Mehmet Y. Yılmaz
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta biterken Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu toplantısının ardından şunu söyledi:
"Biz hem hazırlık, hem malzeme hem de müdahale konusunda sağlam bir duruş gösteriyoruz. Covid-19 hastalığını bulaştıranlarda Avrupa ve Amerika hikâyesi olması düşündürücüdür. Hastalığın teşhisinde ve vaka sayısının artmasından sonra yetersiz kalmaları çok açıktır. Türkiye tüm tedbirleri alarak hastalığın ülkemize girmesini geciktirmiştir."
Şu anda hepimiz bir salgın hastalık tehdidi altında yaşıyoruz ve Cumhurbaşkanı’nın kafası hâlâ "kutuplaşma" peşinde!
Bugüne kadar siyaset yapma tarzına bakarsak, tek bildiğinin de zaten bu olduğunu söyleyebiliriz.
Bu ülkede yaşayan herkes salgının yurtdışından geleceğini biliyordu.
Bunların içinde ABD’den gelenlerin olması da normal, Avrupa’dan gelenlerin de, Asya’dan gelenlerin de! Hatta Diyanet İşleri ve Sağlık Bakanlığı'nın ortak aymazlığı nedeniyle umre ziyareti sonrası yurda dönenlerin de!
İran sınırının kontrol edilememesi nedeniyle virüslü kaç kişinin bu ülkeden geldiğini de bilemiyoruz.
Salgın Anadolu’nun bir çok yerine bu nedenle yayılmadı mı?
Cumhurbaşkanı hâlâ algılayamıyor ki bu dünya görüşlerimiz arasında bir savaş değil.
Ortak bir sorunu yaşıyoruz.
Erdoğan, bu sözleriyle hastalıktan toplumun belli kesimini sorumlu tutmaya çalışıyor ama o hızla salgının bu hale gelmiş olmasının sorumluluğunun kime ait olduğunun da altını çiziyor:
"Türkiye tüm tedbirleri alarak hastalığın ülkemize girmesini geciktirmiştir."
Bu aynı zamanda salgın karşısındaki beceriksizliğin de itirafıdır.
Salgının önünde sonunda Türkiye’ye de geleceği biliniyordu.
Hükümet, bu süre içinde yeterli test kitini hazır edip, bütün ülkeye dağıtmayı başaramadı.
Virüslü ilk hasta tespit edildiğinde, bu testleri yapabilen merkez sayısı bütün Türkiye’de sadece 6 idi!
Sağlık Bakanı 16 Mart günü şunu söylüyordu:
"Şu dönemde 6 olan laboratuvar sayımızı, hafta sonuna kadar 16’ya çıkacak."
Sağlık Bakanlığı’nın Çin’den aldığı test kitlerinin yurda geldiğini açıkladığı tarih 20 Mart.
Nitekim 22 Mart’a kadar ancak 20 bin test yapılabilmişken, testlerin hastanelere dağıtılmasının ardından 4 gün içinde 20 bin test yapılabildi. 4 Nisan itibariyle test sayısı 160 bini bulmuştu ama hâlâ Almanya’nın sekizde biri kadardı!
Sağlık Bakanlığı’nın, Aile hekimlerini, yurt dışından gelenleri kontrol ile görevlendirdiği tarih de 20 Mart.
Yani aslında hepimiz için "düşündürücü" olması gereken, virüslü hastaların hangi ülkelerden geldiği değil, o hastaların neden yurda girişlerinde tespit edilip, izole edilemediğidir.
Düşündürücü olması için yazayım:
- Sınır kapılarında test yapıp hastaları tespit edilecek bir hazırlık yoktu.
- Yeterli sayıda test merkezi hazırlanmamıştı.
- Aile hekimlerinin "karantina" ile ilgili yetkileri ve olanakları yoktu.
O hastaları sınırda tespit edecek yaygınlıkta test uygulayabilecek bir hazırlık yapılmış olsaydı, hastalığın Anadolu’nun dört bir yanına bu hızla yayılmasının da önüne geçilirdi.
Kamu kaynakları ve müteahhit havuzlarıyla finanse edilen medya ve Cumhurbaşkanı ne kadar aksini pompalarsa pompalasın, bu gerçek değişmez:
Hükümet, hastalığın yurda gelmesini beklerken yapması gerekenleri eksiksiz yapmayı başaramadı. Başarısız oldu!
Başarısızlığını örtmek için de dikkatimizi "ABD ve Avrupa’dan gelenlere" çekmek istiyor, buralardan gelenler sanki başka ülkenin vatandaşlarıymış gibi!
Bugün Türkiye hastalığın ikiye katlanma hızı açısından önde gelen ülkeler arasında.
Ve hâlâ tedbirler, Bilim Kurulu’nun önerdiği gibi alınmıyor.
Erdoğan yönetiminin aldığı kararlar eksik, hatalı ve gecikmeli.
Hastalıkla mücadelede artık tüm dünyanın fikir birliği içinde olduğu bir tek konu var:
Çok test yapılarak hastalıklı olan kişiler erken tespit edilecek ve izole edilecekler. Bu kişilerle temasta bulunduğu tespit edilenler sıkı karantina koşulları altında gözlenecekler. Bu süre içinde toplumsal hareketlilik de duracak ki hastalığın yayılmasının önüne geçilebilsin. Bunu sağlayacak yöntem de sokağa çıkma yasağı!
Hükümet hâlâ bu kararı alabilmiş değil.
Önce 65 yaş üstüne yasak geldi. Sonra sahillerde yürümek, spor yapmak yasaklandı. Sonra 20 yaş altına. Sonra 20 yaş altı işçiler için bu yasak kalktı. En son geldiğimiz noktada büyük şehirlere giriş çıkış yasaklandı.
Kararlar sürekli gecikiyor ve yarım yamalak alınıyor çünkü Erdoğan, Bilim Kurulu’nun önerilerini dinlemiyor!
Memleketin çalışan kesimleri, göz göre göre virüsün kucağına atılıyor.
Erdoğan da Boğaz’daki sarayında oturmuş, millete hastalığın sorumlusu olarak "Amerika ve Avrupa’dan gelenleri" gösteriyor!
* * *
Haberiniz var mı?
Gazeteci Hakan Aygün, virüs ile mücadele kapsamında vatandaşlardan para toplanması ile dalga geçen bir tweet attığı için tutuklandı.
Bir kişi İstanbul’da Cumhuriyet Başsavcılığı’na ihbarda bulunmuş, Bodrum’daki mahkeme de "halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" ve "hakaret" suçlamasıyla tutuklanmasına karar vermiş.
Şunu merak ettim: Hakan’ın attığı mesajdaki "iban edenler" sözlerinden rencide olan kimdi? Bu kişi mesela Egemen Bağış bir Kur’an suresiyle ilgili "bakara makara" diye dalga geçerken de rencide olmuş muydu?
Bunu geçelim.
Hakan’ın tutuklanmasına gerekçe olan madde açıkça şunu söylüyor: "Kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde"!
Bu atılan tweet ile böyle bir tehlike ortaya çıkmış mıdır?
Böyle bir şey yok, iddiaya girerim ki kedisini Müslüman olarak tanımlayan insanlarımızın ezici çoğunluğunun böyle bir tweetten bile haberi yok.
Peki tutuklama neyin nesi oluyor bu durumda?
Bu bir yandan peşin bir cezalandırma olarak görülüyor. Çünkü böyle bir suçlamayla mahkûmiyet kararı çıkmaz. Ama şimdi tutuklarlarsa, hapse atarlar, beş – altı ay iddianame yazılana kadar hapiste tutarlar. Hatta belki de bir yıl.
Gazeteci arkadaşlarımız Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Aydın Keser, Ferhat Çelik, Murat Ağırel neden tutuklu yargılanıyorlarsa, Odatv neden kapatıldıysa, Hakan Aygün de aynı nedenle tutuklandı.
Göz dağı vermek, korkutmak, susturmak.
Çünkü dünyanın parasını harcayıp ele geçirdikleri medya, bir paçavraya dönüştü.
Zannediyorlardı ki medyayı satın alırlarsa, halkın gerçeklere ulaşma olanağını yok edebilirler.
Yanıldılar ve yanılmış olmanın verdiği kızgınlıkla bağımsız gazetecilere saldırıyorlar.
Olay bundan ibarettir.
Yoksa hangi Müslüman böyle anlamsız bir tweetten rencide olur? İslam dinine inançları bu kadar zayıf olabilir mi?
* * *
Demirörenlere de bakın!
Cumhurbaşkanı’nın düzenlediği yardım kampanyasına katılanların listesine bakarken ne göreyim?
Demirören Grubu da bu kampanyaya 6 milyon 700 bin lira bağışta bulunmuş.
Tabii merak ettim, niye 6,5 ya da 7 değil de 6 milyon 700 bin lira diye.
Neyse, orası beni ilgilendirmez.
Benim sormak istediğim şu: Madem bu kadar vicdan sahibi ve duyarlı insanlarsınız, niye Hürriyet gazetesinden hem de ay sonuna denk getirip, maaşlarını bile vermeden attığınız 45 gazetecinin kıdem tazminatlarının üzerine yattınız?
Bildiğim kadarıyla Demirören ailesi adına bu işi yöneten kişi Meltem Demirören.
İnsan böyle bir ayıp ile çocuklarının yüzüne nasıl bakabilir, arkadaşlarının bakışlarından nasıl rahatsız olmaz?
Yoksa onlar da sizler gibi tipler mi Meltem Hanım? Çocuklarınızı da kendiniz gibi mi yetiştirdiniz, arkadaşlarınızı da kendiniz gibilerin arasından seçmenin huzuru içinde mi yaşıyorsunuz?
Madem bu kadar paranız var ve bir emirle bağış yapabiliyorsunuz, toplam 26 çocuklu bir aile olan bu 45 gazeteciye düşmanlığınızın sebebi nedir?
Kimse size "gazetecileri işten atmayın" demiyor.
İstediğinizi atabilirsiniz, sakınca yok, bu mesleği tercih eden herkes bu riski göze almıştır zaten.
Ama insanların kıdem tazminatlarının üzerine yatmaya çalışmak ne demek oluyor?
Meltem Demirören! Yıldırım Demirören! Tayfun Demirören! Size söylüyorum.
İnsanda biraz utanma olmalı yahu!
İşten çıkarılan gazeteciler tazminatlarını alamadıkları için Hürriyet binası önünde basın açıklaması yapmıştı
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktanİktidar, Bahçeli’nin hukuk uyarılarını dikkate almalı 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Azerbaycan Turan yolu’ 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURRojbaş İmamoğlu, geçmiş olsun Evre ve yeni YAE’cilere dostane uyarılar… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciDemokrasi işgal edilirse… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgün8 Ağustos mutabakatı… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKomisyon'un çimentosu Bahçeli 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.08.2025
6.08.2025
26.06.2025
23.06.2025
12.05.2025
4.04.2025
2.04.2025
6.03.2025
4.03.2025
28.02.2025