Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
‘Pasif içicilik’ hali
21.04.2013
4332

 Sigara konusu toplumsal tartışmalar açısından temel haklar meselesine benzeyen bir süreçten geliyor.

Önceleri sigara içenlerin kendilerine verdikleri zarar vurgulanır, kanser tehlikesine işaret edilirdi. Sonraları sigaranın genetik yapıyı etkileme ihtimali ön plana çıktı ve hamile kadınların embriyoyu daha oksijensiz bir ortamda büyütmesinin zararları keşfedildi. Nihayet son dönemde sigara içenlerin sadece kendilerine değil, fiziksel olarak onlarla temasta olmayan yakındakilere de zarar verdiği genel kabul görüyor. Böylece ‘pasif içicilik' kavramı ile tanıştık. Başkalarının içiciliği nedeniyle sigara içmemiş olanın da olumsuz etkilenmesini ifade ediyor.

Ancak pasif kavramını salt bu sınırlı haliyle düşünmek zorunda değiliz. Eğer mesele başkasının yaptığı eylemden etkilenmek ise, bu etkilenmenin olumsuz olduğu kadar olumlu sonuçlar da verebileceğini öngörebiliriz. Örneğin sağlığına dikkat ederek yaşayan birinin hayata daha iyimser bakabileceğini ve bu durumun o kişinin çevresindekilere enerji verebileceğini tahayyül edebiliriz. Söz konusu aktif/pasif eylem ve etkilenme örnekleri toplumsal alana gelindiğinde ise çok daha fazla ve kalıcı etkiye sahip. Basit bir örnek, parasını har vurup harman savuran bir babanın çocuklarını fakir bırakması veya tersine birikim yapan birinin çocuklarını ihya etmesi olabilir. Ancak konu genelde sosyali ilgilendirdiği andan itibaren karşımıza sigara konusunu aşan bir unsur çıkıyor: Ahlak. Sigara içip içmemenin ahlaki bir yanı yok… Hatta çevremizi olumsuz etkileyen eylemlerin de çoğunlukla ahlaki bir yanı bulunmuyor. Parayı çarçur eden bir babayı sırf bu tercihinden ötürü ahlaksız ilan edemeyiz. O baba parasını ahlaki bulmadığımız eylemlerde harcasa bile, ne babanın çocuklarla ilişkisinin gayrı ahlaki olduğunu söyleyebiliriz ne de çocukların ahlaki sorumluluğunu sorgulayabiliriz. Ama ya çocuklar babanın gayrı ahlaki eyleminden yararlanmışlarsa? Mesela baba hak etmediği bir malın üzerine oturmuş ve çocuklar da o zenginliğin faydasını görmüşlerse? Bu durumda ‘pasif içiciliğin' epeyce kazançlı, ancak aynı zamanda gayrı ahlaki bir niteliğe sahip olduğunu teslim etmek zorunda kalırız.

‘Ermeni meselesi' denen şeyin bugünü etkileyen en önemli yönü budur. Yüzbinlerce insanın bilerek ölüme gönderilmesi bir vahşet, bir trajedi ve doğal olarak Ermeniler için mukayesesiz bir olay. Diğer taraftan tarih buna benzer irili ufaklı yüzlerce olayla dolu… Ama Ermenilerin sürülmesi ve yok edilmesinin belki de bugüne uzanan esas toplumsal etkisi, yüzyılların birikimi ile gelen olağanüstü bir mal ve mülk miktarının ‘Türklere' aktarılmasıdır. Çünkü bu sistematik eylem yüzlerce imtiyazlı aile üretti ve bunlar Türkiye'nin kurucu sosyal elitini oluşturdular. Bugün hali vakti yerinde ailelerin, başarılı işadamları, akademisyenler, bürokratlar ve gazetecilerin önemli bir kısmı aslında ‘pasif içici' konumundalar ve aile büyüklerinin gayrı ahlaki tasarrufu üzerinden geçinmeyi sürdürüyorlar.

Peki ya ‘Kürt meselesi'? Acaba onu da böyle bir perspektife oturtabilir miyiz? Büyük çoğunluğumuz Kürtleri Dersim'de vuran, onları onlarca yıl baskı altında tutan, yaşadıkları bölgenin gelişimini engelleyen, dillerini konuşmalarını yasaklayan, kültürlerini yaşamalarına imkân tanımayan yönetici ve karar alıcı kadronun parçası veya uzantısı değiliz. Yani Kürtlere zulmeden iradeyi bir ‘aktif' tavır olarak tanımladığımızda, kendimizi onun dışında, dolayısıyla ahlaki yükümlülüğün de uzağında sayabiliriz. Ne var ki Kürtlerin kamusal alanın dışında kalmasıyla ortaya çıkan vatandaşlık fazlasıyla ‘Türk' olunca, devletçe ‘Türk' addedilenlerin de kamusal alandaki payları ve imtiyazları haliyle arttı. Bizler bu imtiyazları fark etmek bir yana kendi mağduriyetlerimizden hareketle Kürtlerin ne yaşadığını hiç anlamamış olabiliriz. ‘Türk' olmanın, sayılmanın ve hissetmenin kendiliğinden daha özgür bir Türkiye'de yaşamayı sağladığını, daha fazla hak sahibi olma anlamına geldiğini idrak etmemiş olabiliriz. Ama durum buydu… Kürtleri ikinci sınıf yapanlar bu stratejinin ‘aktif' yürütücüleri idi. Onun dışındaki milyonlarca insan ise bu gayrı ahlaki tutumun ‘pasif' yararlanıcıları oldular. Şimdi ‘çocukların' babalarının kefaretini ödeme ve üzerlerine yapışmış olan ahlaki zaaftan kurtulma zamanı. Kendi kimliğinin zımnen bir imtiyaz alanı oluşturduğu her toplumda, o kimliği taşıyanların diğer kimliklere karşı bir ahlaki borcu vardır. Özellikle ahlakı anlamlı bir değer olarak görenlerin sahip çıkması gereken bir borç…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar