Yasemin ÇONGAR
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYOR adlı köşede yayımlanmıştır.
***
Hüznün kudret verdiğine inanıyorum. Boşluğu anlamlı kılıyor çünkü. Eksik olanın gizli bilincini taşıyor içinde ve kavuşma ihtimaline olan inatçı bir inançtan besleniyor. İhtimalleri yitirmekten daha kesin bir nihayet var mı? Bu nihai çizgiye bir kez vardı mı, artık nasıl yaşar insan? Nasıl yaşarsın?
Hayatlarımızın orta yerinde, kocaman bir boşluk halinde, kendini sürekli olarak yeniden üreten, yaşanmamış, anlatılmamış, tam anlamıyla hayal bile edilemeyen eksik bir geçmişe duyduğumuz, tatmini imkânsız özlemin adına “nostalji” demek mümkün, tabii. Ya da buna, vaktiyle Susan Stewart’ın yaptığı gibi, “arzuyu arzulamak” diyebiliriz. Hüzünlü bir şey bu. Hüznü ölçüsünde, insanı yaşatan bir şey. Uydurulmuş bir şey. Bir hayat stratejisi.
Romanın “oda müziği” halini sevmek
Romanları, ekseriya, konçertolara benzetiyorum ben. Konçerto-romanlarda, orkestra –olaylar, çevre ve bütün bir hayat– hep biraz geride, hep biraz eşlikçi. Ve solist –romanın başkarakteri– kendisini kuşatan müziğin içinde, kâh o müzikle cilalanan parlak yüzeyiyle gözümüzü alarak, kâh orkestranın ışığını kendi derinliğinde soğurup sindirerek, bazen de adeta büsbütün ayrılıp bir başına kalmayı deneyecekmişçesine dar bir eşikte dikilip cilveleşerek, tekinsiz boşluklarda bildiğini okuyarak öne çıkıyor. Bu tür bir estetik düelloyu, Brahms’ın, Paganini’nin, Çaykovski’nin, Bruch’un ve tabii Beethoven’ın keman konçertolarında mesela, ya da List’in, Grieg’in, Rahmaninoff’un ve, tabii, yine Brahms ve Beethoven’ın piyano için yazdıklarında bulmak mümkün. Ve, bana öyle geliyor ki, bir Anna Karenina, bir Madame Bovary, ya da ne bileyim bir Emma, bir David Copperfield, bir Muhteşem Gatsby de aslında, Romantik dönemin o kuvvetli konçertolarındakine benzer bir ilişkiye çağırıyorlar bizi; romanına başkarakterinin adını vermekten çekinmeyen yazar, eserin nihai çoğulluğunu sağlayan bütün o karmaşık orkestrasyonu, esasen tek bir sesi billûrlaştırmak için yaptığını biliyor elbet.
Ama bir de edebî senfoniler var. Solistliği ya da, en azından, baştan sona istikrarlı bir solistliği mümkün kılmayan; bir ya da birkaç karakterin değil, daha ziyade bir bütün halinde çevrenin, atmosferin, dokunun anlatıma egemen olduğu ve sözü bütün karakterlerden daha fazla taşıdığı, ziyadesiyle akışkan metinler… Başlı başına birer dünya onlar; içlerine düşmüşlüğünüz, içlerinde durmuşluğunuz varsa biliyorsunuz. İskenderiye Dörtlüsü, özellikle de bir bütün olarak, yani Justine’le başlayıp, genelde yapıldığının aksine orada durmadan, Balthazar, Mountolive ve Clea’yı da kapsayarak okunduğunda böyle bir dünyadır mesela. Roberto Bolaño’nun, geçen hafta, üç yıl aradan sonra ikinci kez sinesine sığındığım 2666’sı da bence öyledir; Don DeLillo’nun –ne yazık ki, Türkçede günyüzü görememiş olan– Underworld ’ü de hatta bir senfoni-romandır; ve belki, bu tarz kitapların cümlesinin tepesine, yedi cildiyle tekmili birden Kayıp Zamanın İzinde’yi koyabiliriz.
Graham Swift, konçertolar yazan bir romancı değil; senfoniler yazan bir romancı hiç değil. Onun kitapları, oda müziğini andırıyor daha ziyade. Karakterin de, dokunun da güçlü olduğu ama nev’i şahsına münhasır bir karakter yaratmasıyla ya da dört başı mamur bir dünya kurmasıyla değil, tekil bir duyguyu minyatür gibi işlemesiyle hatırlanan romanlar yazıyor. Bir Swift romanında, genellikle bir ailenin, bir çiftin ya da birkaç arkadaşın, en fazla birkaç günlük bir zaman diliminde izlediğiniz ilişkilerini, hafızanın kanallarından geçmişe gidip gelerek anlamaya çalışırken buluyorsunuz kendinizi. Dar mekânlarda, kısık ışıkta, küçük seslerle süren bir diyalogun ya da bir monologlar dizisinin ortasında sabırla durup, bu tanıklığı yazarın sizin için kurduğu sükûnete uygun bir tevekkülle sürdürmeniz halinde, yavaş yavaş demlenip kıvama gelen bir müziğin, kitabı kapattıktan sonra da sizinle kalacağını hissetmeye başlıyorsunuz çok geçmeden; usul usul akan roman, kendisinden yine usul usul bir duygu damıtırken, bir “sonat” kadar mütevazı, bir “şiir” kadar mahrem olabiliyor. Ve ben, romanın bu “oda müziği” halini de çok seviyorum.
Dürüst bir anlatının olağanüstü hüznü
1949 Londra doğumlu Swift, filmiyle meşhur olan Waterland (Su Diyarı) ve Booker ödüllü The Last Orders’ın (Son İçkiler) yanı sıra, The Light of Day (Günyüzü) ve Ever After (Sonsuza Kadar) gibi kitapları otuz küsur dille birlikte Türkçeye de çevrilmiş, kendisine “yabancı” muamelesi yapmaya gerek olmayan bir yazar. Oysa, onun ısrarla anlattığı bir “İngilizlik hali” var ve ben bu hali, şimdi artık neredeyse yirmi yıl öncesinde kalan İngiltere hayatıma rağmen, sanırım hep biraz “yabancı” buluyorum. Swift’in Britanya’da birkaç hafta önce yayımlanan dokuzuncu romanı, Wish You Were Here (Keşke Burada Olsaydın) ise en çok bu yüzden şaşırttı beni. Yine bir oda müziği eseri ve yine her şeyden ziyade “İngilizlik” üzerine bir terennüm olan bu roman, çok sevdiğim Waterland ve The Last Orders’dakinden daha kuvvetli bir duygudaşlık hissi verdi bana; Wish You Were Here’ın nostaljisini paylaştım sanırım, hüznünü tanıdım ve onda kudret buldum.
Britanya’nın hemen güneyinde, Manş Denizi’ndeki, “İngiliz adalarının en büyüğü” unvanlı ama gerçekte, yeşil tepelerin gri bir denize kum rengi yarların üzerinden kavuştuğu küçük bir ada olan Isle of Wight’ta evliliklerinin en kötü günlerini yaşayan Jack Luxton ile Ellie Merrick’in ortak geçmişlerini ve o geçmişi birlikte nasıl dönüştürdüklerini anlatırken, yazarlığının en güçlü özelliği olan dürüstlükten bin an bile vazgeçmiyor Swift. Yetiştirdikleri sığırların “deli dana” hastalığıyla telef olduğunu gördükten sonra, hayvancılığı bırakıp tatil karavanları işletmeye başlayan “son Luxton,” işiyle, geçmişiyle, hayatı ve hayalleriyle olabildiğinde “sıradan,” olabildiğince “küçük” bir adam. Ama onu, Irak Savaşı’nda ölen erkek kardeşi Tom için yapılacak cenazenin zihinsel hazırlığı içinde ve karısıyla bir hesaplaşmanın eşiğinde, Swift’in doğrusal bir düşünce silsilesine asla kapılmayan, aksine hafızamız gibi halka halka açılan anlatımından izlerken, okuduğunuz her şeyin ne kadar hakiki, her şeyin hayattakine ne kadar uygun, giderek ne kadar basit ve ne kadar evrensel olduğunu hissetmeye başlıyorsunuz. “Küçüklük ve sıradanlık,” süslemeden, folklorize etmeden, banalleştirmeden anlatıldığında, tam anlamıyla dürüstçe anlatıldığında yani, kaçınılmaz bir şekilde kendi küçüklüğüyle, kendi sıradanlığıyla yüzleştiriyor insanı. Bu dürüstlükte, sağlam bir eksiklik bilinci gizli ve muazzam bir hüzün yükü var.
Gerçeğe birden çok yerinden dokunmak
“Keşke burada olsaydın.” Yazıya başlarken, elimdeki kitabı görüp, adıyla dalga geçen arkadaşım olmasaydı, Swift’in ana temasını, bu cümlede ve bu cümlenin çağrışımlarında bulmak aklıma gelmeyebilirdi doğrusu. “Ana tema” derken, romanın ana fikrinden ya da konusundan söz etmiyorum; anlatının kuşatıcı müziği var aklımda, bu sonatromanın hâkim duygusu var.
Swift, Jack Luxton’ı onun hayatını süren birinden beklenecek şekilde içine kapalı, duygularını dışa pek az yansıtan, yansıtmak istediğinde de buna uygun kelimeleri asla bulamayan bir adam olarak tasvir ediyor. Romanı, Jack’in aklının dehlizlerinden geçerek anlattığı için, bu “kifayetsizlik” hali, Swift’in dilini de dizginliyor ister istemez; yazısının dürüstlüğünü biraz da dizginlere direnmemesine borçlu zaten.
Ama “kifayetsizlik,” bir farkında olmama hali değil çoğu zaman; daha ziyade, bir yapmak isteyip de yapamama, neyi ifade edeceğinden ziyade nasıl ifade edeceğini bilememe hali.
Küçük bir yerde küçük bir hayat süren küçük bir adamın, her şeyden çok kendi kelimeleriyle kıstırılmış olduğunu anlatıyor Swift. Yıllar önce, Jack ve Ellie, hâlâ ailelerinin yanında yaşayan birer genç sevgiliyken, annesi ve erkek kardeşi Tom’la çıktığı tatilden, geride bıraktığı Ellie’ye bir kartpostal gönderiyor Jack:
“Bu ilk kartı yazmak, annesi yardım etmese ve biraz düşündükten sonra, ‘Keşke burada olsaydın’ diye yazmasını önermese, onun için ciddi bir mücadele olacaktı. O da öyle yazdı. Yaratıcılıktan olabilecek en uzak mesaj olduğunu bilmiyordu bunun. Yazmıştı. Ve bunu gerçekten dilemişti.”
Romanın başka bir yerinde, Jack, kendisini “yerleşen, vazgeçmeyen,” Tom’u ise “alıp başını giden, geride bırakan” diye tarif ederek, kardeşiyle arasındaki farkı anlamaya çalışıyor. Tom’un on sekiz yaşına bastığı gün evden kaçtığını hatırlarken, kardeşine verdiği doğumgünü kartını ve bir başka kifayetsiz cümlesini düşünüyor bu kez:
“ ‘İyi şanslar, Tom. Seni her zaman düşüneceğim.’ Belki aptalcaydı bu sözlerle veda etmesi, Tom’a verdiği kartta da tıpatıp aynısı yazıyordu çünkü.”
Annesini, babasını, tıpkı insanlar gibi bir kez eşiği aştılar mı delilikleri hiçbir sınır tanımayan sığırlarını, savaşta ölen kardeşini ve yatağın üzerine tabancasını koyup, “benim Ellie’m, benim Ellie’m” diye içinden mırıldanarak, tatmini imkânsız bir özlemle, son bir yüzleşme için beklediği karısını düşünen Jack’i izlerken, belki de hiç yaşanmamış bir geçmişi onunla birlikte hatırlarken, beni bunca sarsan şeyin, kendi kifayetsizliğim içinde adına “nostalji” dediğim, “hüzün” dediğim, “arzu” dediğim şeyin ne olduğunu da, aslında en iyi bu kartpostal cümleleri anlatıyor sanırım. Adı ve Jack’in kullanmaktan başka çare bulamadığı klişeleri gibi, gerçeğe birden çok yerinden dokunan bir roman Wish You Were Here. Hakikatin basit ve ısrarcı olduğunu hatırlatıyor. Acıtıyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012