Murat Sevinç
‘Minder’ başlıklı yazıyla başlamıştım, devam…
Bir sorun üzerine tartışabilmek için ilk yapılması gereken, ne üzerine konuştuğumuzu anlamak için tanım denemeleri yapmak olabilir. Örneğin, ‘Kürt sorunu’ dendiğinde bir ‘sorun’ olduğunu ve bu sorunun ‘Kürtler’le ilgisini kabul ediyoruz demektir. Kürtlerden kaynaklandığını değil, Kürtlerle ilgilisini.
Savunular
Türkiye’de böyle bir sorun olmadığı savunulabilir. Türkiye’de yıllarca yaşananın yalnızca ‘terör’ sorunu olduğu savunulabilir. Türkiye’de terörün ‘ithal’ olduğu ve ‘emperyalistler’in büyük projelerinin anlık görünümlerinden kaynaklandığı savunulabilir. Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğu, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt ‘kökenli’ yurttaşlarımıza ayrımcılık yapılmadığı savunulabilir.
Türkiye’de Kürtlere yaklaşık bir asırdır haksızlık edildiği, kimliklerinin yok sayıldığı savunulabilir. Türkiye’de Kürt sorunu olduğu ve bunun Türklerin tutumundan kaynaklandığı savunulabilir.
Türkiye’de yaşayan Kürtlerin yaşadıklarının imparatorluk bakiyesi Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından kaynaklandığı savunulabilir.
Türkiye’de Kürt ve Türk ayrımı yapılmadan, her ne sorun yaşanıyorsa bunların ancak sınıf bilinci ve mücadelesiyle çözülebileceği savunulabilir… Vesaire.
Sorunu nasıl tanımlıyor, teşhisi nasıl koyuyorsanız çözümü de ona göre belirlersiniz. Yukarıda sayılan ve sayısı çokça artırılabilecek ‘kanaatler’in her birinin vadettiği ayrı bir siyaset tarzı olur ve bu olağandır. Ancak ‘yorum’ ile ‘olgu’yu, bir başka söyleyişle ‘somut gerçeği’ karıştırmamak gerekir. Tarihi farklı açılardan ele almak ile ‘gönlünce’ yorumlamak başka şeyler. ‘Gerçek’ her birimizin kendi zihniyetine göre karar vereceği bir veri olmasa da o gerçeğe herkes farklı bir yerden yaklaşabilir.
Söz konusu ‘savunu’lardan yalnızca birinin değil, birkaçının bir araya gelerek Kürt sorununu yarattığını, dolaysıyla çözümünün de ancak birden çok etmen göz önünde bulundurularak mümkün olabileceğini düşünebiliriz. Bir nedeni tespit etmek diğer nedenleri görmeyi ve onlar üzerinde söz söylemeyi değersizleştirmez.
CHP’nin tercihi
Bir süreç başladı. Sonunda bir ‘komisyon’ kuruldu. O komisyonun ne işlev göreceğini yaşayarak göreceğiz.
Komisyona katılmak ve katılmamak arasında tercih yaptı partiler. CHP en merak edileniydi ve kendi şartlarını ilan ederek katılmaya karar verdi. Oraya asıl etki ve meşruiyet (tarihsel, siyasal, sınıfsal ve oransal bakımlardan) kazandıracak partinin CHP olduğunu bildikleri için ısrarcı oldular. Hayırlısı olsun. CHP eğer katılmasaydı, katıldığında neler olabileceğini bilemeyecektik. Şimdi de katılmamayı tercih etseydi ne olurdu, bilmiyoruz. CHP yolunu seçti, olumlu ve olumsuz sonuçlarını yaşayacaktır. Olumlu sonuçların daha çok olmasını dileyelim.
Düşünmenin sınırları?
Gerek komisyon, gerekse ‘süreç’ konusunda milyonlarca yurttaşın endişe duymasından ve güvensizlik duygusu yaşamasından daha anlaşılır bir şey olamaz. Nihayetinde hikâye, DEM Parti’nin kapatılmasını savunan ve siyasetçileri hakkında yıllar boyunca son derece ağır ifadeler kullanan bir parti genel başkanının günlerden bir gün Meclis’te DEM’lilerle tokalaşmasıyla başladı, ABD’nin Ankara büyükelçisinin bir büyükelçi için olağan karşılanamayacak küstahça ‘nasihat’leri eşliğinde devam etti ve sonunda PKK’nin sembolik silah bırakmasının ardından TBMM’de komisyon kuruldu.
Demirtaş-Yüksekdağ cezaevinde, ‘milletvekili’ seçilen Can Atalay cezaevinde, Kavala ve diğer Gezi hükümlüleri cezaevinde. Son bir yıla ve şu anki durumumuza bakıp da olup biteni ‘olağan seyrinde’ bir siyaset gibi karşılamak mümkün değil. Ama oldu. Olmakta. O zaman yapılması gereken ‘olmakta olan’ın sağlıklı bir biçimde ele alınmasında.
Bunun bir yolu, yaşananların ‘görünen’ ve ‘bilmediğimiz’ taraflarını bazen bir yana bırakmayı deneyerek sorun hakkındaki düşüncelerimizi tartmak olabilir. Bir yıl öncesine dönelim ve süreç henüz başlamadan birileri bize Kürt sorunu hakkındaki düşüncemizi sorsa neler söyleyebileceğimizi hayal edelim. İnsan, düşünme faaliyetini iktidarların keyfince çizdiği sınırlar içine hapsetmemeli.
Soğukkanlılıkla nasıl konuşulabilir?
Kürt sorunu hakkında ‘muhalifler’ ne düşünüyor, kaç parçalı bir sorun bu, nasıl ele almalı, nasıl konuşulmalı?
Velev ki yaşadığımız her melanetin müsebbibi ‘emperyalistler’ olsun, o emperyalistler bir gün kendilerine başka bir eğlence bulsa ve bize dönüp “Hadi ne haliniz varsa görün” dese Kürtlerin konumu ve talepleri hakkında ne söylerdik? Mesele, bu toprakta ve 2025’te, ‘ırkçı’ sıfatının kullanımında karşılıklı olarak kolaya kaçmadan, birilerine ‘liboş’, ‘foncu’, ‘YAE’ci ya da ‘Kürt düşmanı’ demeden, biraz soğukkanlılıkla nasıl konuşulabilir? Çok zor görünüyor, ancak denemekten vazgeçmemek gerekir.
Marx’ın İrlanda kaldıracı
Doğrusu biraz kolaya kaçarak Kürt sorununun farklı veçheleriyle ilgilenenlere ‘kimlikçi’ sıfatını uygun gören bir kesimin bu tutumunu yanlış bulduğumu yineleyip yazıyı Karl Marx’tan uzunca bir alıntıyla bitireceğim. 2018’de Yordam Kitap nefis bir kitap yayınladı. Yazarı Kevin B. Anderson, kitabın adı Marx Sınırlarda/Etnisite, Ulus, Ulusçuluk ve Batı Dışı Toplumlar (Çeviren, Deniz Gedizlioğlu).
Kitabın 230’uncu sayfasında şöyle bir başlık var: ‘1869-1870’te Tavır Değişikliği: Devrimin ‘Kaldıracı’ Olarak İrlanda.’ Bu başlık altında Marx’ın İrlanda’nın devrimde oynayacağı rol hakkındaki düşüncesinin değişimi mektupları üzerinden anlatılmış. Örneğin, 10 Aralık 1869’da Engels’e yazdığı mektubun bir yerinde şöyle diyor: “İngiliz işçi sınıfı İrlanda’dan kurtulmadan hiçbir şey başaramaz. Kaldıracın dayandığı yer İrlanda olmalı.” Merak eden kitabı okuyabilir. Uzatmadan, Marx’ın yazışmalarından konuya dair birkaç satır aktarmak istiyorum:
“İkincisi, İngiliz burjuvazisi… proletaryayı iki düşman kampa bölmüştür… İngiltere’nin tüm büyük sanayi merkezlerinde İrlandalı proleterler ile İngiliz proleterler arasında derin bir düşmanlık vardır. Sıradan İngiliz işçi, ücretleri ve yaşam standardını düşüren bir rakip olarak İrlandalı işçiden nefret eder. Ona karşı milli ve dini duyguları besler… İngiltere’nin proleterleri arasındaki bu düşmanlık burjuvazi tarafından yapay olarak beslenmekte ve sürdürülmektedir…” (236)
“Şimdi de en önemlisi! İngiltere’deki sanayi ve ticaret merkezlerinin hepsinde, artık iki düşman kampa bölünmüş bir işçi sınıfı mevcut: İngiliz proleterleri ile İrlanda proleterleri.
Sıradan İngiliz işçi… İrlandalı işçi karşısında kendisini egemen ulusun bir parçası olarak hissetmekte ve bu yüzden İrlanda’ya karşı kendi aristokratlarının ve kapitalistlerinin bir aracı olmayı kabullenerek bunların kendisi üzerindeki hakimiyetini güçlendirmektedir. İrlandalıya karşı dini, toplumsal ve milli önyargılar beslenmektedir. Ona karşı tavrı, Amerikan Birliğinin eski köleci eyaletlerinde yoksul beyazların zencilere karşı takındığı tavrın aşağı yukarı aynısıdır.
İrlandalı ise bu düşmanlık borcunu ona faiziyle öder. İngiliz işçiyi, İrlanda’daki İngiliz hakimiyetinin hem suç ortağı hem de ahmak bir aleti olarak görür. Bu düşmanlık… egemen sınıfın elindeki tüm araçların işe koşulduğu yapay çabalarla ayakta tutulmakta ve pekiştirilmektedir.
Tüm örgütlülüğüne rağmen, İngiliz işçi sınıfının güçsüzlüğünün sırrı bu düşmanlıkta gizlidir. Kapitalist sınıfın gücünü devam ettirmesinin sırrı budur. Ve de kapitalist sınıf, bunun tamamen farkındadır.” (237-38)
Ve Anderson: “Bu açıdan bakıldığında… İngiliz işçiler ile İrlandalı göçmen işçiler arasında süregiden karşılıklı düşmanlık, etnik olarak zümrelere ayrılmış bir işçi sınıfındaki sınıf bilincinin gelişimini sınırlamaktaydı.” (238)
Belki de ‘‘kimlikçilik’ değildir
Belki kendi sorunlarımıza yaklaşmanın yollarından biri de bu olabilir. Etnik ya da dini sorun, bir diğer alandaki mücadelenin zayıflığının nedenlerinden biridir. Her şey içi içeyse farklı düzeylerdeki etmenleri aynı anda ele almak, tümü üzerinde düşünmek, aralarındaki yakınlığın ayrılıktan fazla olduğunu kavramak, düşüneni doğru yola sevk edebilir. Belki bir ‘kimliğin’ sorunları hakkında konuşmak ‘kimlikçilik’ değildir, başka bir şeydir.
Yazı önerisi: KHK’li meslektaşım ve kurumdaşım sevgili Zafer Yılmaz, ‘Sağın Kasveti’ başlıklı yeni bir kitap yayınladı. Eline sağlık. Tanıtma yazısı yazmayı düşünürken Tanıl Bora kitabı anlatan ‘Çağdaş Türkiye’ başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı ve kitabı öneririm.
Yazarlar
-
Akif BEKİKimmiş bakalım devlete saldıran? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBüyük eşik atlandı, sıra mayınlı alanda… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasPara vermeden diploma alanlarımız da bunlar 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
24.07.2025
7.07.2025
4.06.2025
1.06.2025
18.05.2025
10.05.2025
1.05.2025
22.04.2025
24.03.2025