Osman CAN
100 yıllık vesayet düzeninin bastırdığı tüm tartışmaları, kimi zaman polemik tadında, kimi zaman acıtıcı, kimi zaman da düzeysizce yürütüp fenalaşabileceğiz. Normal, zira uzun süren bir açlığın ardından aceleyle tıka-basa yemek fenalaştırır.
Türkiye’de gündelik siyasetin cazibesinden kurtulmak pek mümkün görünmüyor. Gündelik siyaset deyip bir kenara atma lüksü de yok, zira tartışılan her bir konu polemik diye geçiştirilebilecek cinsten değil. Olağan şartlarda aylarca tartışılması gereken konular bir iki gün içinde tüketilip geçiliyor. Bu da yetmiyor, alınan pozisyona göre bir sonraki gündem, bir öncekini örtmek ve etkisizleştirmek için araçsallaştırılabiliyor.
Bunu 21. Yüzyılın hızına ve önceki yüzyıllarda alışkın olduğumuz tüm kalıpların ve kodların çözülmesine mi, Türkiye’nin yüzyıldan uzun süredir bastırılmış politik gündemlerini bir çırpıda tüketip yeni gündemlere yelken açma aceleciliğine mi, yoksa bir an evvel geçmişe ait konularını tüketip hızla konsolidasyona ulaşma çabasına mı bağlayacağız?
Vesayeti yıkan tartışmalar
Ama polemik diye geçiştirilemeyeceği çok açık. Zira Uludere faciası günübirlik bir politik söylemden ziyade Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkış paradigması kadar eski ve onun ayrılmaz parçası. O paradigmayı yeni anayasa yapımı sürecinde sorgulamadan, bu sorunu gündemden düşürme imkânı yoktur.
Kürtaj meselesi Uludere faciasını unutturmak için araçsallaştırılmış olabilir. Ama Kürtaj meselesinin muhafazakârlık, özgürlük, kadın hakları, din ve etik üzerine oturan derin köklerinin bulunduğu ve bu sorunun Türkiye’de derinden derine tartışılması zaruretinin bulunduğunu inkâra da imkân yoktur.
Aslında olan şu: Türkiye bundan birkaç yıl öncesinden başlayarak temel politik meselelerini ilk defa tartışmaya başladı. Şimdilerde ise özellikle vesayetin geriletilmesinin yarattığı özgüvenin ardından ilk defa etik, din ve sair toplumsal meselelerini tartışıyor. Bir öncekinde siyasal aktörler kendi etki ve yetki alanlarını reel ortamda test etme imkânı buldu. Şimdi aynı test ediş ve yoklama toplumsal aktörler ekseninde gerçekleşiyor.
Yani yüzyıllık vesayet düzeninin bastırdığı tüm tartışmaları, kimi zaman polemik tadında, kimi zaman acıtıcı, kimi zaman da düzeysizce yürütüp fenalaşabileceğiz. Normal, zira uzun süren bir açlığın ardından aceleyle tıka-basa yemek fenalaştırır.
Ama sanırım konsolidasyon için gerekli.
Siyasal mekan karıldığı gibi, sosyal mekan da karılıyor. Bu da gerçekleştiğinde Türkiye’nin idealizasyonlardan uzak bir toplum sözleşmesi resmi ortaya çıkmaya başlayacak. Nasıl bir resim olacağını, gecikmiş bu siyasal ve sosyal tartışmaların ardından görebileceğiz.
Kavganın dışına çıkıp sürece biraz analitik yaklaşmak sanırım daha iyi...
Laiklik ve milliyetçilik
Ve bugünün gündemi, son günlerde gündem yaratmada Başbakan’dan geri kalmayan Bozdağ’ın laiklik ve diyanet meselesi.
Tartışmada laikliğin din ve vicdan özgürlüğü ile devlet-din işlerinin ayrılması unsurları öne çıkıyor. Peki, Türkiye’de laikliğin bu unsurlarla ilişkisi oldu mu ki? Laiklik yüzyılları aşan ve ekonomik faktörlerin tetiklediği siyasal bir ilkedir. Kilise otoritesi ile devlet otoritesi tartışmasında Kilisenin (dinin değil!) iktidar kaybetmesini, buna karşın devletin de farklı dinlerin veya mezheplerin bir arada yaşamasını, bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğünü garantilemesini ifade ediyor. Yani uluslaşmanın doğal sürecinde ortaya çıkan bir siyasal ilkeden söz ediyoruz. Türkiye’de böyle iki farklı otorite çatışmasının bulunduğunu söylemek çok kolay değil. Ayrıca batıda görüldüğü biçimiyle bir din savaşının yaşandığını söylemek de zordur. Din adamları sınıfı da yoktu. Muhtemelen biraz da bu nedenle Türkiye siyasal elitleri laiklik diye aslında yalnızca bir karikatür üretti. Siyasal muarızlar sahici zannedip bu karikatürü didiklemeyi muhalefet saydı. Batılı refiklerimizin (AİHM gibi) durumu ise daha trajik.
Ancak arada şöyle bir fark var: Batılı monarşiler sanayileşme devrimiyle birlikte dünya siyasetinde ve ekonomisinde söz sahibi olmaya doğru evrilirken ve laiklik de bu evrimin bir ürünüyken, aynı süreç Osmanlı devleti için çöküşün ifadesi oldu. Bu nedenle de rasyonel çözümleme yeteneğini hızla kaybetmeye, ideolojilere ve sosyal tasarımlara yönelmeye başladı. Osmanlı’da modernleşme çabalarının temel saiki, imparatorluğu kurtarmak, kurtarılamayacağı anlaşıldığında ise ulus devlet yaratmak oldu. Batıda ekonomik gelişmelerin tetiklediği sosyal ve siyasal değişimler “ulusu” ve onun zorunlu sonucu olarak “ulus devleti” ortaya çıkarırken, aynı gelişmelerin yaşanmadığı Osmanlı’da ulus devlet için önce bir ulus yaratmak gerekiyordu. Zira ortada ulus yoktu. Batıda süreç içinde ortaya çıkan “ulus”, geleneksel devletten laik “ulus devlet” yaratırken, Türkiye’de devletin kendisi (elitler/bürokrasi) “ulus devlet” olmaya karar verip, bunun için homojen bir “ulus” yaratmak istedi. Laiklik bunun aracıydı. Zira gayrimüslimlerden büyük ölçüde temizlenen Anadolu’daki unsurlar kendini halen çok uluslu bir devlet içinde, dünya Müslümanlarıyla aynı bütünün parçası olarak görüyordu. Bu bağı koparmanın yolu, ya İslam’ı bütünüyle ortadan kaldırmak veya onu siyasal elitlerin tasavvuruna uygun bir şekilde yeniden düzenlemekten geçiyordu.
1915 Felaketi, mübadele felaketi, Dersim Alevi Katliamı, 6-7 Eylül olayları ile devam edegelen sözümona laik süreçte gayrimüslimlerin oranı %30’lardan %0,5’e indiyse, Kürtler hanefileştirildiyse, şiiler ve aleviler yüz yıllık devlet ideolojisinin yedeğine çekildiyse ve Türk unsurlar da kendilerini Müslüman, ama Kürt’ten ve İslam coğrafyasının tamamından farklı görüyorsa herhalde laikliğin din ve inanç özgürlüğü veyahut devlet-din işlerinin ayrışmasından çok, milliyetçilik ideolojisinin payandası olduğunu kabul etmemiz gerekecek.
Böyle ise diyaneti, din ve vicdan özgürlüğü meselesini bir karikatür üzerinden değil de, gerçek olgular ve dinamikler üzerinden tartışmamız gerekecek. Yeni Anayasayı Türkiye’nin tüm renkleri, dinamikleri ve talepleri ekseninde rasyonel toplumsal çıkarlara uygun bir şekilde inşa ettiğimizde, yani siyasal yapıyı doğru bileşenler üzerine inşa ettiğimizde, bu tartışmada önemli bir mesafe kaydetmiş olacağız.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.03.2021
9.01.2021
20.07.2020
12.07.2020
23.06.2020
20.06.2020
20.06.2020
24.04.2019
18.01.2017
1.02.2015