Yüksel TAŞKIN

Yüksel TAŞKIN
Yüksel TAŞKIN
Tüm Yazıları
Rasyonelleşme ve siyaset
17.01.2015
1650

 Türkiye, temel sorunlarını çözemeyen, bu çözümsüzlükten beslenen siyasal aktörlerin de fazladan itibar gördüğü bir ülke.

Laiklik veya Kürt meselesi gibi temel bir sorunumuz mu var? Meselenin tarafları önce kendi “çözümlerini” öteki aktör veya aktörlere dayatma yoluna gidiyorlar. Bu dayatmaya onay alamadıklarında işin içine şiddet de giriyor. İlginç olan, tarafların yenişememe durumlarında da çözüme uzun süre ayak diremeleri.

Bu sorunlarda rasyonel çözümler öneren, uzlaşmacı ve demokrat duruşu ilke edinen tarafın tezleri, ilk başlarda “meselenin esas aktörleri” tarafından önemsenmiyor. Zaman içerisinde taraflardan birisi, rasyonel tezlere doğru meylediyor. Bu arada çok sayıda insanın canı yanıyor, hayatı kararıyor.

Ama bu yönelme, rasyonel önerileri olduğu gibi benimseme şeklinde gerçekleşmiyor. “Bir parça rasyonellik, bir parça da irrasyonalite” diye ifade edebileceğimiz bir tarzda, siyasi aktörler bu önerileri kendi dillerine tercüme ediyorlar.

Burada durup tespitlerimizi yeniden gözden geçirelim: Siyaset alanımız hâlâ farklı irrasyonelitelerin egemenlik ve çarpışma alanı. Öte yandan dünya ve toplum, giderek daha fazla rasyonellik üretiyor ve siyasal aktörler, bu rasyonaliteyle uzlaşma “gerçekçiliğini” gösterme zarureti hissediyorlar.

Demek ki, rasyonel siyasete giderek daha fazla alan açılıyor. Buna rağmen, ikinci iddiam, bu alanın halen çok zayıf kaldığı.

Başka bir ifadeyle söylersek, özcü olmayan, siyasal süreçlerin kendi iç dinamiklerini okuyarak rasyonel öneriler getiren, geliştirebilen demokrat siyaset, ülkemizde çok etkili olamıyor.

Aslında buradan yola çıkarak Türkiye’de liberalizmin, liberal demokrasinin ve sol/ sosyal demokrat konumların neden bu kadar zayıf olduklarına dair bir pencere de açılabilir.

Sosyal demokrasi örneğinden gidelim: CHP’lilerin büyük bölümü için asıl heyecan verici kimlik tanımları, Atatürkçülük, laiklik gibi ifadelerde kendisini bulabiliyor. Sosyal demokrasi, kendi başına büyük bir duygusal bağlanma ve coşku üretemiyor. “Renksiz ve kokusuz” olarak algılanıyor ama bunu açıkça ifade etmek de kolay değil. İfade, ancak dolaylı yollardan kendisine alan açabiliyor.

Bu tespitlerden yola çıkılarak çok sayıda soru üretilebilir: Rasyonel önerilere dayalı demokrat pozisyon, duyguyla yan yana gelebilir mi? Duygu ve akılcılık, birbirlerini ötelemek zorunda mıdır?

Bu sorunun yanıtı hem zor hem de bu köşede yeterince yer yok. Buna rağmen bir kısa yanıt denemesine girişebiliriz:

Türkiye’de hümanizm ne solda ne de liberal gelenekte yeterince kökleşebildi. Ne sol ne de liberal hümanizm yeterince güçlenip kendi geleneğini yaratabildi. Tam da bu nedenlerle duygu ihtiyacı sevgiden değil, öfkeden veya ötekinin varlığının olumsuzlanmasından devşiriliyor.

Sözgelimi sol çevrelerin birbirlerini bunca hırpalamaları, ufak tefek meselelerden yola çıkarak diğer sol aktörlerin meşruiyetini dahi kabullenmekte zorlanmaları aslında hümanist geleneği oturtamamaktan kaynaklanıyor.

Ortada bol miktarda duygu olmasına rağmen yeterince sevgi olmaması başka nasıl açıklanabilir?

Solun kökenlerinde mevcut olan hümanist geleneği yeniden anımsama üzerine kurulu bir duygu siyaseti, rasyonel ve demokrat konumlarla çelişmediği gibi, onların tamamlayıcısı da olabilir.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar