Ferhat KENTEL
Memleket sathında en son dinlemeler, dinleyenleri dinlemeler ve daha bilumum alanda cephe savaşları alıp başını giderken, bu savaşların çeşitli boydaki dalaşları bizim dünyalarımıza kadar geldi. Ve dışarıda siperlerde insanlar savaşmaya devam ederken, belki birileri bana"tehlikenin farkında olmadığımı" söyleyecekler ama olsun, ben biraz iç dökme derdindeyim.
Şuradan başlayayım: Düne kadar başkaları tarafından "hain" ilan edilirken, birlikte "ihanet ettiklerimiz" yanlarındakini yani bizi "hain" görmeye başladılar. Onların serdettiği analizler kafamıza yatmayınca, söyleyecek başka şeylerimiz olunca, düne kadar "hocam valla sen en büyüksün, bir tanesin, sosyolojiyi senden öğrendik" diyenler tarafından "geri zekalı", "kullanışlı aptal", "beyaz liberal", "AKP düşmanı" ve daha bilumum "yüksek seviyeli analizlere" tabi tutulduk.
Serbestiyet'te birbirimizin aldığı tavırlara şaşırıp durduk. Önce "Yolsuzlukları ve Ergenekoncuları AKlama" bildirisiyle bir kıyamet koptu; bu bildiri birilerine aşırı derecede dokundu. Bazı arkadaşlarımız bu bildiriden ötürü, "nasıl olup da darbenin ayan beyan olduğunu görmediğimizi ve bu kadar aymaz olduğumuzu" dillendirip durdular. Başka "arkadaşlarımız" da alenen aşağılayıp, her türlü hakareti ettiler. Tabii ki, ben de AKP'nin inşa ettiği "kamu oyu" ve ürettiği hegemonik söylemle, darbe olduğuna dair bu kadar sorgusuz sualsiz empati ilişkisi kuran "aydınlara" çok "şaşırdım".
Mesela patenti Lenin'e atfedilen, daha sonra bir zamanlar Sovyetler'i destekleyen solcu / komünist entelektüeller için sağcı liberallerin kullandığı ve en son geçtiğimiz ay Fransız bir gazetecinin Türkiye üzerine yaptığı bir haberde AKP'ye destek vermiş "solcu", "demokrat", "liberal" aydınlar için kullandığı "faydalı aptallar" lafı birileri için epey kullanışlı bir metafor oldu.
Daha önce de "AKP'ci" olarak varsayıldığımız için, bir takım "solcular" tarafından buna benzer sıfatlara layık görülmüştük. 12 Eylül referandumunda "ya bir dakika, evet ama yetmez; daha çok demokrasi!" dediğimiz için, AKP'cilik yapmakla (ihanet etmekle) suçlanıp, toptancı solculardan yediğimiz hakaretler bu tür şeylerdi. Onlar, bizim "ihanet ettiğimiz", "AKP yardakçısı olduğumuz"la kafayı bozmuşlardı. "Hayat bu kadar 'evet' ve 'hayır' gibi siyah ve beyaz değil" dedik diye oldu bu. Bugün ise gene "Hayat bu kadar siyah beyaz değil; AKP melek değil; yolsuzluk var. Neden 'darbe var' diye yolsuzlukların üzerine gidilmesin?" dedik diye gene en yakınlarımızdan kişiye özel ("siz zaten şöylesiniz..." vb.) hakaretler yedik.
Geçtiğimiz günlerde de yukarıda adı geçen bildiriyi yazdığımız için "sivil darbe" konusunda bizi aymazlıkla suçlayanlar tarafından"Cemaat'in faydalı aptalları" ya da "Cemaat'in taşeronları" sıfatlarıyla tanımlandık. Tabii Türkiye'de yıllardır (daha bu hakaretleri yapan arkadaşlar piyasada yokken) "AKP'nin devrimi"nden bahseden benim gibi birine ulusalcıların / ulusolcuların bu tür hakaretler etmesi anlaşılabilir bir şey de (ne de olsa "sol'a ihanet etmiştik");AKP'nin kuytusundan salvo atışında bulunanlarınki haliyle biraz zavallı kaçıyor.
Yıllardır kutuplaşmaya dair bir şeyler söylemeye çalışıyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna sinen, "Vatan Cephelerine", çeşitli boydan darbelere, sol-sağ çatışmalarına, 80 öncesi solculuğuna uzanan ve hep "ötekinden nefret" üzerine kurulu olan siyasal kültür ve dillerden kendi adıma çok ders çıkardım. Patolojik siyaset algısının damgasını vurduğu gençlik yıllarımdan bu yana bütün derdim neredeyse bu ikili dillere karşı ne halt edebilirim diye düşünmek oldu. Doktora tezimi bile "İslamcı ve solcu-devrimci entelektüellerin totalitarizm karşısında ortak demokrasi potansiyelleri" üzerine yazdım. Bugün de en çok bu memleketin siyasal kültürünün kutup hastalığına tahammül edemiyorum.
Öyle bir siyasal kültür ki, "sen zaten kötüsün, özünde kötüsün" diyen ve dolayısıyla önce kendini bir tarafa yerleştiren; daha sonra o pozisyona uygun olarak "karşısındaki kişiye uygun laf ve argüman" üreten ve ötekinin her dediğine karşı çıkan bir ruh halini sürekli besleyen bir siyasal kültür... Aslında gayet evrensel bir durum bu da... Acıklı insan hallerinden... Ferda Keskin'den öğrendiğimi satayım burada: Latinler buna "argumentum ad hominem" demişler...
O kadar belden aşağı ve o kadar cemaat mantığıyla çalışan bir dünya ki... Aman yanlış anlaşılmasın; tek bir cemaatten (F. Gülen Cemaati) bahsetmiyorum; bugün AKP ve Erdoğan'ın ve de onun her dediğine medyada alkış tutmaya çalışan aparaçiklerin (yani hükümet aparatına yamanmış insanlar) oluşturduğu cemaatten de bahsediyorum. Bunların durumu klasik bir cemaatten hiç farklı değil. Üstelik, gördüğüm kadarıyla "Gülen Cemaati adına bir özeleştiri" Today's Zaman yazarı İhsan Yılmaz'dan geldi; ancak AKP cemaatinin aparaçiklerinden böyle bir ses duymak henüz mümkün olmadı.
Gezi'den beri tam gaz temposu giderek artan, "paralellerle" tavan yapan, Kabataş'la çıldıran bir cemaat mantığı bu...
Gezi'de 'paralel' provokasyonu... Peki Gezi'den özür?
Son günlerde bu cemaatçi mantığın en nadide örneğini Sabah gazetesinde gördüm. Muhtemelen başka mecralarda da yer almıştır ama yayılmaya çalışılan enformasyonun ana fikri kabaca şöyle: "Gezi'yi Cemaatçi polisler provoke etmiş ya da 'paralel yapı' (ya da ne haltsa) öyle operasyonlar yapmış ki, polis provoke olmuş"...
Eğer doğruysa, bu çok önemli bilgi... Ve en azından iki sonucu var: Birincisi o "kahramanlıklarıyla gurur duyulan, tebrik edilen polisler" demek ki kahraman falan değil; hükümetin ocağına incir dikmeye yeltenen "karanlık bir odağın" manipüle ettiği bir güruh imiş. Bu durumda acilen o polisleri kahraman olmaktan tenzil-i rütbe etmek lazım gelmez mi? İkinci olarak gene acilen "Gezi'nin gerçek niyetinin iyi bir şey olduğunu" teslim etmek gerekmez mi?
Bu "kahramanlık ve provokasyon" meselesi üzerine ne kadar konuşsak azdır. Mesela şöyle: Hadi Cemaatçiler önce polisleri provoke ettiler diyelim, sonra da Gezicileri... Peki eğer Sabah gazetesinin dediği doğruysa yani amaç provokasyonsa bu devletin koskoca hükümeti ve başbakanı ne diye provoke oldu? Ne diye "kahraman polislere" teşekkür edildi? Ve bugün polisin operasyonu ya da poliste operasyon açıksa, Gezi'nin bir toplumsal hareket olarak "Cemaatçi komployla" ilişkisi yok demektir; çünkü o provokasyon olmasaydı, Gezi'nin vardığı nokta muhtemelen hiç olmayacaktı demektir. Dolayısıyla bugün dönüp o Gezi insanlarını çıldırtan "kahraman polisler" lafı için ve öldürülen, gözleri kör edilen Geziciler için özür dilemeniz gerekmiyor mu?
Yoksa bu "Gezicileri polis provoke etti" buluşu da Cemaat'i memaati, Gezicileri, paralelleri ve de bilumum AKP'ye laf edenleri... hepsini aynı pakete koyup savaş açmanın bir başka vesilesi mi olacak?
Ayrıca o günlerde "abuk sabuk taleplerde bulunduğu" söylenen Taksim Platformu'nun bir talebi de "o polislerin görevden alınması"ydı. Bakın, o gün bu talebe kulak verseydiniz, belki "Paralel"e de sağlam bir tokat çakmış olmaz mıydınız? Bugün "safmışız" diyorsunuz; ama demek ki, o zaman "Gezi o kadar saf değilmiş"...
Cemaat'e karşı cemaatle gerilmek
Ama tabii "cemaat olmak" buna izin vermiyor. Cemaat olmak sürekli olarak cemaatin şeyhinin, patronunun, liderinin, ya da tepesindeki makamı işgal eden kutsal kişinin yaptıklarını savunmak zorunda olmak demektir.
Mesela, Samanyolu TV'de "Şefkat Tepe" adlı, alenen ırkçılık yapan, ucuz komplocu teoriler bakımından Erdoğancılarla yarışan dizi hakkında "Hizmet Hareketi"nden bir kişinin bile açık açık eleştiri getirdiğini duyamazsınız. Keza bu kanalda ya da Kanal 7 gibi "mütedeyyin" içerikli yayın yapan kanallarda gene abuk sabuk vurdulu kırdılı, Amerikan Rambolu, uzak doğu dövüşlü, kan revan içindeki filmler hakkında tek bir eleştirel laf duyamazsınız. Çünkü bütün bu cemaatler için o kanallar "bizim" cemaatimizin kanallarıdır.
Öte yandan, "Erdoğan sertleşiyor ama yaşam tarzlarına müdahale etmiyor; yani alkolü yasakladı mı, şunu yaptı mı, bunu yaptı mı?" şeklindeki bir argüman var; "AKP-Erdoğan-aparaçikler" cemaatince en sık dile getirilen argümanlarından biri bu. Bu argüman cemaat liderini doğrulamak için gayet mantıklı. Evet, doğrudur, lider yasaklamıyor. Ama cemaat fertlerinin göremediği ya da görmek istemediği başka bir şey mi yok mu gerçekten? "Aydınlar üzerine analizatör kesilen aydınlar" bu bağrış çağrış altında gerim gerim gerilen halkın ne hale geldiğini; bakkal ile marangozun, manav ile yufkacının, apartmandaki memur ile memurun giderek birbirlerinden nasıl endişe ettiklerini göremiyorlar. Çünkü lider alkol, ihanet, istiklal savaşı, kahraman polisler, nerelerine koyacaklar minvalinde bağırırken,"yapmaktan" beter ediyor. Dili savaş diline dönmüş bir başbakanın ülkeye barış getirmesi mümkünolabilir mi? Ama tabii biliyoruz; bunu başbakanımızı iyi tahlil eden "aydınlarımız" çok iyi biliyor: Başbakan gerilim durumlarında kazanıyor! Dolayısıyla kazanmak için de germek zorunda...
"Gelmekte olan cemaat" ya da "yeni ve sınırları açık cemaatler" hariç, her cemaat şeyhini, liderini hep savunmak zorundadır. "Hizmet Cemaati'nin" üstün, çok üstün rütbeler eşliğinde arş-ı âlâya yükselttikleri "Fethullah Gülen Hocaefendi Hazretleri" hakkında şimdiye kadar tek bir eleştiri yapamadığı gibi yeni aparaçikler cemaati de Erdoğan hakkında –bir iki utangaç eleştiri dışında- tek bir eleştiri yapamıyorlar.
Erdoğan'ın "kahramanlıkları" hep meşru; bunlar hep "vicdanlı siyaset"... Ancak gaz maz –milli çıkarlar- "reel siyaset" nedeniyle Çeçen katili Putin efendiyle ahbaplık, Çerkes soykırımının topraklarına, Soçi'de olimpiyat açılışına "dostane ziyaretler" söz konusu olunca ne vicdan kalıyor ne de başka bir şey ama bizim aparaçiklerden ses seda çıkmıyor...
Peki ya "onurlu yalnızlık"? "evini doyurmak için" her şeyi göze alan Erdoğan mı; yoksa gurur duyulacak "onurlu yalnızlık" mı? Madem evi doyurmak için her şey göze alınıyor, neden İsrail'e, Esed'e kafa tutuluyor?Madem onurlu yalnızlık bizim ahlaki yüceliğimiz; neden Putin'e kafa tutmuyoruz?
Her durumda gerekçelendirilen bir haklılık; komşularla iyi ilişki olduğu zaman "Orta Doğu'nun lideriyiz"; işler bozulduğu zaman "onurlu yalnızlık"... Tabii anlaşılabilir bir şey: Tarafını tuttuğun "takımın" kazanmasını isteyeceksin. Ve tabii bildiğimiz haliyle klasik siyaset sınıfı her yaptığı işi meşrulaştıracak, propagandasını yapacak, hele bizim gibi siyasal bir kültürde özür falan da asla dilemeyecek... Ama aparaçik gazeteci, köşe yazarı falan olduğun zaman, siyasetin argümanları kopyalanıp yapıştırılırsa, bu haliyle en fazla futbol takımı taraftarı olunabilir; "entelektüel", "aydın", "sosyolog" falan değil... Bu arada futbol taraftarlarına hakaret ettiğim sanılmasın; onlar "bile" Gezi'de nasıl taraftarlıktan sıyrılabileceklerini gösterdiler hepimize.
'Yaşlıların' argümanı: Pek kutsal 'reel politika'
Cemaat'e karşı cemaat aparaçiklerinin bol bol kullandığı bir argüman da şu: "Merak etmeyin, her şey yavaş yavaş düzelecek. Eskiden bak böyle miydi?Eskiden yağ da yoktu gaz da yoktu, vesayet vardı..." mantığında sürüp giden bir argüman bu...
Evet, doğru;gaz yoktu, vesayet vardı; peki ne yapalım? O vesayeti hep beraber "Darbelere karşı 70 milyon adım" atarak geriletmedik mi? Bir takım yüksek rütbeliler parmak sallayarak tehditler savururken, "indir o parmağını!" demedik mi?
Ama aynı zamanda bu argümanlar yaşlıların argümanı ve sadece o yaşlıları bağlar. Artık zaman değişti; akıllı telefonlarla, internetle, sosyal medyayla zamanımız ve zaman algımız değişti; her şey süratlendi... Hem modernizmde sınır tanımayan hükümetimiz otoyollar, köprüler, Marmaraylar yapıyor... Ne için? Daha süratli olmak, daha çok para kazanmak için değil mi? Evet, öyleysedemokrasi de daha hızlı olmak zorunda. Yeni kuşakların beklentisi çok daha fazla ve bu yaşlıların ağır ağbiliğini taşımak zorunda değiller.
Bu memlekete Kemalist yöntemlerle demokrasi falan gelmedi; üsluplarıyla onları taklit eden yeni Kemalistlerle de gelmeyecek.
Cemaat'e karşı cemaatin bir başka argümanı reel politika üzerine inşa ediliyor. Onlara göre, "AKP muhalefeti sadece normatif,ilkesel düzeyde ve steril muhalefet ediyorlar ve bu şekilde bu muhaliflerin elleri her zaman temiz kalıyor; oysa hayat ve siyaset çok inişli-çıkışlı bir dünya." Gene bu argümanın devamında ders de veriliyor: "Hükümet tabii iş üretiyor ve tabii ki hata da yapıyor, elleri kirleniyor. Ancak muhalefet edenlerin de taleplerini abartmamaları, rasyonel olmaları ve bu dünyaya reel politik bakmaları lazım"...
Tabii, gayet mantıklı... Oturduğun yerden ahkâm kesmek, bir takım ideal durumlardan bahsetmek çok konforlu bir pozisyon ve bunun siyasetle alakası yok.
Evet ama garip bir şekilde hükümet ve hükümetin sağına soluna, eteklerine yapışmış çeşitli boy ve soydan yeni entellerin / aparaçiklerin rasyonel olma zorunluluğu yok anlaşılan. Ya da öyle bir rasyonalite ki, oturdukları koltukların, sığındıkları iktidar kuytularının konforundan dehşet keyif içindeler. Onlar bizi bir zamanların laikçileri gibi habire suçlayarak sorup duruyorlar "Tehlikenin farkında değil misiniz? Neden oradasınız?" diye...
Cevap klasik olacak: "Valdo, sen neden burada değilsin?" Ve evet, bütün Valdolar, siz kazanan taraftasınız!
Bizimki sıcak, damardan, duygulu, endişeli, umutlu...
Bu başlı başına başka bir yazı konusu ama Valdolara misal olsun diye şu kadarını söyleyeyim; "yetti artık" bildirisini yazan bizler "aydın" değiliz; biz biraraya geldik ve siyaset yapıyoruz... Yani ellerimiz kirleniyor. Hani "steril", "normatif", "ilkesel" konuştuğumuzu söylüyorsunuz ya.. "Hükümet iş yapıyor; tabii ki hataları olacak" diyorsunuz ya..İşte bizim de hatalarımız olabilir... Vatandaş olarak, bu memleketin hükümetinden taleplerde bulunuruz. Hükümet partisine oy vermiş olmak veya olmamak önemli değildir. Bildiri yazarız, imza toplarız, sokaklara çıkarız... Nasıl birileri TV'lerde her akşam–bana saçma sapan gelen- kendi bildiklerini bize "bildirip" duruyorsa, benim de gücüm bu kadar; o bildirimizde yer alan fikirleri sizin kadar sahibinin sesi alet edavata sahip olmadığımız için, biraraya gelip, sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Ve anlaşılan epey rahatsız etmişiz ki, tahammül edemedi bir takım medya maymunları alenen küfür etmeye başladılar...
Bizimki "bir tür entelektüel kibir duygusu" değil; ama "reel siyaset" de değil. İçimizden gelen, sahip olduğumuz değerlendirme, analiz, sağduyu (ya da neden olmasın; "önyargı"), bulunduğumuz sınıfsal (aşağıdan, yukarıdan), kültürel (Türk, Kürt, dindar, dindar olmayan vb.) konumlardan bakarak ve bu konumların "şartlanmışlıklarını" da taşıyarak yani çok basit bir şekilde, etiyle, kemiğiyle, duygusuyla "insanî siyaset" yapmak gibi bir derdimiz var...
Bu coğrafyanın "egemen" özelliklerini "umutsuz bir dil"le falan da tanımlamıyoruz. Eğer öyle olsaydı 2010'da "yetmez ama evet" falan da demezdik. Yani "ideal ve ütopik" olanı ölçü falan da almıyoruz; hele hiç "homurdanmıyoruz". Ama bizim çıkardığımız sesleri homurdanmak olarak görüyorsanız, fena bir şekilde kendi sesinizden başka bir ses duymuyorsunuz demektir.
Ve bizim bu eleştirilerimizi "normatif", "steril" falan bulanların bu kadar "somut durumların somut tahlili" adı altında yaptığı "siyasal analizler" belki de "entelektüel kibrin" ta kendisidir. Sosyolojinin karmaşıklığının içine dalmak yerine "ya siyah ya beyaz" demek oldukça otoriter ve Türkiye topraklarının bol miktarda taşıdığı çağdaşlaşma garabetinin ikili dilinin kibridir. O "somut durum" dediğiniz ve bizi de bu kadar net biçimde "seçmeye" çağırdığınız durum hakkında biraz da bilmediğinizi düşünseniz keşke. Her şeyi bu kadar bildiğini, gördüğünü düşünmek acaba "entelektüel kibrin" ta kendisi olmasın?
Fark siyaset biliminin kibri ve sosyolojinin tevazuu arasındaki fark olmasın? Soğuk siyasal analizler... Siyasal güçlerin, görmediğiniz, hissetmediğiniz ama hesapladığınız güçlerin analizi... Çıkarsamalar ve bütün çıkarsamalardan emin olan siyasal analiz. Bizimki pek öyle değil; bizimki çok daha damardan... Sıcak, korkulu, sevinçli, duygulu, umutlu, endişeli ses çıkarma çabaları... elimizden geldiği kadar...
Yani kendimizi temiz hissetmeye falan çaba göstermiyoruz. Tam tersine giderek rakip cemaati temizlemek konusunda epey mesafe almış bir AKP cemaatinin gölgesinde olmaktan çok daha zor bir durum bizimki...
Ve elimizden bu geliyor... Ama anlaşılan Valdoların epey moralini bozmuş bizim bildiri... Aynı "Yetmez ama evet"e bir takım solcular "ihanet" diyerek nasıl saldırdıysa (ve hâlâ saldırıyorsa) Valdolar da bizim "yetti artık" bildirimize tahammül edemediler, "ihanet" diyerek saldırmaya başladılar.
Farkındasınız değil mi, Valdo, yok aslında öncekilerden farkınız?
Aydınlar üzerine tezler ya da Yalçın Küçük'ün dama atılan pabucu
Hele bir Valdo'nun "aydınlar üzerine yazdığı tezler" Yalçın Küçük'ün tezlerinden bile yaratıcı! Mesela "İmza sıralamasında yukarı doğru çıkma teorisi" Newton kanunlarını tersine çevirecek bir yaratıcılıkla coşmuş.
Düne kadar "sevgili arkadaşım" tanımındaki, bugün ise Valdo kıvamına ulaşmış bir "aydın", "imzaladığımız metinden çıkarak, derin psikolojik tahlillerle, tipik Türk aydını" olan bizleri alenen "çözmüş"! Şöyle demiş mesela: "Bununla beraber ünlü olmak bu mahallede çok önemli. Bu imza kampanyalarında öncelikle meşruiyeti sağlayacak ünlüler aranır. Listenin altına doğru ise ünlülük katsayısı düşer. Alfabetik veya random listelerde ise ünlüleri seçecek gözler zaten hazırdır. Bu listeye alttan girenler yıllar süresince yukarılara doğru tırmanmayı umar." (a.b.ç)
Bu "imza listesinde yukarı doğru tırmanma teorisi" eşliğindeki derin tahlile (herhalde Kültürel İncelemeler yüksek lisans programlarında öğretilmemiştir bu teoriler) ancak şapka çıkarmak düşer! Çıkarıyorum.
Ve başka bir derin tahlil: "Mahalle baskısı veya önemli bir istihdam kaynağının korunması ihtiyacı yanlış güdülere yol açmıştır. Network'ün dışında kalmak göze alınmamaktadır. Ahlakından kuşkuluyum ama, bu bildirinin mutlaka bir rasyonalitesi var. Bunu anlayabilirsek, gerçek ve bağımsız aydın kuşağına kavuşabilme imkânını yaratabiliriz." (a.b.ç)
Gayet nazik ifadelerle Türk aydının en mühim meselesine parmak basılmış: Bizim gibi Türk aydının aslında bütün derdi "kendini satabilmektir"! Yani düne kadar gayet "vatanperver" odaklarımızın dediği gibi, "Sorosçudur", "yurtdışından beslenir" ya da Cemil Çiçekgillerin aydın tanımındaki gibi bir şeydir. Linç arzuları tavan yapan ülkücülerin ve ulusalcıların saldırıları arasında girdiğimiz Ermeni konferansı karşısında öfkelenip, "Boğaz'a karşı viski içen", "sırtımızdan bıçaklayan hain aydınlar" tanımları yapılan bir aydındır...
Aslına bakılırsa, bir Valdo bu vesileyle, nezaket düzeyi, ince olmaya çalışan hakaret tarzından en edepsizine kadar farklılaşsa da, bize yani "halkına yabancı", "halkımıza ya da devletimize ihanet eden aydın takımına" bir kere daha gereken cevabı şamar gibi indirmiştir!
Karşındakini cemaatleştirmek her zaman iyi bir taktiktir. Hitler'in propaganda tekniklerinin en başarılı olanlarından biri de buydu zaten: "Halkın kafasını karıştırmamak için düşmanı teke indirmek lazımdır" diye buyurmuştu führer. Bugün de karmaşıklığı anlamaya çalışmak yerine, başkasına vurmaya çalışmanın,cemaatleşerek başka bir "cemaat"e vurmanın nasıl da işe yarar bir şey olduğunu bir kere daha görüyoruz.
Ve işte bu yüzden Valdolar da cemaat oldular. İşin kötüsü Valdoların cemaati çok fena bir şekilde kendini ve iktidarı (merak etmeyin, burada AKP'den değil; en kaba saba haliyle "iktidar"dan bahsediyorum) tekrar etmeye başladı ve bu iktidarlaşmış cemaatten entelektüel (ya da aydın, hangisini tercih ederseniz) falan çıkmaz...
Bu iktidarlaşan cemaat duygusu değil mi ki, bütün söylediklerinizin hep ama hep doğru olduğuna inandırıyor sizi. Mesela geçmişte "nasıl da safmışız, nasıl da kandırılmışız" diyorsunuz ya hani... Tabii işin bu kadarı çok dürüst, çok namuslu bir tavır ama mesele sadece kandırılmak değil (herkesin başına gelir bu tür durumlar); mesele şu: geçmişteki pozisyonunuzu nasıl da bütün inancınızla savundunuz? Daha doğrusu, bugün, "kafeslenmişiz" deyip, "gerçekleri" savunmaya başlamanızda değil sorun... Bu gerçekleri aynen geçmişteki "gerçekleri" savunurken kullandığınız cevvaliyette savunmanız... Yani dün de bugün de taban tabana zıt gerçekleri aynı şiddetle ve "hem eski hem yeni gerçeklerinize" inanmayanları aşağılayarak savunmanız sorunun ta kendisi... İnsan tabii merak ediyor; diyelim ki bu Valdoların şimdiki gerçeklerinin altına aynen imza attık; peki ya yarın, yeni bilgiler, yeni komutlar geldiğinde gene fikir değiştirirlerse biz ne yapacağız?
Ve bütün bunlar siyasal analiz adına yapılıyor. Ben ise bütün bu kendinden emin siyasal analizlerden falan çok bıktım.
Mesele şu ki, bir çoğu ucundan bucağından sosyal bilimlere bulaşmış bu insanlar "ara durumları" asla görmemek konusunda adeta inat etmiş vaziyetteler. Muhtemelen "soğuk siyasal analiz" ve "siyaseten" doğru yerde olma çabası bu inada katkı sağlıyordur.
Kuşkusuz, bugünlerde kamusal alanı, kamuoyunu, siyasal alanı, medyayı falan en fazla işgal etmiş olsalar da mesele sadece AKP aparaçiklerinin meselesi değil. Memleket baştan aşağı "belden aşağı" çalışıyor. Bir takım katil adayı tosuncukları derin birileri gene sokağa salmışlar; ellerinde "Yaşasın Ogün Samastlar, kahrolsun Hrant Dinkler" diye pankartlarla arz-ı endam etmeye başlamışlar. Kim acaba bu seferkiler? Cemaat? Hangi cemaat?Hrant Dink'in katlini emreden "cemaat"? Pınar Selek'i "bombacı" diye lekelemeye ahdetmiş "cemaat"? Kaç tane paralel var, biliyor musunuz, bildiğinizden emin misiniz? Yoksa bildiğini söyleyenler tarafından kolayca ikna mı oluyorsunuz?
Her taraf, her şeyi bildiğini zanneden ve kibirle birbirileriyle itişen "uzmanlar"la dolu. Kendilerini "aydın" uzmanı ilan edenlerin, açıkça belden aşağı vurmak için yalan söyleyen ("tutuklanmamak için neden hükümetten yardım istemişiz?"), dün Akit'in saldırısına uğrayıp, Akit gibi konuşan "İslamcıların", "aydın", "aydınlanmak" vs. bilumum "ironik" (!) kullanımlarla hakaret edenlerin yanısıra, eski polis-yeni gazeteciler, kendilerine ulaşan bavullarla gazetecilik yaptığını zannedip mangalda kül bırakmayanlar... Televizyonda tartışma programının arasında üslubunu medeni bir düzeye çekmeye davet edilince,"hocam ya, şurada şov yapıyoruz!" diyen "solcu" akademisyenler; Red Kit çizgi romanlarındaki cenaze levazımatçısının "asalım asalım" repliğine takıldığı gibi, ağzını her açtığında "Kentelgillerin bütün hesaplarının AKP'yi temize çıkarmak" olduğunu söyleyen başka kazma "solcu" akademisyenler... Ne sizin, ne yeni aparaçiklerin, hiçbirinizin birbirinizden farkınız yok...
Tabii bir de Ahmet Hakan'ın tabiriyle "şebelekler" var... Ciddiye almanın zerre kadar anlamı yok ama sinek gibi mide bulandıran cinsten... Gazetelere erotik röportajlar veren, TV programlarında her esip gürledikten sonra nasıl görünüyorum diye kendini izleme meraklısı, hatta yaptığı bu bağrışlı çağrışlı performansları adeta "pornografik" bir gösteri olarak gören şebelekler...
Ortalık o kadar bel altıdan seyrediyor ki... Ve sağdan soldan bütün bu güruha aynı şekilde cevap verme dürtüsü insanın o kadar içinde ki... Her türlü hakareti bu kadar kolay kullananlar aslında Türk siyasal kültürünün meyvelerini yiyorlar ve başka da bir kültür için de ne ellerinden ne de zihinlerinden başka bir şey gelmiyor. Ancak topu sadece onlara atmanın çok da fazla bir anlamı yok; hiçbirimiz bu zehirden bigane değiliz. Bir grup insanı "onlar" diye kategorize edip, her türlü zehri boşalttıktan sonra, zehir boşaltılan birileri olarak "biz" de benzer şeyler yazma "hakkını"kendimizde kolaylıkla buluveriyoruz... Mesela bize "network" ve "ahlak" dersi veren Valdo efendilere, benzer bir şekilde şu cevabı vermek o kadar kolay ki: "Kardeşim, zaten senin bütün derdin bir cemaat tarafından kabul edilmek; AKP'den de milletvekili olmaya oynuyorsun" ve hafif tertip olgun adam pozisyonuna çekilip, "Sorun değil canım, bütün bunlar gayet 'insani'dir" demenin dayanılmaz hafifliğine sıçrayabilirsiniz.
Abartmayın; hayat Cemaat ve AKP'den müteşekkil değil
Yıllardır, bütün o Kemalist kutuplaşmaların travmatize ettiği bir siyasal kültüre karşı, hayatın karmaşıklığı üzerine bir şeyler söylemeye çalıştım. "Valla pek emin değilim" dedim. Bu ara duruşun bir tezahürü olarak, "yetmez ama evet" dememizi bile bugün gene birileri dillerine doladılar: yani aslında "AKP'ci gözükmemek için 'yetmez' kelimesini eklediğimiz" yani "aslında ne kadar elitist olduğumuz" bile söylendi. Bugüne kadar AKP'cilikle suçlanmış ve bundan hiç gocunmamış birisi olarak, bu lafı "yakın" olduğunu zannettiğin insanlardan duyduğun zaman (ve tabii daha başka dünya kadar ukalalığı ve çok bilmişliği) devre tamamlanıyor ve evet, kutup yapana karşı sen de kutup olmaya başlıyorsun.
Olay bir yanıyla çok basit aslında. Bu memleketin en yerleşik siyasal geleneğinde "ihanet söylemi" yok mu? Herkes kendisine en yakın olan insanın farklılığı karşısında "ihanet" söylemi silahına sarılıyor. Dün (yani 80 öncesinde) Halkın Yolu'ndan ayrılan Halkın Birliği geride bıraktığı tekkeyle en düşman oldu. TKP'den ayrılan İşçinin Sesi TKP'yle çatıştı. Dev Yol Kurtuluş'la çatıştı. Bütün bu en akraba örgütler birbirlerinin kanına susamış hallere giriverdiler.
"İhaneti" en yakınımızdaki yapar çünkü. Bu İttihat Terakki'den beri böyle. Değişen hiçbir şey olmadı. Ne yazık ki düne kadar ortak dertleri olduğunu varsaydığımız insanlar ve gruplara da bu zehirli kan felaket bir şekilde sızmış durumda. Bu sadece alınan tavırlarda değil; "kutup kurucu" ve "çok bilmişlik" üslupları baştan aşağı herkesin üzerine sinmiş durumda.
Yakın geçmişte 12 Eylül referandumu, Ergenekon davaları falan bu toplumda epey bir yarılmaya sebep olmuştur ama şimdi "Cemaat versus cemaat" şeklinde görünen gerilime gelirken, Gezi bu nefret işini çığrından çıkaran mesele oldu.
Herkes gibi kendi hesabıma benim de o dönemde –en yumuşak tabirle- sinir katsayım oldukça yükseldi. Hepimizin bildiği basit bir sosyolojik gözlem: Hiçbir kimlik tek başına ortaya çıkmaz.
Tabii ki ben de Gezi'de dünya kadar geri zekalı olduğunun farkındayım. Ama "aparaçik" sıfatını üstlenmiş yazar-çizer-aydın-akademisyen insan bir-iki utangaç polis eleştirisinden sonra Gezi'yi toptan AKP karşıtı komplonun paketine atıverdiler. Onlar Gezi'yi o paketin içine atınca ve bunu zerre kadar tevazu göstermeden, oradaki insanları, birkaç kuşak öncesinin solcularının, ülkücülerinin ve İslamcılarının çocuklarını açıkça aşağıladıkları zaman "kusuruma bakmayın ama" tepem attı. Bir zamanlar mesela "genç" sivil olan insanların bu kadar çabuk ihtiyarlayıp yeni genç insanların "aldatılmışlığı", "kullanılmışlığı" gibi ihtiyar dillere sarılmalarına zerre kadar tahammül etmek pek mümkün değildi. O yüzden zaten Serbestiyet'te yazmaya başladığım zaman bütün bu öfkeyle "Üçüncü kutup" diye bir yazı yazdım. Çünkü eski solcularla bu yeni sağcıların üslup, kibir, çok bilmişlik bakımından hiçbir farkı olmadığına ikna oldum.
Ve ben esas olarak "aydın" değilim; ya da bu sitede herkes ne kadar aydınsa ben de o kadar aydınım. Ama daha da önemlisi ben bu memleketin vatandaşıyım ve benim de dünya kadar derdim var. Bu memlekette Ergenekoncular, generaller bir şeyler yaptıkları zaman, sağı solu fırçalayıp, korku saldıkları zaman etkileniyorum. Bu durumda oturup "güzel bir siyasal analiz döşeneyim" falan demiyorum. Bugün Erdoğan sağa sola fırça atıp, kibir içinde her şeyi bilen adam, öğretmen, reis, patron olarak konuştuğu zaman vatandaş olarak ürperiyorum. Yani çok basit bir şey söylüyorum; bir "sözü" duyuyorum ve etkileniyorum. Görmediğim şey üzerine "siyasal analiz" yaparak ahkâm kesmiyorum. Bu korkuyu yansıtan bir bildiriye imza attığım zaman, birilerinin kalkıp bildiriyi kaleme alma saikleri arasına "güç sahibi olmak" gibi (ve daha "istihdam, network" gibi akıllara ziyan) alenen düşman ilan eden yorumlar yaptığını okuduğum zaman, açıkçası ben de (kusura bakmayın çok duygusalımdır) öfkeleniyorum ve "benim için ne diyorsan aynısısın" (güç, network vs.) demeye başlıyorum.
Yani buradan da yazar çizer ahalisine (ve tabii kendime de) naçizane bir sonuç çıkarıyorum: Lütfen kendinizi bu kadar çok önemsemeyin. Hayat sadece Cemaat ve AKP çatışmasından ibaret değil. Bu çatışma dünya kadar başka hasleti, duyguyu yok ediyor, görünmez kılıyor. Bu kadar açık taraf tutmayın; ve başkalarının taraf tuttuğunu zannetmeyin, niyet atfetmeyin. John Reed'in "Dünyayı Sarsan 10 Gün"ündeki Bolşevik asker gibi "ya proletaryadan yana olacaksın ya da burjuvaziden" basitliğine düşmeyin; hayatı ikiye bu kadar kolay bölmeyin. Ya da ders vermek haddime değil; isteyen yapsın ama lütfen bana böyle bir tavır atfetmeyin... Ve de beni bu kavgada bir taraf olmaya çağırmayın; aldığım tavrın da beni "objektif olarak düşman saflarına" (hani "objektif olarak karşı devrimci olmak" gibi) düşürdüğünü söylemeyin. Gene hatırlatayım: Bugün "yolsuzluklara da Ergenekon'a da karşıyız" derken nasıl "Cemaatin taşeronu" olarak nitelendiysek; dün de "yetmez ama evet" diyerek "AKP'nin bütün yaptıklarından sorumlu" olmuştuk ben ve benim gibiler.
Neyse, muhtemelen bazı soğukkanlı aydın-yazar-arkadaşlar buradaki bir sürü lafı "hezeyanlar" olarak değerlendireceklerdir. Varsın değerlendirsinler. Hezeyanımı saklamıyorum. Ben soğukkanlı bir "aydın" değilim; otoriter bir Erdoğan'dan, şeffaf olmayan bir Fethullah Gülen Cemaati'nden, Ergenekonculardan çok korkan, endişe duyan, kazma solcu tavırlardan sıtkı sıyrılmış bir haldeyim ve en çok da saçma sapan bir siyasal kültürü her platformda yeniden ve yeniden üreten bütün bu çok bilmiş üsluplardan çok ama çok sıkılmış vaziyetteyim.
Bu yüzden, şimdilik buradan da hoşça kalın... Hayatı bütün ciddiyetiyle biraz hafife almaya çalışacağım biraz. Başka bir yerde görüşürüz inşallah...
Ferhat Kentel
(Serbestiyet)
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.07.2024
16.04.2024
5.02.2024
12.07.2023
24.01.2023
26.11.2021
2.05.2021
16.04.2021
10.10.2020
9.09.2020