Cengiz AKTAR

Cengiz AKTAR
Cengiz AKTAR
Tüm Yazıları
Barışı anlamak değil kurmak
19.03.2013
3108

 Gayet istikrarlı bir barış projesi olan Avrupa Birliği’nin kurucu babası sayılan Jean Monnet’nin anlamlı bulduğum bir meseli var. “İnsanlar olmaksızın hiçbir şey mümkün değildir, kurumlar olmaksızın hiçbir şey kalıcı değildir.” Kuruluş döneminde atılan şu dâhiyane adımı hatırlayalım: Almanya ile Fransa’nın kömür ve çelik üretimlerinin denetimini ulusüstü bir otorite Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’na devrederek silâh üretiminin en hayatî iki girdisini karşılıklı denetleme imkânına kavuşmaları. Somut ve hemen hayata geçirilen bu kurum bugünkü Avrupa Komisyonu’nun atasıdır. Gerisi mâlum.

Yıllardır sürekli kullandığımız, ağızlarda sakız olmuş ama nasıl inşa edildiğini pek bilmediğimiz “barış” ile ocak ayı başından beri yeniden haşır neşiriz. Daha birkaç hafta öncesine kadar “barış” sözünün içinin nasıl Kürt siyasetince boşaltıldığı konuşulurdu. Bu defa işin ciddî olduğu konusunda sade lakırdı değil epey bir emare var. Her şeyden önce artık iki taraf var ki bugüne dek olduğu pek söylenemez. Ardından normalleşme emareleri her gün artıyor. Sembolik değeri çok yüksek beyanlar, karşılaşmalar, jestler art arda geliyor. Normalleşmeden ziyade kanıksama hâline doğru hızla evriliyor toplum. Bu çok hayırlı bir gelişme.

Eğer işler rast giderse çözüm, tıpkı zamanında Avrupa Birliği süreci gibi, bunu başka hedefler doğrultusunda araçlaştırma niyetlerini boşa çıkaracak bir dinamik yaratabilir. Çatışma çözümünün olmazsa olmazı demokratikleşme sadece Kürtleri değil Türkiye’yi, hatta komşu bölgeyi “iyileştirme” potansiyeli taşıyor. Yavaşça yerleşecek özgüven, korkuyla beslenen milliyetçiliklerin zamanla üstesinden gelecek inşallah.

Diğer tarafta, ilk adımların biran evvel kalıcı çözümün önünü açması için telâşlananlara ayar veren, sürekli ak-kara denklemler kuran bir “barış polisi” türedi. Barışın bekası bağlamında Başbakan’ın başkanlık muradını, hükümetin süren otoriter uygulamalarını, anayasa yazımının akıbetini ve kurumlaşma konusundaki muğlâklığı soranı linç ediveriyorlar. “Barış, çözüm, AKP karşıtı”! “Silâh, kan, savaş taraftarı”!

Bu tuhaf ruh hâlini açıklamak bir bakıma zor değil. “Barış gelecekse onu da biz yaparız” tarzı yaygın. Keza savaşın yarattığı bıkkınlık barışın bekası konusunda en küçük sorgulamayı tahammülsüz kılmış durumda. Ama bu aynı zamanda barışın kendi kendine yeten bir dinamik olma vasfı taşıdığını, hiçbir müdahale kaldıramayacağını iddia etmek demek. Sürecin içini dolduramama tehlikesini beraberinde getiren bir nevî barış fetişizmi.

Oysa barış kurum ister. “Haydi, öpüşelim, barışalım” gibi bir iş değil. Anayasal-Yasal Değişiklikler,Af-Geri DönüşSilâhsızlanma-Terhis-Topluma KazandırmaDil-EğitimHakikat-UzlaşmaAdemimerkeziyet-Bölgeselleşme ve Öncelikli Ekonomik Bölge olarak yedi temel fasılda ele alınabilecek dünya kadar iş bizi bekliyor.

Ama koşullar şizofrenik. Bir yanda Başbakan ile Bülent Arınç ve Beşir Atalay gibi önde gelen hükümet yetkililerinin her şeyi göze alarak barışa doğru ilerleyeceklerini yineledikleri güçlü beyanları barışı hep gündemde tutuyor. Önümüzdeki perşembe 21 mart sade bu baharın değil istikbalin milâdı gibi bekleniyor. Ama eşzamanlı olarak barışın kalıcı olabilmesi için gereken demokratik anayasanın üzerinde yerli başkanlık sisteminin karabulutları dolaşıyor. Kürt siyasetinin ise tek hedefi Abdullah Öcalan’ın bırakılması.

Oysa tesadüfe bakın ki Türkiye tam da barış/çözüm konuşurken bir de anayasa yazıyor. Şimdi, o barış ile o çözümün içini doldurmanın en şeffaf, en özlü ve en kapsamlı yolu yazılan anayasaya barışın kurulması ve kalıcı olmasına imkân verecek hayatî düzenlemelerin biran evvel dâhil edilmesi değil midir? Aksine anayasa yerine dayatılan yerli başkanlık sistemi o barış ile o çözümün bekasını sekteye uğratacak düzenlemeler içermiyor mu? Temel paradoksumuz bu.


Çözüm CHP’yi çözecek gibi

Şifa sürecinden yararlanmakta zorlananlar yüz yıldır ve yakın zamana kadar sistemin sahibi olan kurucu iradeye tapanlar. Yeni sisteme ayak uydurmalarının zorluğu, çözümün taşıyıcıları olan dindarlar ve Kürtlerin eski sistemin “dışlanmış paryaları” olmalarından kaynaklanıyor. Bu yüzden çözüm CHP’yi iyice marjinalleştiriyor. Hızla milliyetçi, ulusalcı neyse, uçlara savuruyor. Parti kurmayları ne derse desin, çözülmesi mukadderdir. Tam da bu yüzden bu çözümün kişilere değil başta anayasa olmak üzere kurumlara dayanması önemli. Bölünmüş CHP’den arta kalacak aklın kalıcı barış için elini taşın altına koyabilmesi için.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Ad Soyad Giriniz...

    Ad Soyad Giriniz...

    6.01.2013 05:23

    Kimsenin bilmedigi detaylarin ajitator yazarlara ulasiyor olmasi bile bu surecin aslinda bir muzakere/baris sureci olmadigini gosteriyor. Ciddi bir katliam planinin finale yakin asamalrindan birinde oldugumuz cok acik. Kimse kendini kandirmasin.

Yazarlar