye alışmış, Amerika’nın kuklası diktatörlük rejimlerinin kölesi, geri, tembel ve uysal bir halk olarak aşağılanan Araplar şimdi başı dik ve gururlu, kararlı ve dayanıklı bir halk olarak ayağa kalkıyor. Ve Tunus ve Mısır’daki gelişmeler tüm Arap dünyasında geniş yankı buluyor. Çünkü herkes bunun Arapların kendi içlerinden besleyip geliştirdiği bir başkaldırı olduğunu görüyor. Evet, tarihte ilk kez Batı’nın desteği olmadan, hatta bir yerde Batı’ya rağmen demokratik bir hareket yükseldi.

1990’larda Soğuk Savaşın sona ermesiyle tüm dünyada onlarca yıl tarih sahnesinden uzak kalmış halklar art arda kendi kaderlerini ellerine almak için ortaya çıkmaya başladılar. Son on yıldır Türkiye’de yaşanan demokratikleşme gibi şimdi Mısır da başlayan gelişme de bu sürecin bir parçasıdır. Bütün bu gelişmeleri, Batı’nın iki yüz yıllık hegemonyasının sona ermesi, gücün Doğu’ya ve Güney’e doğru kaymaya ve merkezlerden çeperlere doğru dağılmaya (ya da asimetrik küreselleşmenin simetrikleşmeye) başlaması süreçleri içine de yerleştirebilirsiniz.

Batı - ve sadece ABD yönetimi değil, AB de - Mısır’da hiçbir önemli etkide bulunamadı. ABD başkan yardımcısı Biden, Dışişleri Bakanı Clinton ve Savunma Bakanı Gates batının çıkarını Mısır halkının demokratik taleplerini desteklemekte değil, demokratik bir Mısır’ı kendi işgalci ve uzlaşmaz politikası için bir tehdit olarak gören İsrail yönetiminin (ve Suudi rejiminin) müttefiki Mübarek’i ayakta tutmakta gördüler. Beyaz Saray’daki daha genç danışmanların kendisine sürekli Kahire konuşmasını hatırlattıkları ve tarihin yanlış tarafında yer almaktan uzak tutmaya çalıştıkları Başkan Obama ise “tarihin gelişmesine tanıklık etmenin” ötesine pek geçemedi. “ AB’nin üzerine ise sanki ölü toprağı serpilmiş gibiydi.

Oysa tüm dünyanın televizyonlardan an be an izlediği Tahrir Meydanından ne onlarca yıl Mübarek rejimine arka çıkmış olan ABD’ye karşı ne de Filistin halkına karşı Mübarek’le uzlaşmış olan ve şimdi ona destek çıkmaya çalışan İsrail’e karşı tek bir ses, tek bir protesto yükseldi. Arap sokaklarında hiç görülmedik bir şeydi bu, Mısır halkının olgunluğunun ve sadece kendi ülkesini özgür ve demokratik görmekten başka bir şeyin peşinde olmadığının açık bir göstergesiydi. O nedenle bu kadar sahici ve hakiki bir özgürlük talebinin sağa sola çekiştirilmesi, saptırılarak yorumlanması da mümkün olmadı.

Türkiye’de 2000’li yıllarda İslam ile demokrasinin buluşmasından sonra, şimdi 2010’larda Mısır’da başlayan süreçle, İslam ile demokrasi kendine özgü yeni bir tarzda ve bir daha geri döndürülemez biçimde iç içe geçecek gibi görünüyor. İslam siyaseti değiştirmeye devam ederken, siyaset de İslam’ı değiştiriyor. Ve Tahrir meydanındakiler bir yandan böyle mutlu bir doğuma ebelik yaparken bir yandan da El Kaide vb.’nin mezarını kazıyorlar.

Yalnız onların mı? Demokratik bir Mısır koşullarında artık Mısır halkının iradesini de dikkate almak zorunda kalacak olan İsrail yönetimi Siyonist politikalarını nasıl sürdürülebilir? “İslam ile demokrasi bir arada var olamaz” safsatasını yerle bir edecek olan demokratik bir Mısır koşullarında, Lübnan’da Hizbullah’ı, Filistin’de Hamas’ı bahane ederek Arap-İsrail barışını zora sokanlar ve onlara destek olanlar daha ne kadar dayanabilir? Mısır’da askeri diktatörlüğün barışçı yollardan yıkıldığı koşullarda diğer bazı Arap ülkelerindeki diktatörlük rejimleri ne kadar ayakta kalabilir? Ve Batının yeni bir soğuk savaş başlatmak peşindeki gerici güçleri İslam’ı bir tehlike olarak göstermeye daha ne kadar devam edebilir? Ya kendi halkının Mısır’daki ayaklanmayı desteklemek için gösteri yapmasını engelleyen İran yönetimi şimdi ne yapacak?

2011 Tahrir Meydanının sonuçları ne 1979’un Tahran’ına ne 1989’un Berlin’ine benzeyecektir. O meydanda ve tüm Arap sokaklarında şimdi yepyeni bir halk demokrasisinin temelleri atılıyor. Başarının elde edilmesi kuşkusuz zaman alacak, acılı ve sancılı, belki de gelgitli olacaktır, ama artık Mısır ve Ortadoğu bir daha hiçbir zaman 25 Ocak 2011 öncesinin Mısır’ı ve Ortadoğu’su olmayacaktır.

Ve dün Ortadoğu’da her bir önemli politik gelişmenin arka planında Amerikan petrol şirketleri yer alırken (ya da Latin Amerika’daki her bir darbeye Şili’de A&TT’nin olduğu gibi Amerikan şirketlerinin adı karışırken), bugün Mısır’da ağızdan ağza dolaşan “Amerikan” markaları Facebook, Twitter, iPhone ve Google oluyor. Silahlar susuyor, internet konuşuyor. Çağ gerçekten değişiyor.

Mısır’daki gelişmelerden biz Türkiyeliler ne gibi bir sonuç çıkarmalıyız? Kimisi bu gelişmelerin ekonomik olarak Türkiye’ye büyük fırsatlar sunacağını, bölgede ekonomik gücümüzün artacağını, kimisi bu ülkelerden kaçacak yabancı sermayenin Türkiye’ye akacağını söylüyor, kimisi de Türkiye’nin bölgedeki politik gücünün çok daha artacağını belirtiyor. Olabilir de olmayabilir de. Mısır’ın ve diğer Arap ülkelerinin kendilerine Türkiye’yi model almalarını tavsiye edenler de yok değil. Oysa onlar Tahrir Meydanında kendi modellerini kurdular bile. Ve bizler de gözlerimizi asıl Tahrir Meydanındaki insanların yaşadığı dönüşüme dikmeliyiz. Onu kendimize örnek almalıyız.

Çok farklı kimliklere, geçmiş deneyimlere ve çıkarlara sahip insanlar arasında orada bir empati oluşuyor, insanlar birbirlerini tanımaya başlıyorlar, özlemlerini paylaşıyorlar ve birlikte geleceklerini müzakere ediyorlar. Bu sayede birlikte yeni bir halk demokrasisinin temelini atıyorlar. Müslüman Kardeşler, “Bizim özel bir gündemimiz yok, gündemimiz Mısır halkının gösterilerde dile gelen gündemi” diyor. Cumhurbaşkanlığı için aday çıkarmayacaklarını açıklıyorlar. Eylemleri başlatan ve geliştiren yeni genç demokratlar hiçbir şekilde liderlik peşinde koşmuyor. Liberal Baradey her konuşmasında bütün tarafları dikkate alıyor. Herkes birbirine titizleniyor.

Türkiye’nin de asıl böyle bir yaklaşıma ihtiyacı var. Türkiye’de demokrasi isteyenler ile askeri vesayet rejimi sürdürmek isteyenler arasındaki çelişki aslında çoktan çözüldü. Kaybeden kaybetti, kazanan kazandı. Önümüzde artık böyle bir ikilem yok. İktidar ile muhalefetin niçin sanki hâlâ bir geri dönüş olasılığı varmış gibi kamplaştığını ve ağız kavgasını sürdürdüğünü anlamak mümkün değil. Bunun kimseye bir yararı yok. Olsa olsa bilinçteki ataletin bir sonucu olabilir bu.

Anlayışlarımız, yaşam tarzlarımız, inançlarımız, kimliklerimiz ne kadar farklı olursa olsun, bizim şimdi birlikte yeni bir rejim kurmamız gerekiyor. Demokratik bir rejim herkesi dikkate alan, ama kimsenin damgasını taşımayan bir rejimdir. Bunun iç in yapıcı diyaloga, karşılıklı anlayışa ve müzakereye ihtiyacımız var. İşte şimdi hep birlikte yeni ve sivil bir Anayasa yapmak hedefi bize böyle bir müzakere için büyük bir fırsat sunuyor. Ve inanır mısınız, hiçbir şey, Türkiye’nin sadece Ortadoğu’daki değil, tüm dünyadaki etkisini böyle bir müzakereyi başarıyla sonuçlandırmaktan daha çok artıramaz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar