Halil BERKTAY
[5-6 Mart 2025] Yılları Tek Parti yönetiminde, sonra gene yılları polis takibi ve dinlemesinde geçtiğinden derin savunma refleksleri peydahlamıştı; kendince çok hassas saydığı konularda, 1965 sonrasının sarhoş edici (ve kıymetini bilemediğimiz) özgürlük ortamında, hattâ evinde ve oğluyla dahi böyle müphemiyetlere başvuruyordu. “Onlar, berikiler” diye kastettiği Kürtlerdi tabii. Benim bütün bildiğim bir sınıf terminolojisiydi: sömürü, toprak, ağalık, yoksul köylülük, mütegallibe, tefeci-tüccar sermaye, rençberlik, yarıcılık, marabalık, ürün-rant, emek-rant. Emekçi sınıfların ayaklanması için bunlar yeter sanıyordum. Karşımdaki insan ise, 1925 Şeyh Sait ve 1937-38 Dersim isyanları da dahil, güçlü bir merkezî devlete karşı ayaklanmanın ne kadar özel şartlara bağlı olduğunu; böyle sınıf-ötesi koşulların Türkiye’de ancak ezilen ve kalabalık bir etnik grubun asabiyesiyle, kendine özgü iç dokusu ve dayanışmasıyla sağlanabileceğini bilerek, sezerek konuşuyordu.
Tahmin ettiği gibi de oldu. Bir kere, Türk solu Kürt sorununun bilincine vardı. Daha doğrusu, tekrar bilincine vardı. Bir, çok uzun süre Kemalizmin gölgesinde yaşamışlardı. İki, bu en kritik meseleye el atmanın tehlikesinin farkındaydılar. Üç, gerilik, feodallik, ağalar, din, şeyhler ve aşiretler dışında bir Kürt realitesi düşünemiyorlardı (1). Ama bu zihniyet 1960’ların ikinci yarısında hızla değişmeye başladı. Örneğin Türkiye İşçi Partisi 1967 yılı içinde bir dizi Doğu Mitingi düzenledi: 16 Eylül’de Diyarbakır, 24 Eylül’de Silvan, 1 Ekim’de Siverek, 8 Ekim’de Batman, 15 Ekim’de Tunceli. Sonuncusu, 22 Ekim’de doğrudan doğruya Doğu Mitingi adıyla yapıldı. TİP’in Aybar, Behice Boran, Nihat Sargın, Kemal Burkay, Tarık Ziya Ekinci gibi önde gelen isimleri, Türk ve Kürtleri sınıfsal bazda ortak bir “bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm” mücadelesine çağıran yazı ve konuşmalarıyla, bu alandaki tabuların kırılmasında önemli rol oynadı.
Ama TİP bile bu yaklaşımın gerektirdiği dikkatli ve temkinli makuliyet içinde duramadı. Geçen yazımda anlatmaya çalıştığım gibi, her alanda aşırılığın tırmandığı, özellikle gençlerin “devrimin eli kulğında” fütursuzluğuyla davrandığı, çığrından çıkmış yıllardı. Nitekim Doğu Mitingleri’nin yanısıra yükselen sol gençlik hareketi de ister istemez Kürt gençleri içine çekti. Marksizm, devrim, sosyalizm, anti-emperyalizm ve silâhlı mücadele fikirleri, batıda aynı üniversitelerde okuyan Kürt gençler arasında da yayıldı ve bunlara, Kürtlere özgü hak talepleri eklendi. Gençlik “ultra”lığı TİP’in etkisinin önüne geçti (ve hattâ TİP’i de olumsuz etkiledi); Türk solunda yaşananlara tıpatıp paralel bir radikalleşme ve fraksiyonlaşma sürecine yol açtı. 1969’da, FKF’nin (Fikir Kulüpleri Federasyonu) ve sonra Dev-Genç’in (Devrimci Gençlik Federasyonu) karşılığı diyebileceğimiz DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) kuruldu. Ve gene aynen genç Türk solcuları örneğinde olduğu gibi, kendi içinden çeşitli hizip ve mahfiller çıkardı. Kawacılar, Şıvancılar, Beş Parçacılar, Komal, Rızgari, Özgürlük Yolu gibi gruplar oluştu. Kawa neredeyse kurulur kurulmaz (Maocu) Dengê Kawa ile (Enver Hocacı) Red Kawa arasında ikiye bölündü. Kürt radikalizminin zuhuru, Türk sol fraksiyonlarını da ek bir tırmanışa itti: kim daha Kürtçü olacak? Ankara’nın, İstanbul’un göbeğindeki mülti-fraksiyonel mitinglerde örgüt komiserlerinin işaretiyle Azadiya Kurdara (Kürtlere Özgürlük) diye bağırma yarışları başladı.
Bu ortamda, bir de Apocular vücut buldu. Ankara SBF’den ayrılan küçük bir grup genç, 1970’lerin başlarında gidip güneydoğuda yerleşti ve apayrı bir çekirdek olarak faaliyete geçti. İdeolojileri, Maoculuk ile Kürt milliyetçiliğinin bir karışımıydı. Kürdistan’ın sömürge olduğunu ve ancak kırsal alanda örgütlenen bir halk savaşıyla kurtulabileceğini savunuyorlardı. Çok orijinal değildi bu; bir bakıma, Mahir Çayan’ın “emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi” ve “gizli işgal” teorilerinin Kürt karşılığıydı. Ama etnik kimlik ve aidiyetlerinden sonuna kadar yararlanmalarını sağlıyordu. Gerilla heveslisi kesilen Türk gençlerinin Türk ortamında yapamadığı şeyi yaptılar: Kürt bölgesinde Kürt oldukları için tutundular. Bütün propagandalarını çok keskin bir Türk-Kürt ayırımı üzerine kurdular. Yerel ilişkileri sayesinde, başından itibaren barınma, saklanma, gizli çalışma olanağına kavuştular.
İkinci büyük avantajları, başka hiç kimsenin göze alamadığı, hattâ tahayyül edemediği boyutlarda şiddete, cinayete, öldürmeye, kan dökmeye yatkınlıkları oldu. Genişçe bir parantez açacağım bu noktada. Farklı ve çok üst seviyede bir şiddet kültürü ve örgütlenmesini temsil eden bir grup, buna hiç hazır olmayan, daha önce böyle bir şey görmemiş ve tanımamış ortamlarda giriverirse, ne olur bunun sonuçları? Böyle felâketler var tarihte. Ünlü Fin paleontologu Björn Kuerten (1924-1988), Dance of the Tiger (1978; Kaplanın Dansı) ve Singletusk (1986; Tekdiş) adlı prehistorik bilim-kurgu romanlarını, kendi hallerinde barış içinde yaşayan Neandertallerin ansızın çok daha savaşçı Homo sapiens’lerle karşılaşması üzerine kurmuş. 19. yüzyılda böyle gerçek bir olay Güney Pasifik’te, Yeni Zelanda açıklarındaki Chatham Adaları’nda yaşandı. Bu küçücük adaların o sıradaki sâkinleri, nüfusu 2000’i ancak bulan Moriori kavmiydi. Geçmişte kendi aralarında patlak veren kanlı çatışmalara karşı, 16. yüzyıl ortalarında tamamen barışçı bir yaşamı öngören Nunuku Yasası’nı benimsemişlerdi. Bunu içselleştirmiş, avcılık ve toplayıcılıkla geçiniyorlardı. Derken Yeni Zelanda’dan tüfekleri, topuzları ve baltalarıyla silâhlı iki Maori kabilesi geldi ve 1835-1863 arasının Moriori Soykırımı diye bilinen olayda, bu savunmasız halkın tam anlamıyla köküne kibrit suyu ekti. 1096’da Birinci Haçlı Seferi’nin Kudüs’e varışı da, İspanyolların Aztek (1521 Cortés) ve İnka (Pizarro 1532) imparatorluklarını yokedişi de böyle oldu. İlkinde Müslüman Araplar, ağır zırhlı Ortaçağ şövalyelerince; diğer ikisinde yerliler, conquistador’lar tarafından gafil avlandı. Şaşkına döndüler, çünkü bambaşka, tasavvurlarının fevkinde, hiç düşünemeyecekleri cüret ve acımasızlıkta bir savaş ve şiddet makinasıyla karşı karşıyaydılar.
Apocular da böyle bir etki yaptı, önce Kürt bölgesinde, sonra bütün Türkiye’de. THKO da, THKP-C de, Maocu ana akım da, bütün türevleri de bir bakıma sadece lâfını ediyordu halk savaşının. Hınçla (ve biraz melodramatik biçimde) sıkılmış yumruklar havalara kalkıyor, yeminler ediliyordu, evet. Kalaşnikoflar bayraklarda, armalarda yer alıyordu, evet. Ama herkes biliyor muydu adam öldürmek ne demektir? Herkes hazır mıydı, asker de olsa, polis de olsa, kim olursa olsun, hangi gerekçeyle olursa olsun, insan canı almaya? Katil olmaya – ve sonra bütün sonuçlarına katlanmaya? “Adam öldürmeyi, Hasan, oyun mu sandın / Mezar taşlarını, Hasan, koyun mu sandın / Drama mahpusunu, Hasan, evin mi sandın?” diyordu Balkanların ünlü eşkiya türküsü. Dâvâya bağlılık bu kadar güçlü müydü, mutlak mıydı genç Türk solcularının zihninde? Bırakalım devlet korkusunu; mânen, vicdanen buna yatkınlık söz konusu muydu?
Pek sanmıyorum. Ama işte bu, canalıcı yol ayrımıydı, Türk solculuğu ile Kürt solculuğu, ya da Kürt solculuğunun en ekstrem varyantı olarak Apocular (devamında PKK) arasında. Geriye bakınca çok net görülüyor ki, herhalde yaşadıkları özel etnik zulüm bakımından onlar çok hazırdı buna, daha 1970’lerin başları ve ortalarında. Türklerin hiç olmazsa parlamentosu vardı; sonra Atatürkçülüğün iyi kötü hâlâ süren ideolojik birleştiriciliği vardı. Kürtlerde ise yoktu hiçbiri. Kürdistan sömürge ise TSK da başka (emperyalist) bir milletin işgal ordusu demekti. Buna gerçekten inanıyor ve bu zeminde hınçlanıyorlardı. Şiddet örgütlerinin dışa karşı şiddet acımasızlığı ile içe karşı şiddet acımasızlığı elele gider. Bu kural tümüyle geçerliydi Apocular için, başından sonuna kadar. İlk andan itibaren Stalinist bir örgüt anlayışları vardı, en ufak otorite karşıtlığı, hiyerarşi karşıtlığı, ister içlerinde ister dışlarında farklı fikir ve çizgi olasılığı tanımayan. Nitekim devlete karşı dikey şiddetle değil, kendi çevrelerinde, Kürtler içinde, Türk-Kürt başka sol örgütlere karşı yatay şiddet kullanarak çıktılar yola. Gillo Pontecorvo’nun Cezayir Savaşı (1966) filminde vardır böyle bir motif. FLN, Cezayir kentinde ayaklanmadan önce kendine güvenli bir üs edinmek ister. Sığınabilecekleri ve asla ele verilmeyecekleri bir yer. Bunun için, “iç kale” anlamında casbah veya kasbah (kasaba) denilen Müslüman mahallesini, kendilerince şüpheli bütün unsurlardan temizlemeye koyulurlar.
Aynı şeyi Apocuların eylem çizgisinde de görüyoruz. PKK (Kürdistan İşçi Partisi), Öcalan ve en yakınındaki 21 kişi tarafından, 27 Kasım 1978 yılında Lice’nin Fis köyü veya mahallesinde kuruldu. 1978-1980 arasındaki ilk silâhlı eylemleri, önce başka sol örgütleri, 1979’dan itibaren de Siverek’te güçlü olan Bucak aşiretini hedef aldı. Dengê Kawa kurucusu Ferit Uzun’u da katlettiler bu çerçevede, çok sayıda Maocu TİKP’liyi de, Halkın Kurtuluşu mensuplarını da, başka solcuları da. Öldüre öldüre etraflarını temizlediler. Diğer sol örgütlere bölgeyi terkettirdiler. Kendilerine yer açtılar. Terör yoluyla bir alan hâkimiyeti tesis ettiler. Karşı durulmaz bir yerel otorite kurdular. Ancak 1984’tedir ki, Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla, devlete karşı büyük gerilla eylemlerini başlattılar. Bu dalga 1993’te doruğuna ulaştı.
Devamına ayrıca geleceğiz. Ama peki, Türk solcuları nasıl karşıladı bütün bunları?
——————–
DİPNOTLAR
(1) İsmail Beşikçi, Kürt sorununa duyarlı nadir bir Türk aydınıydı bu aşamada. Yapayalnızdı. Marjinal ve egzantrik sayılıyordu. Büyük bir entellektüel cesaret gösterdi. Akademik kariyerinden vazgeçti. Yıllarca hapis yattı. Geri adım atmadı. Saygıdeğer bir uyarıcı ve aydınlatıcı rol oynadı.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları


































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024