Hilâl KAPLAN

Malatya'dan dünyaya açılan ufuk: BİLSAM
27.01.2012
3099

"Taşra" kelimesi, etimolojik olarak "dış, dışarı"dan geliyor. Hatta Osmanlı resmî ıstılahında "taşra çıkmak/gönderilmek" diye bir deyim bile varmış. Çünkü merkezin çevreyi, hatta çevresini (çevre de merkeze aittir nasıl olsa!) tanımlayışı dünya tarihine mündemiç, asırlık bir geleneğe tekabül ediyor.

Malatya da, her ne kadar merkezdekiler tarafından büyükşehir ilan edilmeye hazırlanıyor olsa bile, mukimleri tarafından da taşra diye tabir edilen bir kentimiz. Geçtiğimiz hafta sonuna kadar Malatya'yı Cansever'in "O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar" dizelerinden, hemşerileri Ahmet Kaya'nın ciğerden söylediği şarkılarından ve merhum Turgut Özal'ın memleketi olmaklığından bilirdim. Geçtiğimiz hafta sonuysa, nihâyet Malatya'yı ziyaret etme imkânı buldum. Ziyaretime vesile olan insanları ve kutlu gayretlerini burada paylaşmak istiyorum çünkü "burası" merkeze ait olarak algılanıyor ve merkezin tarif edip şekillendirmekten bıkmadığı taşranın, merkezdekilere taş çıkartacak çapta işlere imza attığının bilinmesini önemsiyorum.

Bendenize ev sahipliği yapan "Bilgi Yolu Eğitim Kültür ve Sosyal Araştırmalar Merkezi" (BİLSAM), Malatya'dan dünyaya açılan ufka sahip bir sivil toplum kuruluşu... Bu yüzden entelektüel faaliyetlerini Malatya Araştırmaları Merkezi, Türkiye Araştırmaları Merkezi, İslâm Araştırmaları Merkezi ve Küresel Araştırmalar Merkezi olmak üzere dört başlığa yaymış bulunuyorlar. Yalnız BİLSAM, pek çok STK'dan farklı olarak sadece afili başlıklarla işlerini yürütmüyor, hakikaten o başlıkların hakkını verecek boyutta projeleri gerçekleştiriyor. BİLSAM Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Gezer'den öğrendiğime göre çoğunluğunu akademisyen ve eğitimcilerin oluşturduğu ancak hemen her meslekten birikim, vizyon ve tecrübe sahibi yaklaşık 150 kişinin oluşturduğu BİLSAM'ın kültürel, sanatsal ve sosyal alanlardaki sorun ve ihtiyaçlarla alakalı yürüttüğü çalışmaları mevcut.

BİLSAM'ın düzenlediği konferansta, "Türkiye'nin 'Ölmeyen' Babası"nın gözleri üzerimizde olduğu halde, cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan "halk-vatandaş" ayrımı hakkında konuşurken şimdiye kadar konuşmaya gittiğim şehirlerden Malatya'yı farklılaştıran başat bir unsur dikkatimi çekti. Dinleyici kitlesi oldukça çeşitli olmasına ve soru-yorum kısmında aralarındaki görüş farklılıkları belirgin biçimde ortaya çıkmasına rağmen seviye hiç düşmeden ve ortam hiç gerilmeden gündeme getirilen tüm meseleler üzerine beraberce kafa yorabildik. Kamusal alanda tesis edilmesini arzu ettiğimiz istişare ortamının bir numunesini sunan Malatya halkı, özellikle bu yanıyla beni çok etkiledi.

Son olarak, duruşundan hitabetine, mücadelelerle dolu hayat hikâyesinden simasının duruluğuna kadar hayran olduğum mihmandarım, sevgili ablam Yelda Polat'a ve Murat Aşan kardeşime teşekkürlerimle...

Ermeniler bizim neyimiz olur?

Daha önce Gaziantep'te bulunduğum sırada bu soru zihnimi çok kurcalamıştı. Çünkü 1915 öncesi Ermeni nüfusun yoğun olduğu bu şehir, tehcir sonrası itinayla boşaltılmış, geride bıraktırılan mallara el konulmuş, bu yolla yeni zenginler ortaya çıkmış, şehrin sosyo-kültürel dokusu hızla değişmişti. Bunu hakikati söylemekten korkmayan Gaziantepli kardeşlerimizden birebir dinlemiştim.

Malatya'da, Hrant Dink'in doğduğu Çavuşoğlu Mahallesi'ndeki evi ziyaret ederken de aynı soru zihnimde belirdi. O an aklıma Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Dink kararı ardından sarf ettiği vicdanlı sözlerinin yanı sıra şu cümlesi geldi: "Türkiye, yabancılara, yabancı şirketlere karşı da eşit muamele yapan bir ülke..." Malatyalı bir Türkiye vatandaşına "yabancı" dedirten zihniyetin sahipleri 1915 zulmünü işledi; o zulmü işledikleri bilinmesin diye de bu zehirli dillerini iliğimize kadar işledi. Eminim Sayın Gül, sonradan bu vurgudan kendisi de rahatsızlık duymuştur ama yine de "Hrant, bu mahallenin çocuğuydu" diyen Çavuşoğlu sakinleri ve kendi adıma şahitliğimi ikrar etmek isterim: Hrant Dink Malatyalıdır, Türkiyelidir ve hepimiz kadar "buralı"dır.

"Kahrolsun İsrail!" deme hakkımız engellenemez

Kayseri Kadir Has Kongre ve Spor Merkezi'nde Kayseri Kaski Spor ile, İsrail'in Maccabi Bnot takımları arasında oynanan Euro CUP kadınlar basketbol müsabakası sırasında bir grup genç, Filistin bayrakları açıp "Kahrolsun İsrail" şeklinde slogan atmışlar. Ancak ne hikmetse, yıllardır görmeye alışık olduğumuz bu protesto yüzünden Kayseri Adliyesi Savcılarından Hacı Çam, protestocu gençlerin yerlerini tek tek tesbit ettirip onlar aleyhinde dava açıyor. Gençler, "Din, Dil, Irk, Etnik Köken, Cinsiyet Veya Mezhep Farkı Gözeterek Hakaret" suçlamasıyla bugün hâkim karşısına çıkıyorlar. Hapis cezasıyla cezalandırılmaları talep ediliyor...

Şimdi sormak istiyorum: "Kahrolsun İsrail!" diye slogan atmak ne zamandan beri anti-semitizmle eş tutulur oldu? Kamuoyu yaklaşık bir buçuk yıldır Mavi Marmara'da katledilen 9 şehidimizin katillerinin yargılanmasını beklerken böyle bir dava nereden çıktı? Bu hangi akla hizmettir? Bu dava üzerinden kamuoyuna "Artık İsrail'e kahredemezsiniz" gözdağı mı verilmeye çalışılmaktadır?

Eğer öyleyse sayın savcıya buradan kendimi ihbar etmiş olayım:

Kahrolsun İsrail!

Kahrolsun İsrail!

Kahrolsun İsrail!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar